Karaman

KARAMAN HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan Karaman, 8.924 kilometrekarelik bir alana konumlanmıştır. Batı ve kuzeyinde Konya, güneyinde Mersin, güneybatısında Antalya illeri ile çevrilidir. İç Anadolu’nun temel iklim yapısına sahip olan Karaman, yazları sıcak ve kurak kışları soğuk ve kar yağışlı olan karasal iklim yapısına sahiptir. Türkiye'nin her yeri gibi burası da birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Karamanın ilk kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte yapılan arkeolojik kazılar neticesinde önemli bir yerleşim bölgesi, ticaret ve kültür merkezi olduğuna dair belgeler bulunmuştur. İl, Hititler zamanında bir askeri bölge ve ticaret merkezi olmuş daha sonra Frigya ve Lidyalıların egemenliğine geçmiş, MÖ 322’de Yunan Kralı Perdikkos ve Filippos'un işgaline ve talanına uğramıştır. Karamanoğulları Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflamasından ve yıkılmasından sonra bağımsızlıklarını ilan edip Karamanoğlu Devleti’ni burada kurmuşlardır.

Yunus Emre, Şeyh Edebalı, Kazım Karabekir, Kemal Reis, Mevlana, Şair Ayni gibi pek çok Türk büyüğünün yetiştiği bu şehir ve yöresi; mağaraları, yeraltı şehirleri, inanç merkezleri gibi önemli turistik değerlere sahiptir. Topraklarının yüzde 30'u tarım arazisi olan Karaman, sanayiden daha çok tarıma dayalı ekonomik faaliyetler ile gelişmiştir. Şehir, İmalat-gıda sanayisinin alt grubu olan bisküvi ve bulgur sanayisinde ülke üretiminde önemli bir yere sahiptir. Türkiye bisküvi üretiminin yaklaşık üçte biri, bulgur üretiminin ise yüzde 20’si Karaman’dan karşılanmaktadır.

Karaman’a demir yolu ve kara yolu ile ulaşım mümkündür. İç Anadolu Bölgesi’ni Akdeniz Bölgesi’ne bağlayan transit geçiş yeri konumunda olan Karaman’a tüm bölgelerden otobüs seferleri düzenlemektedir. Otomobil ile seyahat edecekler için Karaman’ın il merkezine Ankara’dan 363 kilometre, İstanbul’dan 772 kilometre, Konya’dan 105, kilometre, Mersin’dan 236 kilometre uzaklıkta olduğunu söyleyebiliriz. Demir yolu tercih edecekler için İzmir, İstanbul ve Adana istikametinde Kurtalan’a kadar ulaşım imkânı bulunmaktadır. İl üzerinden Toros Ekspresi, Mavi Treni ve Posta Ekspresi geçmektedir.

 

M.Ö. 8000’li yıllara dayanan tarihe sahip olan Karaman tarihi eserler bakımından oldukça zengindir…

Karaman Kalesi: 12. asırda, Selçuklu Devleti döneminde inşa edilmiştir. Dış kale ve iç kale olmak üzere iki yapıdan oluşmuştur, ancak günümüze sadece iç kale gelebilmiştir. Karaman Kalesi, Türkiye’nin en gösterişli kalelerinden biridir.

Ermenek Kalesi: Doğal mağaralar da bulunduran Ermenek Kalesi, sığınak ve zindan olarak da kullanılmıştır. Karamanoğulları Beyliği’nin ilk kalesidir.

Mennan Kalesi: Ermenek’te yer alır. Mennan Kalesi, dik bir dağın üzerinde yer alır ve kayalarla inşa edilmiştir. Pir Ahmet Bey kendini bu kaleden atarak intihar etmiştir.

Aktekke Cami: Karamanoğulları döneminde, tamamen kesme taş kullanılarak yapılmış olup , büyük tek kubbeli ve yüksek minareli bir camidir.

Binbir Kilise: Şehirden 50 kilometre uzaklıkta, Karadağ eteklerinde yer alır. Burada birçok kilise bulunmakta olup, bu nedenle ismi bu şekilde bilinmektedir.

Karaman Gezilecek Yerler – Tarihi Yerler

Dereköy Fisandon Kilisesi

Dereköy Fisandon Kilisesi
Dereköy Fisandon Kilisesi

Karaman’ın Merkez ilçesindeki Dereköy’de bulunan Fisandon Kilisesi, şehrin kiliseyken camiye çevrilmiş tek yapısıdır.

Hangi yıl yapıldığı bilinmeyen kilise, 9. yüzyılla tarihlendiriliyor. Kilise 1573-1574 yıllarında ise Yusuf Sinan Paşa tarafından camiye çevrilerek Müslüman cemaatinin ibadet mekanlarından biri olmuştur. Dereköy Fisandon Kilisesi hakkında tarihte ilk söz eden kili Bizans sanat tarihçisi Strzygowski’dir. Yapı, kayalık bir tümsek üzerine kurulmuş olup, Yunan haçı planında inşa edilmiştir.

Kilisenin kim tarafından ve hangi yıl yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Zira günümüze kadar gelebilmiş bir kitabesi de yok. Fisandon Kilisesi’ni Karaman gezinize dahil edebilir, farklı bir tarihi mekan keşfedebilirsiniz.

 

Zeyve Pazarı

Zeyve Pazarı
Zeyve Pazarı

Karaman’ın Ermenek ilçesinde hem doğanın içinde sakin bir yolculuk yapmak hem de keyifli bir alışveriş yapmak isteyenler için unutulmayacak kadar güzel bir gezi noktası var. Zeyve Pazarı…

Ermenek’in ilçe merkezine çok girmeden tabelalar yardımıyla Zeyve Pazarı’na kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Pazarın kurulduğu bölge, yaşlı çınar ağaçlarıyla dolu… Yöre halk yetiştirdiği sebze ve meyveleri burada satmakta, hem turistlere hem de yerli halka… Aynı zamanda yöresel el sanatları ürünleri de satılmaktadır. Bu geleneğin tam 600 yıldır devam ettiği biliniyor.

Zeyve Pazarı özellikle bahar ve yazlarında mesire yeri olarak kullanılıyor. Bölgede yaşayan halkın piknik yapıp dinlendiği bir mekan özelliği taşıyor. Böylelikle hem keyifli bir gün geçiriliyor hem de ürünler satılıyor. Pazar, İkizçınar Köyü ve Yayla Pazarı Köyü’nü ayıran dere üzerinde bulunuyor.

 

Çeşmeli Kilise

Çeşmeli Kilise
Çeşmeli Kilise

Çeşmeli Kilise, Karaman il merkezindeki Tapucak Mahallesi sınırları içerisinde bulunuyor. Kilisenin resmi kayıtlardaki adı Surp Asvadzadzin Ermeni Kilisesi’dir.

Bizans dönemiyle tarihlendirilen kilise, özellikle Cumhuriyetin ilanından sonra 19980’li yıllara kadar cezaevi olarak işlev görmüştür. 2007 yılında ise Kültür Bakanlığı’nca restore edilerek kilise olarak tekrar açılmıştır. Daha önceki dönemlere kilisenin freksleri kapatılmış olsa da, son restorasyonu sırasında freskolar gün yüzüne çıkarılmıştır.

Çeşmeli Kilise, günümüzde sanatsal etkinliklerin yapıldığı bir mekan. Ziyaretlere de açıktır.

 

İncesu Mağarası

İncesu Mağarası
İncesu Mağarası

Karaman’ın her köşesinden farklı bir keşif noktası çıkıyor.

Zengin bir kültür, kocaman bir tarihe ev sahipliği yapan Karaman’da ilginç bir atmosfere sahip olan İncesu Mağarası görülmesi gereken noktalar arasında yer alıyor.

Mağara Taşkale Kasabası’na 9,5 kilometre kadar uzaklıkta. Mağarada miyosen kireç taşları görülmekte. Esasından iki mağaradan oluşuyor.

Tamamı ile yatay bir yapısı vardır ve özellikle damlataş bakımından oldukça zengindir. Çok yağışlı dönemlerde İncesu Mağarası’nda küçük bir yeraltı nehri oluşuyor.

Mağarayı gezmek her adımda merak uyandırdığı gibi keyifli ve unutulmaz bir yolculuk oluyor. Bu arada bölgedekiTaşkale Tahıl Ambarları da kesinlikle görülmeli diyoruz.

 

Hürrem Dayı Evi

 
Hürrem Dayı Evi
Hürrem Dayı Evi

Eşsiz bir mimariye sahip olan Hürrem Dayı Evi, Karaman’ın en çok ziyaret edilen noktaları arasındadır. Konak, turizm açısından önemli bir yere sahip olup, gören herkesi farklı bir atmosfere sürükler.

Hürrem Dayı Evi, il merkezine bağlı olan Koçak Dede Mahallesi içerisindedir. Aynı zamanda geleneksel Türk ev mimarisinin en güzel örneklerinden biri olarak gösteriliyor. Evin ahşap süslemeleri, kalem işi süslemeleri gerçekten büyüleyecek kadar muhteşem. 300 yıllık bir geçmişe sahip olup, bu denli korunabilmiş olması da ayrıca bir mutluluk veriyor. Tabii ki restore dönemlerinden geçmiş Hürrem Dayı Evi. Fakat aslına uygun bir şekilde onarılıp yenilenmiş. Bu durum konağın orijinal yapısını bozmamış.

Fakat bu denli göz dolduran konağın sahibi çok zengin biri değilmiş. Aksine, orta halli bir memura aitmiş.

Sadece bu konağı görmek için Karaman’a gelen turist sayısı fazla. Hürrem Dayı Evi, herkes tarafından mutlaka gidilip, keşfedilmeli diyoruz…

 
 
 

Tartan Evi

Tartan Evi
Tartan Evi

Karaman’ın köklü ailelerinden birine ait olan Tartan Evi, 19. yüzyıl mimari özelliklerine sahiptir. İki katlı bir yapısı olan ev, Topucak Mahallesi’nde yer alan Tartan Sokak’ta bulunuyor.

Merkezi bir konuma sahip olması ulaşımı oldukça kolaylaştırıyor. Tartan Evi’nin alt katı daha çok günlük kullanılan mekandır. Mutfak, kiler, buzhane gibi bölümler alt katta yer alıyor. Üst katta ise oturma bölümleri ve yatak odaları yer alıyor.

Tartan Evi’nin alt giriş kapısı, Binbir Kilise’den getirilen taşlarla yapılmıştır.

Evin ahşap işlemelerinden ziyade kalem işlemeleri daha fazla dikkat çekmekte… Tavanındaki zengin bitkisel motifler ise döneminin en güzel örneklerinden.

 

Taşkale Tahıl Ambarları

Taşkale Tahıl Ambarları
Taşkale Tahıl Ambarları

Taşkale Kasabası’nın içerisinde bulunan tarihi tahıl ambarları, şehrin en görkemli yapı topluluklarından biridir. Tahıl ambarlarının yüksekliği yaklaşık 40 metreyi bulmakta.

Karaman’ın en merak edilen noktaları arasına giren Taşkale tahıl ambarları, toplamda 251 adettir. Büyük bir yükseklikte dağılmış olarak bulunan ambarların derinlikleri farklılık gösteriyor. Kiminin derinliği 5 metreyi bulurken, kiminin derinliği ise 7-10 metreyi bulmakta. Taşkale tahıl ambarları, hububat ve bakliyat saklamak için oldukça elverişli… Yani günümüzdeki buzdolaplarıyla aynı işlevi görmektedir.

Karaman’ın şehir merkezinde yer alan Taşkale, tarihi tahıl ambarlarıyla görülmeye değer bir nokta ve sizin de keşif listenizde mutlaka yerini almalı.

 

Madenşehri Örenyeri

Madenşehri Örenyeri
Madenşehri Örenyeri

Karaman’ın Madenşehri Köyü, çok eski bir yerleşim alanıdır.

Günümüzde ören yeri olarak çok fazla ziyaret gören Madenşehri’nde genellikle Bizans dönemi kalıntıları görülmektedir. Bazilikalar, konutlar ve sarnıçlar bulunan bölgenin en önemli kalıntısı, köyün girişinde yer alan Binbir Kilise yapılarının 1 numaralı bazilikasıdır. Bu yapının 500 yılında inşa edildiği tahmin ediliyor.

Karaman’ın küçük bir köyü olan Madenşehri keşfe değer noktalardan biridir ve Karaman’a yolu düşenlerin muhakkak ziyaret etmesini öneriyoruz.

 

Hatuniye Medresesi (Karaman)

Hatuniye Medresesi (Karaman)
Hatuniye Medresesi

Karaman-Merkez’de bulunan Hatuniye Medresesi’nin tarihi 1382 tarihine dayanmakta.

Osmanlı Sultanı Murat Hüdavendigar’ın kızı Nefise Sultan tarafından yaptırılmıştır. Mimarı ise Numan Bin Hoca Ahmet’tir.

Hatuniye Medresesi, kapalı avlu medrese tipinin örneklerinden biri olsa da günümüzde avlunun üzeri açık durumda. Tek eyvanlı olan medresede hücre odaları ve revaklar bulunuyor. Medresenin sahip olduğu geometrik yazılar, bitkisel motifler günümüzde de dikkat çeken detaylar arasında olup, kapıları da bitkisel motifle süslenmiştir.

Tarihin çok eski dönemlerinden bu yana sağlamlığını koruyan medrese son yıllarda lokanta olarak işletiliyor.

 

Gökçeseki Örenyeri

Gökçeseki Ören Yeri
Gökçeseki Ören Yeri

Karaman’ın zengin tarihinin bir parçası olan ve aynı zamanda şehrin turizmini hareketlendiren Gökçeseki Örenyeri; nekropol alanıyla, kaya mezarlarıyla ve günümüze taşıdığı birçok tarihi kalıntısıyla kesinlikle keşfedilmesi gereken noktalardan biridir.

Örenyeri, Ermenek ilçesine bağlı olan Gökçeseki Köyü’nün kuzey kısmındaki bir tepede bulunuyor. Bölgede çanaklar, çömlekler, kutsal alan kalıntıları ve bol miktarda kaya mezarları görmek mümkün. Özellikle kaya mezarları dikkat çekmekte. Kaya mezarlarının çoğu tek odalı olsa da bazılar, çok odalı yapılara sahiptir. Yapılan araştırmalarda Gökçeseki Örenyeri’nin Bizans ve Roma dönemlerinde yerleşim alanı olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır.

Bölgede uzun bir keşif yolculuğu yapmak, çeşitli kalıntıları gözlemlemek keyifli bir gün geçirmenizi sağlayacak.

 

Mennan Kalesi

Mennan Kalesi  - Ilısu şelalesi
Üstte Mennan kalesi, veya tepesi, sol alt köşede Ilısu şelalesi görülebiliyor

Ermenek ilçesinin iki kalesinden biri olan Mennan Kalesi, dik bir tepe üzerinde bulunmakta olup, tarih boyunca Minan ve Meyan adlarıyla anılmıştır.

Günümüzde Mennan olarak bilinen kale kalıntısı, ulaşım açısından biraz zor bir noktadadır. Bu durum eski dönemlerde kalenin ele geçirilmesini zorlaştıran sebepler arasında gösterilir. Mennan Kalesi’nin hangi yıl ve kimler tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmiyor. Yapılan tahminlere göre Hititler dönemine aittir. Kalenin Karamanoğulları döneminde aktif olarak kullanıldığı ve o dönemlerde onarıldığı bilinmekte…

Ermenek Kalesi’ni gezdikten sonra Görmeli Köyü’ne gidip sadece 1 saatinizi Mennan Kalesi’ne ayırmanız yeterli olacak.

 

Ermenek Kalesi

Ermenek Kalesi
Ermenek Kalesi

Karaman’ın Ermenek ilçesinde kayalık bir alanın üzerine yapılmış olan kale kalıntısının tarihi hakkında çok fazla bilgi yok.

Hangi yıl yapıldığı bilinmeyen Ermenek Kalesi’nin özellikle Karamanoğulları için önemli bir kale olmuştur. Her ne kadar bulunduğu ilçenin adını almış olsa da, geçmişte Firan Kalesi olarak biliniyor.

Evliya Çelebi Seyahatname adlı kitabında; “’Göklere ser çekmiş kırmızı bir dağın ortasında Tanrı kudreti ile yapılmış bir kaledir. Ben karada ve denizde 32 yılda 18 padişahlık yer gezdim böyle bir kale görmedim. Mutlaka gezilmeli görülmelidir. Bu kale Tanrının kudret eliyle yapılmıştır. Hendeği ve kuleleri yoktur, zaten bunlara ihtiyaç da yoktur. Kale eşsizdir. Yalnız şarka bakan küçük bir kapısı vardır. Bu kapıya dahi 140 kademe ağaç merdivenle çıkılır, bir yanı ağaç korkuluktur. Kalenin içinde 40-50 kadar kargir ev vardır. İçinde bir can vardır. Kayalardan ab-ı hayat gibi bir su çıkar, aşağıya akar. Velhasıl övmekle insanın aciz kalacağı emsalsiz bir kaledir. Kalenin dizdarı ve 18 neferi vardır.”’ sözleriyle kale hakkında bilgi vermiştir.

Kale genellikle savunma amaçlı kullanılmış olsa da, bir dönem hapishane kullanıldığı bilinir.

 

Karaman Kalesi

Karaman Kalesi
Karaman Kalesi

Karaman’ın şehir merkezinde yer alan ve turizm açısından önemli bir yere sahip olan Karaman Kalesi, 11. yüzyılın sonlarıyla tarihlendirilmektedir.

Kesin olarak hangi yıl yapıldığı bilinmeyen kale iç içe geçmiş üç surdan oluşuyor. Bunlardan iç kale ve orta kale sağlamlığını hala korumakta. Karaman Kalesi’nin Selçuklular döneminde ve Osmanlılar döneminde onarımdan geçtiği bilinmektedir.

Şehrin tarihsel sürecini anlatan kale, Karaman’ın merkezinde bulunduğu için kolay bir ulaşım yolan sahiptir ve büyük bir yapı olduğu için şehir merkezinden rahatlıkla görülebilmektedir.

 

Manazan Mağaraları

Manazan Mağaraları
Manazan Mağaraları

İlk yerleşim alanı olarak Bizans döneminde kullanılan Manazan Mağaraları, Karaman’ın Taşkale Kasabası’nda bulunuyor.

Büyük bir kaya kütlesinin içine oyulan mağaralar, şehir merkezine 40 kilometre uzaklıktadır. Dışarıdan bakıldığında yüzlerce delik görülen mağara, beş kattan oluşuyor. Karaman’a gelen turistlerin en merak ettiği gezi alanları arasına girmeyi başarmıştır Manazan Mağaraları. Eski yaşam izlerini her köşesinde hissettiren mağaralara sadece birkaç saat ayırabilirsiniz.

 

Meraspolis Mağarası

Dünyanın en büyük yeraltı suyuna sahip olan mağaranın hangisi olduğu biliyor musunuz? Bilmeyenler için hemen söyleyelim; bahsettiğimiz mağara Meraspolis.

Meraspolis Mağarası
Meraspolis Mağarası

Meraspolis Mağarası, Karaman-Ermenek’te bulunuyor. Şimdiye kadar çok tanıtılamamış olsa da, son zamanlarda yeni keşif meraklıların gezi alanları arasında girmeyi başarmıştır. Meraspolis Mağarası, birçok kat ve bölmelerden oluşuyor. İki girişi olan mağaranın bir girişi tamamen doğaldır, ikinci girişi ise sonradan açılmıştır. Mağaranın içindeki sarkıtlar ve dikitler küçüklü, büyüklü halleriyle ziyaretçileri karşılıyor.

Yapılan araştırmalarda bu mağaranın ilk çağlara kadar uzandığı bilgisi verilmiştir. İlk çağda insanlar tarafından kullanılan mağara, sığınak olmanın yanı sıra zindan olarak da işlev görmüş.

 

Karabaş Veli Külliyesi

Karabaş Veli Külliyesi
Karabaş Veli Külliyesi

Karamanoğlu döneminde inşa edilen Karabaş Veli Külliyesi’nin yapım tarihi hakkında kesin bilgiler bulunmamaktadır.

Karaman’ın Siyahser Mahallesi’nde yer alan Karabaş Külliyesi, iki bölüme ayrılır ve bölümleri arasında cami, imaret ve türbedir. Her ne kadar günümüze gelen bir kitabesi bulunmasa da II. Abdülhamit döneminde onarıldığı bilinmektedir. Külliyenin camisi, dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiştir. Caminin kuzeyinde ise imaret bulunur. İmareti büyük bir yapı olup, üç eyvanlı merkezi kubbelidir.

Karaman’ın gezilecek diğer yerleri hakkında bilgi edinmek istiyorsanız; Karaman Müzesi, Değle Ören Yeri ve Binbir Kilise sayfalarımızı tıklayabilirsiniz.

 

Değle Ören Yeri

Değle Ören Yeri
Değle Ören Yeri

Tarihin farklı bir döneminin izlerini taşıyan Değle Ören Yeri,Karaman’da bulunmaktadır. İl merkezine 35 kilometre uzaklıkta bulunan Değle Ören Yeri, aynı zamanda Aziz Paul’un ziyaret ettiği yerlerden biri olarak gösteriliyor.

Ören yerinde Bizans dönemiyle tarihlendirilen 6 kilise kalıntısı bulunmaktadır. Bunların yanı sıra birçok kitabe de görülebilecek tarihi kalıntılar arasındadır. Karadağ’ın yüksek yamaçlarında yer alan Değle Ören Yeri şehre gelenlerin ziyaret duraklarından biri olmayı sürdürüyor.

Karaman’ın bilinmeyen tarihi yapılarını görmek için bir gezi planı yapıyorsanız Değle Ören Yeri’nin yanı sıraBinbir Kilise’yi, Karaman Müzesi’ni ve Aktekke Camii’ni gezi listenize dahil edebilirsiniz.

 

Binbir Kilise

Binbir Kilise
Binbir Kilise

Karaman’ın 37 kilometre uzaklığındaki kiliseler ve manastırlar topluluğu, Binbir Kilise olarak adlandırılmaktadır.

Maden Şehri Köyü sınırları içerisinde yer alan Binbir Kilise, Bizans döneminde inşa edilmiş 12. yüzyıla kadar sürekli olarak ziyaret edilmiştir. Bölgedeki hiçbir kilise veya manastırın ismi bilinmemektedir. Bu sebepten dolayı kalıntılar numaralandırılmış ve Binbir Kilise olarak adlandırılmıştır.

Karaman’ın en gezilesi yerlerinin ilk sıralarında gelen Binbir Kilise, birçok tarihi kalıntısıyla farklı dönemler arasında keyifli bir yolculuğa çıkarak sizleri.

Karaman Müzesi ve Aktekke Camii şehrin diğer gezi alanları arasındadır.

 

Aktekke Camii

Aktekke Camii
Aktekke Camii

14. yüzyıl yapıtlarından biri olan Aktekke Camii,Karaman’ın il merkezinde bulunmaktadır. İl merkezinde olması, camiye ulaşımı kolaylaştırır.

Aktekke Camii, 1370 yılında Karamanoğullarından Alaaddin Bey tarafından yaptırılmıştır. Alaaddin Bey, bu camiyi Mevlana’nın annesi Mümine Hatun için inşa ettirmiştir. Caminin türbesinde Mümine Hatun’un, Alaaddin Çelebi’nin, Karamanoğlu Seyfettin Süleyman Bey’in başta olmak üzere 21 tane mezar vardır. Aktekke Camii’nin harim kısmındaki kalem işi süslemeleri, Osmanlı döneminin en güzel örneklerinden biridir.

Karaman’a bir gün yolunuz düşerse, hala hizmet veren bu tarihi camiyi görme fırsatını kaçırmayın.

 

Karaman Müzesi

Karaman Müzesi
Karaman Müzesi’ndeki kadın mumyası ilgi görüyor

Karaman’ın Merkez ilçesinde bulunan Karaman Müzesi Karamanoğulları Beyliği döneminin en güzel ve en çekici mimari özelliklerini yansıtan bir örnektir.

Hatuniye Medresesi’nin arkasında bulunan müze, Karaman’da ve çevresinde tarih öncesine dayanan birçok uygarlıktan izler taşıyan eserler sergilenmektedir. Fakat Karaman’da müzecilik faaliyetlerine geç başlanmasından dolayı daha önce bulunan tarihi kalıntılar başka müzelere sergilenmesi için gönderilmiştir.

1961 yılında kurulan ilk müzenin açılmasından sonra kalıntılar için bir girişimde bulunulmuştur. Ardından eserler 1963 yılında yapılan bir binaya taşınmış ve daha sonrasında 1971 yılında şimdiki binasında varlığına devam etmektedir.

Teşhir salonu, depo, fotoğrafhane, kitaplık, Bizans ve Türk İslam dönemine ait eserler sergilenmektedir. Sergilenen eserler; Hitit, Urartu, Roma, Bizans, Venedik, Yunan, Osmanlı, Selçuklu, Karamanoğlu Beyliği’nden günümüze kadar gelen yapıtlardır. Geniş yelpazesiyle her türlü bilgiyi aktaran Karaman Müzesi, araştırma yapanların ve müzelere ilgi duyanların ilk uğrak yerlerinden biridir. Bir ilginiz bile olmasa Karaman Müzesi sergilediği eserlerle hayranlığınızı kazanıp gözlerinizi dolduracak.

Kaynak: https://www.gezilebilecekyerler.com/karamanda-gezilecek-yerler/

Karaman iline özgü birçok meşhur yemek, içecek, hamur işi ve tatlılar vardır. Ama Karaman denince akla ilk gelen yöresel lezzetler Sulu pilav, Arabaşı çorbası, Köy dolması, Cibe dolması, Bulamaç v.b. İşte sizlere Karaman yöresine ait lezzetler…

Karaman Yöresel Yemekleri

  • Sulu pilav
  • Arabaşı çorbası
  • Köy dolması
  • Cibe dolması
  • Bulamaç
  • Batırık
  • Bidik
  • Sütlü köfte
  • Guymak
  • Susuz kebap
  • Eğey dolması
  • Mıkla
  • Zerde
  • Toyga çorbası
  • Keşkek
  • Kabak çiçeği dolması

Kaynak: http://www.nenedirvikipedi.com/yemek-tarifleri/karaman-ilinin-meshur-yoresel-yemekleri-10179.html

İç Anadolu bölgesinde yer alan bir ilimiz. Batı ve kuzeyinde Konya, güneyinde İçel, güneybatısında Antalya illeri ile çevrilidir. 37°35’ ve 36°30’ kuzey enlemleri ile 34°04’ve 32°30’ doğu boylamları arasında yer almaktadır. Trafik kodu 70’tir.

Bizanslılar zamânında şehre Larenda ismi verilmiştir. Selçuklular bölgeyi ele geçirince şehre Larende denilmiştir. Anadolu Selçuklularından sonra bölgeye hâkim olan Karamanoğulları Beyliğinin başşehri olduğu için şehre daha sonra Karaman ismi verilmiştir.

Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/karaman/tarihce.html

• Ayrancı
• Başyayla
• Ermenek
• Kazımkarabekir
• Merkez
• Sarıveliler

Karaman’da tipik bir kara iklimi hüküm sürer. Kışları soğuk ve sert, yazları sıcak ve kurak geçer. Yüksek yaylalarda dağlık kesimlerde kara iklimi hüküm sürer. Göksu Çayının geçtiği düzlüklerde Akdeniz ikliminin özellikleri görülür. Sıcaklık kış aylarında -17°C’ye kadar düşer. Yaz aylarında ortalama sıcaklık 30°C’dir. Senelik yağış ortalaması 300-450 mm arasında değişir. 

İl toprakları, bozkır alanı içinde kaldığından bölgeye has bitki örtüsü step bitkileridir. Dağlık bölgelerde ağaç ve ağaççıklardan meydana gelen ormalar vardır. Ormanlar meşe, ardıç, karaçam, kızılçam, dişbudak ve akasya ağaçları ile kaplıdır.

Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/karaman/ekonomi.html

GELENEKLER VE GÖRENEKLER

Güvey Traşı ve Güvey Hamamı

Eski evlerin büyük avuları, bahçeleri olurdu. Ya damat evinin avlusunda veya damada yakın bir akraba, komşunun avlusunda, Salı veya Çarşamba günü, öğle sonu güveyi traşı yapılırdı. Bu avluya sandelyeler, kerevetler hazırlanmış ve münasip yerlere de çullar serilirdi. Güveyi traşı yapılacak olan bu evin, odaları sofaları ve damları, hatta bu avlunun görülebileceği komşu evlerinin damları kadınlar ve çocuklarla dolardı. Çalgıcılar da yerlerini alırlar, yavaş yavaş akorda ve perdeye geçerlerdi. Berber gelir, cura, saz kanun, ud, darbukadan ibaret olan çalgılar çalınmaya ve uygun sesi olanlar oynak ve kıvrak türküler söylemeye başlardı. Evvela damadın arkadaşları traş olurlar, bu arada çalgıcılara ve bazı münasip davetlilere rakı ikram edilirdi. Gençlerin akşam eğlencelerindeki oyuncu kadınlar da bu toplantıya getirilmiş olurdu. Onlar da, bu kalabalığın önünde, sazların ritmine göre, hünerlerini göstererek oynarlardı. En çoşkulu türküler ve oyunlar, damat traş edilirken söylenir ve oynanırdı. Damadın traşı yarıya geldiğinde, berber, adet olduğu üzre, usturanın kesmediğini söyler, berber bu söylediği sözle yüklü bir para istediğini belirtmektedir. Araya giren aracılar vasıtasıyla, düğün sahibi ve berber anlaştırılarak, berberin tıraşa devam etmesi sağlanır. Damadın traşı bittikten sonra, davetli misafirler, aile yakınları ve komşular dağılmayarak, aynı evde veya bir komşu evinde hazırlanan akşam yemeği sofralarının başına toplanarak hazırlanan yemekleri yerler, kahveleri içerler, bir müddet istirahatten sonra, akşam sonu, güveyi hamamına gidilme hazırlıklarına başlardı. 
Şehirdeki hamamlardan birisi o gün için özel olarak kiralanırdı. Hamam hazırlığı bittikten sonra, çalgıcılar çalgılarını çalarak, türkülerini söyliyerek, kafile halinde hamama doğru yürüyüşe geçilirdi. 
Zaten gündüzden çakırkeyf olan hamam alayında, 8-10 kişi bir halka teşkil ettirerek, böyle halka halinde hem yürürler, hem de türkü söylerlerdi. 
Damadın sağdıcı veya yakını birkaç kişi de rakıları, peynir, leblebi, turşu vs. içkiye elverişli mezeleri heybeler içinde hamama getirirlerdi. Artık o gece boyunca çalgılar çalınır, türküler söylenir. İçkiler içilir ve yıkanılarak damat hamamı yapılırdı. 
Sabah namazı vaktinden sonra kafile hamamdan çıkarak, koşmalar türküler söylenir, şarkılar çalınır, tabancalar patlatılarak bir hay huy alemi içinde akşamki eve gelinir, burada sabah yemeği yenilirdi. 

Gençler Arasında Oynanan Oyunlar

Uzun kış gecelerinde, gençler arasında, haftanın belirli günlerinde eğlenceler düzenlenirdi. Bu eğlenceler, gurupta bulunan kişilerin evlerinde yapılırdı. Buna, “sıra” ismi verilirdi. Bu eğlencelerde oynanan oyunların hepsi, dayak atma ve aldatmaca üzerine kurulurdu. 

HOCA: Oyuncılar, hoca ve üç öğrenciden ibarettir. Hocaya bir kavuk giydirilir, kavuğun ortasına bir tas su konur. İlk konuşmayı hoca alır: 

“-Şam’dan geliyorum, amacım üç öğrenciye ders vermektir.” dedikten sonra oyunu bilmeyen üç kişi öğrenci olarak seçilir. Hoca, öğrencilerine ders vermeye başlar. “Ayak bütün, baş bütün hocanındir” bütün öğrenciler bunu tekrarlarlar. Bu arada hoca, öğrencilerden izin ister: 

“-Benim hanım hastalanmış; onun için fazla kalamıyacağım, beni unutmamanız için sizlere birer anı vermek istiyorum” diyerek birinci öğrenciye tesbihini, ikinci öğrenciye bastonunu verir, üçüncü öğrenciye dönerek: 

“-Evladım sana verecek bir şeyim kalmadı. Sen de şu kavuğumu hatıra olarak al” der ve kavuğunu çıkarır. Su dolu tası oyunu bilmeyen öğrencinin üzerin döker. 

KÜLAH OYUNU: Oyunu oynayacak her kişi, kağıttan birer külah yaparak başlarına geçirirler. Bir tepsinin üzerine, gaz ve karışımı yayılır. Oyuncular, kağıttan külah başlıklarıyla, tepsinin üzerine eğilirler, bu arada, bir başka kişi, tepsinin üzerindeki karışımı kibritle tutuşturur. Külahı yanan kişinin, hemen kaçması gereklidir. Kaçmayanlar, oyunu seyredenler tarafindan dövülürler. 

YAĞCI: Oyunu bilen bir kişi, yağ satıcısı olarak; bilmeyen biri de yağ tuluğu olarak seçilir. Yağ satıcısı, elinde bastonu, beli bükük olarak odaya girer; muhtar kuruluna gelerek, yağ satışı için izin ister. İzin verilir, satıcı, yağını getirmek için odadan çıkar. Bir müddet sonra, odaya, yağ tulumu rolündeki genci, srtına sıkıca iplerle bağlamış olarak döner. Yağ tulumunun ağzı bir bezle sıkıca bağlanmıştır. Muhtar kurulu, yağı kontrol eder ve satış başlar. Önce muhtara, yağı alması için teklif gelir. Muhtar, elindeki iğneyi yağ tulumuna batırır; sonra sıra ile, herkes ellerindeki iğneyi tuluma batırırlar. Yağ tuluğu, sıkı sıkı bağlı olduğu için kımıldıyamaz ve bağıramaz. 

BERBER: Oyunu bilen bir kişi, “ben berberim” der ve köy muhtarından iş ister. Muhtar, iş isteyen kişiye izin verir. Sonra, masa yapabilmek için tahta ister; muhtar da oyunu bilmeyen iki kişiyi tahta diye verir. Oyuncu berber, iki gencin kollarıını ve ayaklarını, gergin şekilde bağlar, üstlerine de, çeşitli eşyalar doldurur. Berber, bir çanta içinden aletlerini çıkartır. Bunlar, sopa, kaşık, kova, kömür tozu, çamur, firça gibi eşyalardır. Berber, masa rolündeki kişilerin üzerine oturur; kaşık ile birinin yüzüne çamur; firça ile de diğerinin yüzüne kömür tozu sürer; sonra, satır ile traş eder; traş bitince, yüzlerine tükürür. Bu da berberin kolonyasıdır. 

YILDIZ SEYRETME: Yıldızlı havalarda oynanır. Oyunu bilmeyen bir kişi seçilir. Bütün oyuncular dışarıya çıkarılır. Acemi oyuncuya, bir ceketin kolundan, yıldızlara baktılır. Sonucu bilmeyen oyuncu, yıldızlara baka dursun; ceketin kolundan dökülen bir kova su her tarafını ıslatır. 

KARI KOCA: Acemi bir oyuncu seçilir. Bu oyuncuyla birlikte, oyunu iyi bilen bir kişi, yorganın altına girerler. Yüzleri tamamen örtülüdür. Bu iki kişiye, dışardan seçilen iki kişi vuracaktır. Vuranın bilinmesiyle de ebeler değişecektir. Gerçekte, dayak yiyen hep acemi oyuncudur. Usta oyuncu, dayak yemiş gibi sesler çıkarsa da aslında acemi oyuncuyu döven, kendisidir. 

YUMURTA OYUNU: Oyunu bilmeyen bir kişi seçilir; başka bir kişi de ebe olur. Acemi oyuncunun şapkasının içine bir yumurta saklanır. Ebe, bu sırada dışarda beklemektedir. Önceden nereye saklandığını bildiği yumurtayı bulacaktır. Ebe içeri girer, şüpheyi çekmemek için, yumurtayı sahiden arar gibi yapar, birden acemi oyuncunun şapkasının üstüne şiddetli vurur. Oyunu bilmeyen acemı oyuncu böylelikle, yumurta ile yıkanmış olur. 

HÖLLÜK OYUNU: İkiden fazla kişiyle oynanır. Oyuncuların elinde el büyüklüğünde veya az daha büyük yassı taşlar vardır. Ön tarafa da yumurta büyüklüğünde “Höllük” adı verilen bir taş dikilir. Amaç belirli bir yerden höllüğü uzaklara götürmektir. Bu iş de, eldeki taşların ustaca höllüğe firlatılmasıyla olur. Höllüğü vuran kişi, höllüğün gittiği mesafeyi ayakla sayar. Her ayak atışta şu tekerleme sıra ile söylenir: 

Nanaç, naldırnaç, gıldırgıç, kırküç, kırkdört, kırkbeş… Kırksekiz, kırkdokuz, elli, belli, sülüman süllü, ardavut, kelenavut, savt, savt bir, savt iki . . . savt on, dalla dedimi oyunu kazanmış olur. 

YÜKSÜKLÜ: İki gurup tarafindan oynanır. Ebe olan gurup 10 tane ceviz kabuğunu yere sıralar. Birinin içine de gizlice bir üzüm tanesi saklar. Karşı gurup bu üzümü bulacaktır. Bulduktan sonra saklama işi diğer guruba geçer. 

Eğer üzüm, hemen birinci kaldırışta bulunursa, geri kalan cevizlerin sayısı cevizi bulan gurubun aleyhine yazılır. İkinci kaldırışta bulunursa, part ifade eder ve geri kalan cevizler, çift sayılarak gurubun aleyhine yazılır. Oyunda mühim olan, üzümü son kaldırışta bulmaktır. 

BENİM GİBİ OL: Ebe olan oyuncu dışarıdan, çorabının teki çıkmış, ceketini ters çevirip tek kolunu giymiş, pantolununun tek bacağını giymiş vaziyette elinde tura veya palaska ile içeri girer ve içeridekilere “Benim Gibi Ol” diyerek içerdekilere vurmaya başlar. Oyuncular ebe gibi olununcaya kadar bu dövme işlemi sürer. 

SANATKAR OYUNU: Genellikle köy odalarında oynanır. Oyuna odada bulanan herkes katılır. İçlerinden bir ebe, bir de ebe yardımcısı seçilir. Ebe ile yardımcısı dışarıya çıkarlar. Ebe dışarda, marangoz, demirci, terzi, vs. gibi bir sanat ve seçtiği bu sanat dalının bir aletini seçer. Yardımcısı ile birlikte içeri girerler. Yardımcı: 

-Benim oğlum filan sanatı seçti, ona ne lazım? Diyerek bütün kişilere sorar. Amaç, dışarda ebenin seçtiği aletin bulunmasıdır. Alet söyleninceye kadar, bazı taraflarda ebe, bazı taraflarda da oyuna katılanlar dövülür. Aleti söyleyen ebe olur. 

DÜĞÜNLERDE OYNANAN OYUNLAR 

TAŞKALE-ŞIH OYUNU: Arap oyununa benzer. Kişin düğünlerde oynanır. Sekiz on kişilik bir gurup, başlarının buyruğuna hareket edecek, ellerindeki kırbaçlarla seyircileri korkutmaya çalışırlar. 

Oyuncuların kılıkları şöyledir: Başlarında uzun sivri külah, yüzlerinde kül sürülü, üzerilerinde beyaz çarşaf, sırtlarında ve gögüslerinde yastık konulu olarak oyuna çıkarlar. 

TAŞKALE AYI DÜZME OYUNU: Düğün sahibinden habersiz, bir seyirci ayı kılığına girer, ayının hazırlanışı şöyledir: Oyuncunun üzerine koyun ve keçi derileri sarılır; boynuna küçük çanlar ,bir de yular takılır. Bir oyuncu da, ayıyı oynatmak için ayıcı olur. Ayıcı, bir ara soyunun nereden geldiğini anlatmaya başlar; sonunda, soyunun düğün sahibine dayandığını söyler. Ayı oynatıcısı bunun üzerine düğün sahibine “Al bu senin akrabanmış” der ve ayının yularını uzatır. Düğün sahibi de bunun üzerine, ayı ile oynatıcısına bahşiş veya hediyelik eşya verir. 

İBRALA İDAM OYUNU: Düğün alayı geçerken bir idam sehpası kurulur. Sehpaya bir oyuncu belinden, kendirle asılır. Suçlarını belirten bir yafta da, gögsüne iliştirilir. Bu suçların belli başlıları şunlardır: Komşunun tavuğuna “kişt” demek, şeytana küfür etmek, vb. Düğün sahibi, idam sehbasının yanına gelerek, cellata suçluyu bağışlamasını söyler ve para verip onu kurtarır. Kurtulan kişi, evlenecek olan kişinin kölesi, tutsağı olacağina söz verir. 

KABALI SÜPÜRGELİ ARAP OYUNU: Düğünlerde, arabın iki ayağının arasına süpürge sokulur. Arap, süpürgeyle oyun oynarken; arkasından sallanan süpürgeye gaz dökülüp yakılır. Sonra, Arap’ın koluna bir sopa sokulur. Avucuna bir taş; taşın içine de, gazla sıkıştırılmış saman ve barut konulur. Davetlilerden biri, samanı tutuşturur. Barut patlar, Arap buna benzer diğer oyunlarıyla halkı eğlendirir. 


YEŞİLDERE KIZ KAÇIRMA OYUNU: Bir oyuncu, kız olur. Diğer oyuncular mestçi, simitçi, puseci olur. Bu oyuncular, Kızı anasından isterler. Ana, hepsine kızı vermeye razı olur. Son olarak, kızını sarhoş ister. Ana “ben sarhoşa kız vermem” diyerek, isteği geri çevirir. Bunun üzerine sarhoş kızı alır kaçar ve bir eve saklar. Halk, bunları aramaya çıkar, kim bulursa, bahşişi alır. 

KOÇ OYUNU: Köyde koyunun veya keçinin ilk yavruladığı zaman, köyün gençleri bir araya toplanırlar. Değişik elbiseler giyerek, ellerini, yüzlerini boyarlar. İçlerinden birinin boynuna çan takılır. Ve ilk kuzunun veya oğlağın doğduğunu halka haber vermek için, ev ev dolaşırlar ve çeşit çeşit erzak ve para toplarlar. Sonunda toplanan bu malzemeler aralarında bölüşülür. 

KÜLLÜ KOCA OYUNU: Bir erkeğe kadın elbisesi giydirilerek başı bağlanır. Eteğine de kül doldurulur. Bu oyuncu ortada dolaşırken, çevresindeki insanların üzerine kül serperek, oyuna renk katar ve oyun bu şekilde devam eder. 

Oynanan Çocuk Oyunları

MENDİL KAPMACA: İki gurup halinde oynanır. Ortaya bir medil konur ve guruplar eşit uzaklıkta ikiye ayrılır. Orada, oyunu yöneten (ebe) kişinin işaretiyle guruplar, mendili öncelikle kapıp eşlerine getirmeye çalışırlar. Mendili kapan, eşlerine zamanında yetişemezse, diğer guruplar tarafindan dövülür ve karşı gurubun adamı olur. Yenen gurup, yenilen gurubun sırtına binerek, önceden belirlenen alanda tur atar. 


AŞŞIK: Koyunlardan çıkarılan, aşşık kemikleriyle oynanır. Büyük aşşıklar enek olarak seçilir; ortası oyulur, ağır olması ve hedefi iyi vurması için oyulan yerlere kurşun akıtılır. Pütürlü bir taşa sürtülerek inceltilir; bazen de boyanır. Oyuncular, aşşıkları yan yana dizerler. Ebe, eneğini karşıya atar, diğer oyuncular da atarlar. Eneği en uzağa giden, dizili aşşıklara, ilk atma hakkına sahiptir. “Döğdük eneğimin aşşığına” diyerek eneğini atar. Aşşıklar vurulursa, daha önce tesbit edilen uzaklığa kadar gitmesi gerekir. Karşıya atılan enek, dik durursa, buna “Mir Durdu” denilir. Mir durdurmayı başaran oyuncu, eneği ne kadar uzaklıkta olursa olsun, dizili aşşıklara ilk atış yapma hakkına sahiptir. Oyun böyle sürüp giderken, daha büyük çocuklar, oyunda dizili aşşıkları alıp kaçarlar. Buna “Çörleme” denilir. 

BİLLİ: 10-15 cm. uzunluğunda yaklaşık parmak kalınlığında bir ağaç parçasidir. 60-70 cm. uzunluğundaki düzgün bir dal (değnek) parçasının yardımıyla oynanır. 

Billi oyunu üç çeşittir: 

1- Düz Billi 
2- Yan Billi 
3- Gömmeli Billi 

DÜZ BİLLİ: Karşılıklı iki kişi tarafindan oynanır. Küçük bir çukur kazılır, billi, bu çukurun üzerine konur. Billinin her iki ucu kalem gibi açılır. Oyuncu, sopanın ucunu çukura sokup, billiyi mümkün olduğu kadar, uzağa firlatmaya çalışır. Karşıdakı oyuncu, billiyi düştüğü yerden alır; ya çukura, ya da çukurun etrafina kazılmış dairenin içine atar. Billi, çukurun uzağına düşerse, billiyi atan oyuncu, kenaıina vurur; bu vurma esnasında, şu tekerlemeyi söyler: “Ginifi, gindalifi, hazıra hök, çamura çök” bu tekerleme üç defa söylenir. Billi ne kadar uzaklaştı ise, çukurla billi arasını, elindeki sopanın uzunluğu ile ölçer. En fazla sayıyı alan, oyunu kazanır. Eğer karşı oyuncu, billi atanın, billisini havada kaparsa; onun bütün sayılarını alır. 

YAN BİLLİ: İki grup halinde oynanır. Çukurun üzerindeki billiye, oyuncu sopa ile vurur. Üç kere ıskalarsa, onun yerine, kendi gurubundaki diğer bir oyuncu geçer. Karşı gurubun, billiyi düştüğü yerden alıp; billi çukuruna ya da çukurun kenarına dizilmiş daireye sokması gerekir. Ebe oyuncu, atılan billiyi, elindeki değnekle karşılayıp; mümkün olduğu kadar uzağa vurması gereklidir. Billi ile çukur arasındaki uzaklık, sopanın uzunluğu ile ölçülür. 10, 100, 150… gibi rakamlar belirgin rakamlardır. Örneğin, “Yüzellim sandıkta” denildiği zaman bu sayı 162 demektir. Bir tarafın oyuncuları yanıp bitince, diğer gurup ebe olur. Düz billide olduğu gibi, billi havada kapılırsa, hem ebe gurup yer değiştirir, hem de o gurubun aldığı bütün sayılar sıfıra inmiş olur. Bazen de, ebe gurubun uzaklaştırdığı billiyi, rakip oyuncu, çukurla billi arasını, üç adım atlamak suretiyle alırsa oyunu kazanmış olur. 

GÖMMELİ BİLLİ: Her oyuncu birer daire çizerek, ortalarında dururlar. Bir kişi ebe olur. Ebe için de ayrı bir daire çizilir. Seçilen oyuncu, ebenin attığı billiyi, mümkün olduğu kadar uzağa çeler. Diğer oyuncular, ebenin, billiyi düştüğü yerden alıp, gelme süresi içerisinde, ebenin çukurunu, ellerindeki billi sopalarıyla kazarlar. Ebe, kendi dairesine, geç kalan birinin dairesine, billiyi bırakırsa, o kişi ebe olur. Çukuru en fazla kazılan kişi, oyunu kaybetmiştir. Kazılan çukur, genişletilerek; oyunu kaybeden kişi kendi çukuruna gömülür. 

ÇANAK – ÇÖMLEK: İki gurup halinde oynanır. Sokaktan toplanan, ortalama avuç içi kadar büyüklükteki çanak çömlek parçaları ebe seçilen gurup tarafindan üst üste konur. Diğer gurup da belirlenen aralıktan ellerindeki bir top vasıtasıyla üst üste yığılmış bu çanak çömlek parçalarını vurmaya çalışır. Vuramazsa, ebe değişikliği olur. Çanakları topla yıkan gurup, hemen koşup, yıkılmaması şartıyla, etrafa dağılan çanak çömlek parçalarını üst üste koymaya çalışır. Ebe gurup, çanakları yıkan topu, en kısa mesafede yakalayıp, çanakları üst üste koymaya çalışanları vurması gereklidir. Birinci gurup vurulmadan çanakları üst üste koymayı başarırsa, bir oyun kazanmış olur. 

MANEVERA: Özellikle yaz mevsimi gecelerinde oynanan bir oyundur. Oyun, çeviklik ve gözü açıklık gerektirir. Ebe gurubun seçimi için, iki tarafı düz bir taşın, bir yüzüne tükürülür, taş atılır, kuru tarafı bulan kazanır; diğer taraf ebe olur. Ebe olan gurup, saklanan diğer gurubun üyelerini aramaya çıkar. İyi bir yere saklanan gurup, zaman zaman ıslık çalarak, yerini, ebe guruba belli etmeye çalışır. Daha sonra ise, yerlerini değiştirerek, başka yere saklanırlar. Saklanan guruptan bir kişi bulununca, diğer gurup üyeleri bulunmuş sayılır. Böylece diğer gurup saklanma hakkına sahip olur.Geçmiş değerlerde, böyle bir oyun sırasında, iki saat uzaktaki köylerinden, saklanmak için Karaman’a kadar gelen bir gurup, sabaha kadar burada kalarak, ertesi gün köye haber gönderip; ebe gurubun kendilerini mutlaka bulmasını, yoksa oyunu bozup köye geri döneceklerini bildirirler. 

PANCARIM SÖKME: Oyun oynayacak çocuklar, arka arkaya sıralanır ve birbirlerinin bellerinden sıkıca tutarlar. Ebe olan çocuk, en arka sıradaki çocuğun elini, diğerlerinin belinden çekmeye uğraşır ve bu oyun en son çocuğa kadar böylece sürüp gider. 

Karaman’da Sünnet Düğünü

Anne ve baba çocuklarını sünnet ettirmeye karar verirler ve aile büyükleri ile sünnet günü kararlaştırılır. Davetiye bastırılarak, eş dost sünnete çağrılır. Davetiyede mutlaka sünnet ile ilgili dörtlükler yer alır. Çocuğa sünnet için elbise ve ihtiyaçları alınır. 
Sünnet genellikle Cumartesi ve Pazar günleri öğle saatlerinde yapılır. Saat 9.00’dan itibaren davul ve zurna (klarnet) eşliğinde sünnet olacak çocuk ve arkadaşları oynarlar. Saat 11.00 civarında sünnet olacak çoçuk ve arkadaşları davul-zurna eşliğinde arabalarla konvoy oluşturarak şehirde tur atarlar, çocuk bazen ata ve faytona bindirilir. Saat 11.30 sularında 4-5 hocadan oluşan ekip Kur’an-ı Kerim okur, Mevlid-i Şerif okurlar, bu arada da sünnetçi eve kadar gelerek çocuğu sünnet eder. Sünnet merasiminden sonra çocuğun yakınları ve gelen misafirler çocuğa, altın ve para takarlar, çeşitli hediyeler verirler. 
Son olarak da öğle yemeği (genellikle etli ekmek) yenir. Üzerine ayran, meşrubat ve çay içilir. Misafirler yavaş yavaş dağılmaya başlarlar ve ayrılırken de tekrar “Mübarek Olsun” demeyi ihmal etmezler. 

Esnaf Cemiyetleri Töreni

Eskiden, her meslek ve sanat örgütünün, kendi örgütlerine göre yasaları ve bu yasalara uygun,dayanışmaları vardı.Bunların adına, Esnaf ve Sanatkaran Cemiyetleri denilirdi. 

Türk geleneklerine göre, herhangi bir sanat ve iş türünü ilk icat eden ya da yaparak geçimini sağlayan – ki bunlar, ya peygamberden veya Evliyalarındandır –kişiler halk arasında o sanatın,piri olarak tanınırlardı. 

Ah-ı Evran Veli Menakıpname ve Şeceresinde, 79 tür, sanat ve iş ile, bunların pirlerinin adları sayılır. O zamandan bu yana da, her sanat örgütünün,pirlerinin halife veya mümessili olarak bir yiğitbaşları bulundurulurdu. 

Bu sanatkaran cemiyetlerinin, son yüzyıllarda hiçbir yerde, fonksiyonu kalmamış, hemen hemen, oldum olasıya ve hatta, sembolik bir yiğitbaşları bulunmakta idi. 

Karaman’da ise yörenin çeşitli geleneksel ve folklorel yaşayışları ve törenleri, 20. yüzyıl ortalarına kadar, bütün haşmeti ile de yürütülmekte ise de, son yıllarda kurulan, esnaf dernek ve sendikaları, Karaman’da da, bu tarihsel yaşayışı silip süpürmüştür. 

Pek yakın zamanlara kadar, Karaman’da bütün varlığı ile yaşatılmakta olan,deri üzerine iş yapan debbağ ve ayakkabı esnafının, geleneksel yaşayış ve törenlerini dile getirmeye çalışalım: 

Kökü , Hz. Peygamberin akrabalarından ve Bedir Savaşı Sancaktarı Hz. Ali’nin damadı olduğu ileri sürülen,Mahmut Ah-ı Evran Veli’ye dayanan,deri üzerine iş yapan debbağ sanatkarlarının ilk piri Ah-ı Evran Veli’dir.Papuççuların piri , Ekber Yemani,yemeni sanatçılarının piri İman Nehcivani’dir. 

Bu üç sanat türünün anası sayılan debbağların , Karaman’da, çok geniş örgütleri vardı.Halen, yalnız adı kalan dabakhane mevkiinde, çok geniş bir semt içinde mescitleri , cemiyet odaları, dinlenme yerleri vs. müştemilatları bulunan bu sitenin, büyük atelyelerinde her aratçının ayrı ayrı işyerleri bulunur;kendi araç ve gereçleri ile, sanatlarını burada yürütürlerdi. 

Deri üzerine iş yapan , dabak, papuç ve yemeni sanatçıları, her ne kadar , kendi pirlerinin mümessilleri olan yiğitbaşılarına bağlı ve sorunlarını kendi yiğitbaşıları çözümlemekte ise de kökü, Ahilik örgütünün ilk tohumunu atan, Ah-ı Evran Veli’ye dayanan ve kapsamı çok geniş; her üç sanat meselelerini içine alan bir yasaya bağlı, yönetimleri vardı ve lider sanat olarak , debbağlık tanınır, debbağların yiğitbaşısı da, lider yiğitbaşı olarak kabul edilirdi. 

Debbağ sanatkarlarının iş türleri bellidir.Diğer iki ayakkabı sanatkarlarının iş türleri de: papuççular, şipidik denilen,terlik biçimli, kadınlara mahsusu dışarı ayakkabısı ile, kadın ve erkek mestlerini diker ve satarlardı. Postalcı dediğimiz yemeniciler de, yemeni, (kundura)postal, edik , takunya ve istil adları verilen, iki tür çizme çeşidini diker ve satarlardı. Bu iki esnaf, kendilerine mahsus işleri görürler, başka tür ayakkabı çeşidini dikmez ve satmazlardı. 

Her sanat türü yiğitbaşısının yanında bir de odabaşı bulunurdu. Yiğitbaşı, o meslekte en yetkili söz sahibidir.Odabaşı da, yiğitbaşının muavini olup yerine göre teşrifat işlerini yürütür,yerine göre de, meslektaşlarından yasa ve adaba aykırı davranışta bulunanlar olursa,yiğitbaşının direktifi dahilinde , bu aykırılık ve uygunsuzlukları önleme, icra yetkisini kullanırdı. 

Yasa dışı davranışlar neler olabilir? Misal olarak : Sanatkarlardan birisi bir diğer sanatkarın çırağını ayartmıştır;Çırağı ayartılan usta , durumu yiğitbaşına bildirir.Yiğitbaşı da, odabaşısı aracılığı ile çırak ayartan sanatçıyı çağırtarak, yanında odabaşısıda olduğu halde, soruşturmalar yapar ,yargısını bildirir.Konu gerçekten bir çırak ayartılması değil de evvelki ustanın çırağını çok dövdüğü veya kovduğu veya çırağın uzun zamandır ustasının yanına varmayıp , avare dolaştığı, sanatkarın da bu avare dolaşan çırağı yanına alması gibi durumlar olursa , bu sanatçı suçlu sayılmazdı. Gerçekten ustanın, o çırağı ayarttığı anlaşılırsa,yiğitbaşı, o sanatçının işyerini , hiç olmazsa üç gün için kapatılmasını ve çırağın hakiki ustasının yanına iadesine tebliğ ederdi. Arkadan da odabaşı,o sanatçının iş yerine vararak sanatçının tezgahı üzerinede en değerli aracı olan muştasını alıp , bir başka yere koyar ve dükkanın dış kepenklerini indirmek süreti ile dükkanı yarı kapalı hale getirirdi. 

Şehire, başka şehirlerden bir toptancı işlenmiş deri çeşitleri getirmişse,yiğitbaşılar, bu deri fiyatlarını kararlaştırır ve her sanatçı haline göre, ihtiyacı olanını alır veya aralarında kurra çekmek sureti ile deri cinsleri ayrılırdı.Fakat, bu sırada parası bol açıkgöz bir sanatkar, bu malların tamamını alıverirse, şikayet üzerine yiğitbaşı,hemen odabaşını da alarak bu açıkgöz sanatkarın işyerine varırlar, gerekli kınama ve azarlamaları yaparak, yiğitbaşının çağırdığı adamlar vasıtası ile, depodan derileri çıkartır, esnafa dağıtıp paralarını toplayarak alımda uygunsuzluk yapan sanatçının parasını geri verirlerdi.Suçlandırılan veya cezalandırılanlar da, yiğitbaşının verdiği cezaya karşılık, hiç bir tepki göstermezlerdi. İtiraz mercileri olmadığı gibi ,suçlarının nedameti, söylentisi ve bütün çarşı esnafının arasında suçlarının yüzlerine vuruluşunun ezikliği içinde olurlardı. 

Geleneksel prensibe göre, hiçbir sanatkar işyerindeki iş kıyafeti ile velev ki 20-30 metre uzaklıktaki fırından ekmek almak veya tütüncüden tütün almak için bile olsa, işyeri dışına çıkamazlardı. 

Ahretten Gelen Adam Masalı

Bir varımış bir yoğumuş, bir adamın bir tek oğlu varımış. Bir gün ağaçtan keser düşmüş, kafası yarılmış ve ölmüş. Adam can sıkıntısından ne yapacağını şaşırmış. Bir gün can sıkıntısından kurtulmak için ava gitmiş. Karısı da evin duvarına yaslanmış düşünmeye başlamış. Uzaktan bir adam geliyormuş. Adam yanına gelince kadın: 
—- Nerden gelip nerden geliyon gardaşım? 
—- Cehennemden be demiş 
—- Amanın dur hele dur. Benim Sülümanı mı görmedin mi? Cennet’te mi, cehennem’de mi? 
—- O mu? Bizim arkadaşımız, cehennemde beraberiz 
—- İyi mi, ekmeği aşı var mı? 
—- Yok ne arasın. Aç susuz ölüp gidiyor 
—- Azıcık pastırma, erişte koysam, azıcık ekmek koysam, para koysam verirmisin? 
—- Veririm ya, nasıl olsa cehennemde arkadaşız. 
Bakıyor ne kadar para varsa, pastırma, erişte evde ne bulduysa bir heybenin iki gözüne hepsini dolduruyor, herife veriyor. Kadının kocası avdan gelirken evden çıkan adamı görmüş. “Aman benim evden bir adam çıkıyor, yoksa benim noksan avrat evden bir şeyler verir deyip atı dizgini vurur gelir. 
—- Kimdi kız o hayattan çıkan adam? 
—- Aman acık evvel geleydin 
—- Ne oldu? 
—- Ne olacak, oğlum Süleyman’ın yanından adam geldi. 
—- Nerden kız? 
—- Cehennemdeymiş. 
—- Ne verdin ya? 
—- Hepsini verdim, ne varsa, pastırma, erişte, para filan 
—- Allah hayrını versin. Ata üzengi vur getir, arkasına düşeyim o adamın. Velhasılı adamın arkasına düşüyor. 
Heybeli adam arkasına bakınca, takip edildiğini anlıyor, hemen yakındaki bir değirmene varmış. Değirmenciye: 
—- Değirmenci emmi, değirmenci emmi senin kafan kel mi? 
—- Kel ya 
—- Şu gelen atlı kellerin kafasına vurup geçiyor. 
—- Ben nereye saklanayım ya? 
—- Kavağın dalına çık. 
Onu kavağın dalına çıkartmış, değirmencinin kel şapkasını giymiş, keseri almış, başlamış değirmen işletmiye. Heybeleri de saklamış. 
Atlı adam gelmiş, 
—- Selamün aleyküm değirmenci emmi. Buraya bir dalı heybeli adam geldiydi nereye gitti? 
—- Daha demiş kavağın dalında. Adam küfrederek kavağa yönelmiş “İn bakalım ordan, in aşağıya” demiş. Kavaktaki değirmenci başlamış yalvarmaya: 
—- Ya benim başım kelse sana ne. Allah kel etmiş. Aman öldürme beni Allahaşkına. Adam dinlemeyip kavağa tırmanmaya başlamış Bu sırada arka taraftaki adam “öyle kavağa tırmanılmaz, ayağındaki çizmeleri çıkar, atı da şuraya bağla öyle çık” 
Adam atı bağlamış, ayağındaki çizmeleri çıkarmış. Adam kavağın yarısına çıkınca, sahte değirmenci çizmeleri giymiş., heybeyi almış ata binmiş, komuş kaçmış. Onlar da baka kalmış. 

Ben geldiğinde adam kavaktaydı, kendini de atamamış, bilmem öldü bilmem kaldı?…. 

Regaip Kandili Törenleri

Recep ayının ilk perşembesinden bir veya on gün evvel şehrin özellikle erkek çocuklarında büyük bir telaş görülürdü.kendilerine göre, küçük tef, kaval gibi saz aletlerini sağlamaya uğraşırlardı.Bazıları da ,çeşitli renklerle boyanmış kağıtlardan muhtelif modellerde yapılan, attar ve bakkallarda satılan,Şivlili denilen fenerleri babalarına satın aldırttırırlarıdı.Akşam vaktinin gelmesini heyecanla bekleyen çocuklar, akşam yemeğini yer yemez, sağlayabildiği saz aleti veya şivlili fenerleri ile hemen sokağa fırlarlardı.Her semtin çocukları bir gurup oluştururlar,davul, tef veya kavalı olanlar bu saz aletleri ile, olmayanlar da maniler söyliyerek ve ellerindeki şivlili fenerleri ile gelişi güzel, bir hay huy ve curcuna havası içinde sokak aralarında dolaşırlar ve mahalle meydanında eğlenirlerdi.Bu arada guruplar coplar ve değneklerle, diğer semt guruplarını baskına uğratmaya ve döğüşmeye giderlerdi. 

Dövüş, kavga başlar, birbirlerinin saz aletlerini, fenerlerini kapmaya ve kırmaya uğraşırlardı.Tabidir ki bu arada cop ve değneklerle yaralananlar da eksik olmazdı.Bu süretle Perşembe gününün akşamına kadar , bazı akşamlar sakin ve neşeli,bazı akşamlar da döğüşlü, kavgalı ve feryatlı eğlenceler devam ederdi.Şivlili fenerlerine dair de şöyle bir tekerleme söylerlerdi. 

Şivlili şivlili şişirmiş 
Ergen oğlu pişirmiş 
İki çörek, bir börek 
Bize armağan gerek. 

Bu tip kavgalı ve döğüşlü eğlenceleri tertip edenler mahallenin haylaz ve haşarı çocuklarıdır. 

Diğer taraftan, uslu, ağırbaşlı kız ve erkek çocuklar da, mahallelerinde elverişli veya izin veren bir komşunun avlusuna, bir duvar dibine DEDE yaparlardı. 

Bu dede; kerpiçten, üçgen şeklinde, kaidesi 50-60 cm., boyu da 70-80 cm. kadar, piramidimsi, küçük bir yapıdır.Bu yapının her yanı , çocuklar tarafından uzun bir zamandan beri biriktirilmekte olan , renkli porselen tabak ve renkli petrol lambaları kırığı yapıştırmak suretiyle süslenmiştir.Bu porselen ve cam parçaları, çocuklar arasında cıncık adıyla anılır.dedenin yapılmasına çocukların dışında , dede yapılan evin veya komşuların yetişkin genç kızları da yardım ederler. 

Her akşam sonu, çocuklardan bir veya bir kaçının beraberinde getirdiği fener mumları, dedenin üzerine veya kenarlarına dikilerek yakılır, şivlili fenerleri sağlayabilenlerin renkli şivlili fenerleri de bir yere asılarak, dedenin etrafı ışıklandırılmış olurdu. 

Çocuklar dedenin etrafına, yarım ay biçiminde sıralanarak otururlar ve dedeye, özel, acaib tekerlemelerini, koşmalarını hep bir ağızdan söyliyerek coşar, adeta cezbeye gelirlerdi. 

Bu tekerlemelerden derleyebildiğimiz birkaç tanesi aşağıdadır: 

Bir kavurga kavurdum 
Dam başında savurdum 
Emmim oğluna duyurdum 
Emmim oğlu Musaaaacıııık 
Elleri kolları kısaaaacıııık 

Aşşa çarşı çamur ooolmuuuuş 
Baklavalar hamur ooolmuuuuuş 
Şamkapı’ya gavur geeelmiiiiş 

Eşşeğimin kuyruğunu kamçı mı sandın 
Kamçı mı sandın 
Kamçıyı tanlar, bir gelin ağlar 
Zülüfünü yağlar 
Lailahe illallah 
Hasebi nesebi Celil Allah 
Şeyhin oğlu Feyzullah 
Feyzullah’ı napmalı? 
Damdan dama atmallıııı 

Bu sonson örnekten daha birkaç tane vardır.Her tekerleme başlangıcında, eşeğin dış azalarından birisi dile getirilerek:“Eşşeğimin kuyruğunu kamçı mı sandın?” “Eşeğimin gözünü ayna mı sandın” “Eşşeğimin karnını davul mu sandın” “Eşeğimin ayağını dikme mi sandın”şeklinde düzenlenir.Diğer mısralar yukarıdaki misale uygun olarak aynen tekrarlanır. 

Bununla beraber, eski söylentilere göre;Göçüm yılı 334 de ölen ve Şeyh Şibli adı ile meşhur olan,büyük mutasavvıf Ebubekir Muhammed Şibli bir gece uykuda iken, rüyasında Hz. Muhammed ‘in Recep ayında ana rahmine düştüğünü beyan eden bir sır alır.Hemen uyanarak sevinçle kalkar,elbisesini giyip zaviyesinden dışarı çıkar, civardaki komşu evlere birer birer uğrayıp “şibli, şibli” diye seslenerek , rüyasını evlerdeki kişilere anlatır.Ev sahipleri de,bu iyi haberin müjdeleyicisi Şeyh’e memnuniyetlerinin bir ifadesi olarak, münasip yiyecekler vermişlerdir. 

Acaba Reğaib Kandili sebebi ile çocukların , şivlili fenerleri ile dolaşarak ve “Şivlili şivlili şişirmiş”mısrası ile başlayan manileri söyleyip, yaptıkları bu eğlencelerin kökü Şeyh Şibli ye mi dayanıyor? Şeyh Şibli de kendinin alacalı kağıtlarla muhafaza edilebildiği feneri ile ve “Şibli, şibli” diye gezmesinin bir hatırası ve her yıl aynı günlerde bu büyük müjdenin bir ihyasıdır? Şivlili denilen kağıt fenerin adı da Şibli feneri iken zamanla Şivlili olarak mı tahrife uğramış?Bunu kesin olarak tespit imkanını bulamadık. 

Recep ayının bir özelliği de mum yakma adetidir.Bu ayan ilk Perşembe günü irili ufaklı ve bazen de renkli fener mumları ile dolu olmasıdır.Her aile reisi mali durumuna göre , birkaç düzine mum alır evine götürürdü. 

Bu mumlardan birkaç tanesini de evin çocukları dedenin başına takarlardı. 

Perşembe günü ikindi namazından sonra,her cami ve mescidin kapısı önüne, imamın oğlu veya bir komşu çocuğu, bir boş kalbur veya sele koyarak etraftan gelecek hayır mumlarını beklerler. Artık her ailenin bir sepet veya seleye koyarak , elleri kınalı kız ve erkek çocukları vasıtasıyla gönderdikleri mumlar , bu çocuklar vasıtasıyla her cami önündeki selelere birkaç tane olmak üzere konulurdu.Bu suretli camilerin aydınlatmada kullanacağı mumlar da sağlanmış olurdu. 

Çocukların bu şen – şakrak coşuş ve neşelerini , mahallenin gençleri ve kadınları da etraftan zevkle izlerlerdi. 

Bazen de, sokak aralarında dolaşan haylaz guruplar,dedenin bulunduğu eve baskın yaparak, çocukların çığlıkları arasında dedeyi yıkıp kaçarlardı.Bu gibi baskınları önlemek amacıyla, ekseriya semtin delikanlıları dedeye göz-kulak olurlardı. 

Bu neşeli eğlenceler,kandil perşembesinin gecesine kadar devam ederdi. 

Kandil perşembesine girilen akşam, her evin büyüklü küçüklü hanımları ellerine kına yakarlar; ellerine kına yakılmasından çekinen küçüklere de, uyuduktan sonra habersizce kına yakılırdı.Sabahleyin uyanan bu çocuklar,ellerindeki bu güzel kına rengini görünce çok sevinirlerdi.Kandil gecesine gelindiğinde,erkeklerden başka herkesin eli kınalanmış olurdu. 

Perşembe gününün gecesi dedenin yıkılacağı gündür.O gün elleri kınalı çocuklar, evlerinde pişirilen pişilerden birkaç tane getirirler,bunları hep birlikte yiyerek yine dedenin etrafında eğlencelerine devam ederlerdi.vakit ilerleyince hepsini büyük bir heyecan sararak.dedenin yıkanma töreni için hazırlıklara başlardı.Dede yıkılacağında, ya hep birlikte veya açıkgöz bir veya iki kişi dedenin yan bacağından asılarak dedeyi yıkarlardı.Dedenin yıkılması ile birlikte bir kahkaha tufanı dedenin etrafını sarar.Daha sonra getirilen yiyecekler hep beraber yenilerek, gelecek yıl aynı törende bulunmak temennisi ile, mutlu bir vaziyette çocuklar evlerine dağılırlardı. 

Dedenin yapılıp sonra zevkle yıkıldığının sebebine gelince;bu iş, Türklerin putçuluktan İslamiyet’e geçişlerinin, putu yıkmakla bundan büyük bur mutluluk duyduklarının sembolik bir ifadesi gibi telakki edenlerin sayısı epeyce kabarıktır. 

Receb-i Şerif Törenleri

Recep Ayının ilk perşembesinin Reğaib Kandili olduğu malumdur.Reğaib Kandili yalnız Karaman’da özel bir törenle kutlanır.Bu törenin sebebi de şehirdeki Darul Huffaz (Hafızlık okulları)’da Kur’an’ın tamamını ezberleyip,icazetname almaya hak kazanmış hafızların diploma almaları için yapılan tören ve ziyafetlerin, sebebinin o günlerinde yapılmasındadır. 

Recep Ayının ilk perşembesinden birgün evvel, şehrin dellalı çarşının münasip semtlerinde: 

ALLAH’U AZİM’Ü-Ş ŞAN BU AYLARA -,BU GÜNLERE YİNE ERİŞTİRMEK NASİP VE MÜYESSER EYLESİN? AMİN;PADİŞAH ALEM PENAH EFNDEMİZİN ATINI EŞKİN, KILICINI KESKİN, DÜŞMANINI MÜNHEZİM EYLESİN. AMİN. HÜCCAC-I MÜSLİMİNE VE ASAKİR-İ İSLAMİYYEYE BERREN,BAHREN SELAMETLER İHSAN BUYURSUN.AMİN. YARINKİ PERŞEMBE GÜNÜ SABAH NAMAZINDAN SONRA SAAT…DA……….CAMİİ ŞERİFTE RECEB-İ ŞERİF DUASI VARDIR. DUADAN GAFİL OLMAYALIM. 

tertibindeki ilan ve uyarısını yaptıktan sonra, o perşembe günü hafızlık izni verilecek olan hafız adaylarının evlerine de varılarak yukardaki ilan her hafız ailesi evi önünde tekrarlayarak töreni duyururdu.Bu sevinçli havadis hafız çıkacak olan ailenin fertlerini büyük bir sevinçe garkederdi. Sevinçlerinden doğan aşırı bir cömertlikle dellala bağış ve hediyeler verirlerdi. 

Perşembe günü yapılacak olan tören Karaman’ın en büyük camilerinden Dikbasan veya Araboğlu camilerinden birisinde olup, hafızlık mezuniyeti alacak hafızların aileleri arasında, en zengin olanının bal veya şeker şerbeti masraflarını üzerine almasıyla yapılırdı.Cami seçme işi de masrafları yapan ailenin hakkıdır.Bazı yıllarda,camii seçme işi, aileler arasında tartışma ve küsüşmelere de sebep olmuştur. 

Bir gün evvelinden, camiye büyük kazanlar getirilerek hazırlanır,sabahleyin de, erkenden şerbeti hazırlayacak aile,şekeri veya balı ezerlerdi.Eski yıllarda bal,pek çok ve ucuz olurdu.Çokça da bu masrafı üzerine alan ailenin kendi arılarının ürünü olurdu. 

Bir taraftan da, bir hafta veya on gün evvelinden beri hafız aileleri evlerinde hummalı bir hazırlık sürdürülürdü.Hısım,akraba konu-komşu toplanırlar,mutlu bir görünüm içinde,şen , şakrak,ziyafet hazırlıkları ile meşgul olurlardı. 

Hafızlık ziyafetlerinde genel olarak , pişmaniye hazırlanırdı.Pişmaniye ustaları gelir , saf sade yağından meyane kavrulur, şeker ezilir, kıvama getirilirdi.Bir uçtan da, hazırlanacak pişmaniyeleri kotarmak için, konu-komşu, evlerinden irili ufaklı bakır siniler getirilir,hazırlanan pişmaniyeler üç-beş veya deha fazla sinilere konulurdu.Aile gönül yönünden de zengin ise,sinilere konulacak pişmaniyenin yarı katı arasına , dövülmüş ceviz de konularak bu tür pişmaniye sinileri basılırdı.Bu basma işi, pişmaniye konulan sininin üzerine,diğer bir boş sini kapatılır, üzerine birisi çıkar, ayakkabı ile hafif hafif çiğnemek suretiyle ceviz ile pişmaniye sıkıştırılmış olur, sonra da pişmaniye baklava biçimi kesilirdi. Bu tür hazırlanan pişmaniyeler çok nefis olurdu.Bu arada pişmaniye ile birlikte çeşitli yemekler de hazırlanarak evde ziyafetler verilirdi. 

Perşembe günü, sabah namazından sonra, camide dua vakti gelinceye kadar , münasip bir hoca tarafından vaaz yapılır, vakit gelince yaşlı hafızlar mihrabın karşısında yer alarak , kısa kısa aşırlar okurlar , Vücuh okuyan kurra varsa, onlar da okuyacakları aşrı, vücuh üzre okurlardı. 

Evlerinde olanlar veya başka camilerde sabah namazlarını kılanlar da yavaş yavaş bu camiye toplanmaya başlardı. 

Bu arada, üzerlerinde yeni diktirilmiş, ilmiye kisvesi LATA(pardesü) ve fesleri üzerine ilk defa sarılmış, beyaz sarıklı hafız adayları ile, bu hafız adaylarına sağdıçlık edecek olan, bir iki yıl evvel hafızlık izni almış olan sağdıçları ve bu sağdıçların koltukları altında , süslü bir bohça olduğu halde camiye gelirler ve aşır okuyan hafızların kalktıkları yerlere, her hafızın sağdıcı, bohça içinde getirdikleri, kadife çakma veya Bursa işi, keçe üzerine, renkli ipeklerden motif işlemeli namaz seccadelerini sererler, körpe hafızlar da bu serilen seccadeler üzerine diz çökerek otururlardı. Bu seccadelerin, kendine göre bir usul ve tertiple ve gayet zarif bir eda ile serilmesi vardır ki; hocalar seccadeyi serecek olan sağdıçlara, birkaç gün evvelinden bu hususu gösterirler ve öğretirlerdi. 

Yerlerine yerleşen körpe hafızların azlığına veya çokluğuna göre (mesela hafız adedi 15 ise), baş taraftaki hafız Kur’an’dan Tekasür suresinden başlayarak, sırası ile her hafız bir sure okur, 14. hafız Fatiha Suresini, 15. hafız da Bakara Suresinin ilk üç ayetini okuyup bitirdikten sonra, gür sesli yaşlı bir hoca veya hafız, “Sadakallah’ü-l azim” diyerek Kur’an okumasını sona erdirip, Arapça dualar okur, bu da bittikten sonra, memleketin en büyük kurrası (Kur’an okuma uzmanı) kim ise o zat mihrabın önüne geçer, gür sesli hocada el açarak Davudi bir sada ile dua ve temennilerini yapardı. Yakın tarihe kadar Karaman’ın en büyük kurrası Macarzade Osman Efendi idi. Dua faslı başlayınca, hafızların yakınları, birkaç koldan, kulplu büyük tepsiler üzerindeki şerbet kaseleri ile, hafif pembe renkli, gül kokulu şeker şerbetini veya bal renkli bal şerbetini dağıtmaya başlardı. Büyük hocanın duasından sonra, Amin denilerek bu ilahi tören sona ererdi. 

Bu törenden sonra hafız adayları artık resmen hafız olmuş sayılırlardı. 

Törenden sonra hafızların adres aldıkları hocaların evlerine, birer sini pişmaniye, baklava veya kurabiye; ailenin varlık durumuna göre bir sarı lira, elbiselik kumaşlar veya ufak tefek giyim eşyası gönderilirdi. 

Yine o günlerde, hafızların evlerinde, kalabalık eş-dostlara ziyafetler verilir, bu suretle mutlu yaşanırdı. 

Hafızlar da birleşerek, topluca bütün hafız ailelerin evlerine giderek birbirlerinin büyüklerinin ellerini öperlerdi. 

Bu tören Karaman’da hala devam etmekte ise de eski ihtişam ve olağanüstülüğünü yitirmiştir. 
Kaynak: http://www.karamankulturturizm.gov.tr