DENİZLİ HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Çok eski bir tarihsel mirasa sahip olan Denizli, Ege bölgesinde yer alır ve 987.000 kişilik bir nüfusa sahiptir. Tarih öncesi çağlardan beri işgallere maruz kalan şehir M.Ö. 3. yüzyılda Helen Kralı 2. Antiokhos tarafından kurulmuştur. Farklı Türk beyliklerinin yönetiminde kalan Denizli, Selçuklu idaresine geçtikten yıllar sonra Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. 2. Antiokhos şehre Laodikeia adını verdikten sonra şehrin adı sık sık değişmiş ve bugünkü isminin kökeni olan Tunguzlu olarak kullanılmıştır.
Denizli’ye ulaşım sağlamak isteyen ziyaretçiler havayolu, demiryolu ve karayolunu kullanarak ulaşabilirler. Çardak Havalimanı’na sahip Denizli, gelişmiş karayolu ağına da sahiptir ve karayolu ile ulaşmak isteyenler için güzel bir alternatife sahiptir. Ayrıca İzmir, Eskişehir ve Söke’den gelecek ziyaretçiler tren aracılığıyla Denizli’ye gelebilirler.
Havayolu ile ulaşım:
Çoğu firmanın direkt veya aktarmalı uçuşlarıyla Denizli’ye ulaşmak mümkündür. Merkeze 65 km uzaklıkta olan Çardak Havalimanı’ndan şehir içine ulaşım için de havalimanı servislerini ve taksileri kullanabilirsiniz.
Demiryolu ile ulaşım:
Denizli Tren İstasyonu’nun İzmir, Eskişehir ve Söke’ye düzenlediği seferlerle bu illerden trenle Denizli’ye ulaşabilirsiniz. Her gün yapılan seferlerde İzmir ile beş, Söke ile iki, Eskişehir ile bir sefer karşılıklı yapılmaktadır.
Karayolu ile ulaşım:
Gelişmiş Ege karayolları kavşağında bulunan Denizli’ye karayolu ile ulaşım oldukça kolaydır. Özel araçlarıyla gelmek isteyen ziyaretçiler Türkiye’nin her yerinden Denizli’ye ulaşabilirler. Ayrıca birçok otobüs firması Denizli’ye direkt sefer düzenlemektedir. Denizli Otogarı şehir merkezinde bulunmaktadır.
Denizli Pamukkale Travertenleri
Adından da anlaşılacağı gibi Denizli’nin Pamukkale ilçesine bağlı olan bu travertenleri dünya çapında ziyaretçileri olan önemli turizm noktalarından birisidir. İnanılmaz bir güzelliğe sahip bu travertenler, hem Denizli’nin hemde ülkemizin simgesi haline gelmiştir. Pamukkale Travertenleri, Unesco Dünya Miras listesine alınmıştır. Denizli’ye giderseniz asla buraya uğramadan dönmeyin.
Denizli Bayramyeri Meydanı
Bu meydan ilin en kalabalık bölgelerinden birisi. Çevresinde bir çok mağaza, cafe, restoran gibi dükkanlar var ama oturabileceğiniz banklarda bulunmakta. Meydanda bir de Müftü Ahmet Hulusi Efendi’nin heykeli var. Müftü Ahmet Hulusi Efendi, Kurtuluş Savaşında meşaleyi yakan kişidir.
Denizli Ufo Müzesi
2002 yılında İstanbul’da açılan Ufo Müzesi, 2005 yılında buraya taşınmıştır. İl merkezindeki bu müze dünyadaki 4. Uluslararası Ufo Müzesidir. Diğer ufo müzeleri ise Japonya, ABD ve İngiltere’dedir. Diğer yandan Avrupa, Ortadoğu ve Balkanların ise ilk Uluslararası Ufo Müzesidir. Müzede adından da anlaşılacağı gibi UFO’lar ile ilgili tarihi olaylar anlatılmaktadır.
Denizli Honaz Dağı Milli Parkı
Honaz ilçesindeki bu milli park, bitki örtüsü bakımından zengin olup Ege’nin en yüksek noktasıdır. Bu özelliklerinden dolayı özellikle botanikçiler sık sık ziyaret etmekteler. Bu parkta 1.000’e yakın bitki türü bulunmaktadır. Aynı zamanda tilki ve yaban domuzu gibi yabani hayvanlarda var. Doğa ile iç içe olmak istiyorsanız buraya mutlaka uğrayın.
Denizli İncilipınar Parkı
Belediye tarafından yapılan çalışmalardan sonra yöre halkına kazandırılan bu park, 174.000 metrekarelik alana sahiptir. Park içinde 1 adet büyük gölet, 3 adet küçük gölet, koşu parkuru, dinlenme yeri, çocuklar için oyun yerleri mevcuttur. Denizli’nin neredeyse en çok tercih edilen dinlenme mekanlarından.
Denizli Tripolis Antik Kenti
Önemli bir tarihe sahip bu antik kentin Lidyalılar döneminde kurulduğu tahmin edilmektedir ama bu döneme ait her hangi bir kalıntı da yoktur. Bu bölgede göreceğiniz tarihi yapılar hamam, şehir binası, kale, surlar ve bir takım kalıntılardır. Tarihindeki bir çok deprem ve savaşlara rağmen halen varlığını korumaktadır.
Denizli Tabea Antik Kenti
Sürekli olarak kazı çalışmalarının yapıldığı bir yer olan bu antik kent, Kale ilçesinde bulunmaktadır. Bu bölge Hellenistik dönemden sonra sürekli olarak yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Hatta Antik dönemde kendi adına altından sikkeler dahi yaptırılmıştır.
Denizli Karahayıt Kaplıcaları
Burası aslında Pamukkale ilçesinde bulunan termak kaplıcaların bir devamıdır. Zaten sudaki bileşenler Pamukkale’nin kaplıcalarının içeriğiyle benzer. Suyun sıcaklığı 420 santigrat derece ile 560 santigrat derece arasında değişmektedir. sindirim sistemi, mide, bağırsak, karaciğer, safra yolları gibi bir çok rahatsızlığa iyi geldiği belirtilmektedir. Üstelik içme suyu olarak da kullanılmaktadır. Bu suyun kaynağının ne kadar mucizevi olduğu Ege Üniversite tarafından tescillenmiştir. Denizli gezisinin olmazsa olmaz yerlerindendir.
Denizli Ağlayan Kaya Şelalesi
Diğer adı Sakızcılar Şelalesi olan bu şelaleye ulaşım kolaydır. İnsanı büyüleyen bir manzaraya sahip bu şelalede şehrin gürültüsünden kaçıp dinlenebilirsiniz. Şelalenin suları 30 metre yükseklikten akmaktadır ve dolayısıyla harika bir manzara ortaya çıkmaktadır.
Denizli Güney Şelalesi
İl merkezine 70 km mesafedeki bu şelale, adından da anlaşılacağı gibi Güney ilçesinde bulunmaktadır. İnsanı büyüleyen bir manzaraya sahip bu şelale aynı zamanda bir SİT alanıdır. Şelalenin suları 20 metre yükseklikten akmaktadır. Şelale, turistlerin önemli uğrak yerlerinden birisi.
Denizli Hierapolis Antik Kenti
Bu antik kent hakkında bilgiler oldukça azdır. Ama bazı tahminler var. Bu tahminlere göre bu antik kent M.Ö. 2. yüzyılda Bergama kralı II. Eumenes tarafından kurulmuştur. Adını ise Amazonlar kraliçesi Hiera’dan almıştır. Hiera ise Bergama uygarlığının kurucusu olan Telephos’un karısıdır. Burası Unesco Dünya Miras listesinde yer almaktadır. Denizli’nin simgelerinden birisi diyebiliriz.
Denizli’de Gezilip Görülecek Diğer Yerler
- Denizli Tekkeköy Kaplıcası
- Denizli Acıpayam Yazır Camii
- Denizli Servergazi Türbesi
- Denizli St. Philippe Martyrion Kilisesi
- Denizli Akhan Kervansarayı
- Denizli Keloğlan Mağarası
- Denizli Yeşildere Şelalesi
- Denizli Kaklık Mağarası
- Denizli Laodikya Antik Kenti
- Denizli Pamukkale Hierapolis Arkeoloji Müzesi
- Denizli Çizmeli Kaplıcaları
- Denizli Colossae Antik Kenti
- Denizli Sarayköy Kaplıcaları
Tarhanada Ege esintisi: Denizli usulü tarhana çorbası
Kışın biricik şifamız, tadına bir türlü doyamadığımız lezzetlerden olan tarhana çorbası, Denizli’de bir başka nefis oluyor. Çünkü içinde Ege mutfağının harikalarından börülce de kendine yer buluyor. Son olarak sarımsak ve nane de içine karışınca şifasına şifa katıyor. Yiyene afiyet, yemeyene merak oluyor.
Kiremit tabaktaki sunumuyla fark yaratır: Keşkek
Aşurelik buğday, nohut ve parça et aynı çömlek içinde buluşup akşamdan fırındaki yolculuğuna gönderilir. O yolculuk ancak sabah sona erecektir. Tahta kaşıkla karıştırılması usulünden olan lezzet, bir de salça, baharat ve yağdan oluşan nefis sosuyla buluşunca damaklara şenlik olur. Şanslıysanız hala aslına uygun kiremit tabaklarda yer, Denizlililerin ne kadar güzel bir lezzete sahip olduklarının farkına varırsınız. Her yerin keşkeği olabilir hatta evinizde de sık sık yapıyor olabilirsiniz ama böylesini hayatınızda yalnızca Denizli’de yiyebilirsiniz.
Bildiğiniz gibi değil: Arabaşı
Biz arabaşı çorbasını biliriz, o da misler gibidir hani laf söyletmeyiz. Ama söz konusu Denizli’nin arabaşı lezzeti olunca durum değişir. Çünkü bu yemeğin aslında tavşan eti kullanılıyor. Bu da onu oldukça özel kılıyor. Etten yapılan çorba, özel olarak hazırlanan hamur ayrı ayrı yerini alır sofralarda. Bir yemek ne kadar bereketliyse o kadar bereketlidir arabaşı da.
Ayran ve turşuyla mis olur, mis: Yen böreği
Börek deyince sanmayın ki öyle kahvaltılık ya da atıştırmalık bir ara sıcaktan bahsediyoruz. Bu börek bildiğiniz ana yemek. İçinde kıymalı, soğanlı, karabiber, kimyon ve pul biberli nefis bir harç var, hamurunda ise mısır ununun dayanılmaz lezzeti. İç yağı da işin içine girince siz düşünün yen böreğinin lezzetini.
Çünkü Ege farkı: Börülce böreği
Ege’nin misler gibi mutfağının en güzel lezzetlerinden olan börülce, Denizli’de de çok özel bir yere sahip. Temel olarak ufalanmış kuru yufka ve haşlanmış börülceden oluşan bu lezzet, doyuruculuğuyla akıllara kazanıyor, ona da en çok yakışanlardan biri turşu oluyor.
Marifet kebap kuyusunda: Kuyu kebabı (Kuyu tandırı)
Yaklaşık 1,5 metre derinliğinde bir kuyuda yapılmasıyla görüp görebileceğiniz bütün kebaplardan kendini ayırmayı başaran kuyu kebabı yapılmadan önce çıralar toplanıp kuyunun içinde yakılıyor. Ardından korların üzerine, içine biraz su koyulan bakır bir tava yerleştiriliyor ve etler kuyuya demir bir çubuk yardımıyla sallandırılıyor. Başka etlerle de yapılabilir olmasına rağmen etin kuzu eti olması makbul sayılıyor. Kuyu kebabı piştikten sonra kuyunun dibindeki bakır tavada biriken yağlar, pilav yapımında ya da doğrudan kebapla birlikte servis edilerek afiyetle tüketiliyor. Yanına piyaz çok yakışıyor.
Hele bir de sacda yapılıyorsa tadına doyum olmaz: Denizli usulü katmer
Un, peynir, soğan ya da susam kullanılarak hazırlanan katmer, pek çok yerde değişik şekillerde yapılan katmerlerle olan yarışında ön plana çıkmayı başarıyor. Az malzemeyle yemek yapmanın ustalık gerektirdiğinin en leziz kanıtlarından olan Denizli usulü katmer, el hünerinin konuşturulması gereken tariflerden.
Onu zaten çok seviyorduk: Denizli usulü yaprak sarma
Milletçe yaprak sarmaya olan düşkünlüğümüz su götürmez bir gerçek. Her halini deneyip her halini seveceğimizden emin olduğumuz bu lezzetin Denizli yorumu da bir harika tabii ki. İç harcındaki maydanozla farkını ortaya koyan bu yaprak sarma, taze soğan yaprakları ve bol baharatla da buluşunca söyleyecek söz kalmıyor, kaç tane yediğimizi sayamıyoruz bir yerden sonra.
Yenilebilir bir sanat eseri: Patlıcanlı kapama
Patlıcanlar uzun uzun dilimlenip kızartılarak kapamaya hazır hale getirilir, ardından tenceredeki yerlerine güzelce yayılır. Bunu gören etler, yeşil biber ve domatesle nefis bir uyum yakalayıp pirinçlere de haber verince, hep birikte patlıcanların tenceredeki konforuna katılırlar. Patlıcanlar da çok misafirperver davranır, hemen sarıp sarmalar et ve pilavı.
Kuru patlıcan sahalarda: Çiğ dolma
Patlıcanın ayrı bir sevildiği şehirlerden olan Denizli’de pek çok yemek patlıcanla yapılıyor, bunlardan biri de çiğ dolma oluyor. Bir yanda kuru patlıcanlar haşlanırken bulgurlu iç harcı da hazır ediliyor. İçine bol bol da maydanoz ve dereotu giriyor. Bu harç ile doldurulan kuru patlıcanlar zeytinyağında kızartılınca tamam oluyor.
Bir kez tadına bakan unutamıyor bonusu: Zafer Gazoz
1934 yılından beri Denizlilerin bir numaralı içeceği olan, tadının şahaneliği bir kez deneyenin bile aklından çıkmayan, efsane bir gazozdur Zafer. Eğer yolunuz Denizli’ye düşerse alabildiğiniz kadar çok alıp dönmelisiniz, yoksa pişman olur, tadını başka da hiçbir gazozda bulamazsınız.
Kaynak: https://yemek.com/denizli-yemekleri/
İlkçağlarda Denizli Yöresi
Denizli yöresinin ilk ve en önemli yerleşim yeri Beycesultan Höyüğü ’dür. (Günümüzde Beycesultan, Çivril ilçesinin 5 km. kadar güneyinde Çivril –Denizli karayolunun hemen sağında yer alır.) Yerleşimin günümüzden 6000 yıl önce M.Ö. 4000 yıllarında Kalkolitik dönemle başladığı öngörülmektedir.
Tarihi dönemlere gelindiğinde Denizli yöresinin bilinen ilk sakinleri Arzawalılar olmuştur. M.Ö 1200-1700 arası süren Karanlık Çağ’dan sonra yöreye Frigler hakim olmuşlardır. Xenephon’a göre Frigya’nın batı sınırlarındaki en önemli yerleşimlerinden biri Collosai (bugün Honaz) şehri idi. Friglerin yıkılmasının ardından bölge Lidyalıların eline geçmişti. Lidya Devletinin doğu sınırı ünlü Yunanlı tarihçi Heredot’a göre Karura adlı yerleşimdir. Karura şehri bugün Denizli’ye bağlı Sarayköy ilçesinde bulunmaktadır.
Batı Anadolu bölgesi ve dolayısıyla Denizli yöresi M.Ö 129 yılında Romalılarca Asya eyaletine bağlanarak prokonsüllerce yönetilmeye başlanmıştır. Romalılar Asya eyaletindeki mevcut yolları ıslah edip yol akışını Bergama yönünden Efes ve Milet yönüne çevirdiler. Denizli Bölgesi doğu-batı yönünde önemli nokta haline gelmiştir.
Roma Devleti’nin M. S 395 yılında ikiye ayrılması sonucu Anadolu Doğu Roma yani Bizans idaresi altında kalmıştır. Bizans Devleti zamanında Denizli yöresi Helenistik ve Roma dönemlerindeki önemini kaybetmiş ve bir süre sonra bölgeye gelen Türklerin eline geçmiştir.
Denizli’de Türk Hâkimiyeti
Türklerin Denizli ile ilk ilişkileri 1070 yılında başlar. Büyük Selçuklu Beyi Afşin Bey yörenin en gelişmiş kentlerinden Honaz’ı aldıktan sonra Laodikeia’yı da yağma ederek istila hareketini Ege kıyılarına değin ilerletmiştir.Ancak bu istila hareketi geçici olmuştur.1071 Malazgirt Savaşından sonra Anadolu baştanbaşa zapt edilmiş, bu arada Denizli çevresi de Kutalmışoğlu Süleyman’ın maiyetindeki Beyler tarafından fethedilmiştir.
Denizli ve yakın çevresi 12. Yüzyılın sonlarına kadar Türklerle Bizanslılar arasında sürekli el değiştirir ve sonunda Selçuklu Sultanı I. Giyaseddin Keyhüsrev’in ikinci kez tahta çıkışıyla birlikte, 1206-1207’de tamamen Türklerin eline geçer.
1176 Miryokefalon (Myriokephalon) Savaşı ile Selçuklu Ordusu Bizans Ordusunu yenmeyi başarmıştır. (Myriokephalon geçidinin Denizli’nin Çivril ilçesi yakınlarında olduğu ve savaşın burada cereyan ettiği görüşü birçok taraftar bulmuştur.) Bu tarihten sonra Türkmenler kitleler halinde Denizli il sınırına yığılmıştır.
Denizli toprakları XIII. yüzyıl başlarından itibaren Selçukluların “uc” diye tanımladıkları sınır bölgesinin güneybatı kanadını oluştuyordu. Denizli toprakları bu dönemde çok büyük bir Türkmen nüfusuna sahiptir. Bu dönemde sadece Denizli bölgesinde 200.000 çadır (hane) Türkmen nüfusunun bulunması bize bu konuda fikir vermeye yeterlidir. Denizli Bölgesi bu yönüyle en yoğun Türkmen nüfusunun bulunduğu yer durumundadır.
Beylikler Döneminde Denizli’de ilk Türk Beyliği 1260 tarihinde kurulmuş olup uzun ömürlü olamamıştır. Sahip Ataoğulları, Germiyanoğulları ve İnançoğulları Beylikleri yörede hâkimiyet kurmuşlardır.
Osmanlı Devleti Döneminde Denizli
Denizli ilk defa 1391 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Ancak 1402 yılında Ankara savasında Osmanlı Devleti’nin Timur tarafından mağlup edilmesi sonucu Denizli yeniden Germiyanoğlu Beyliği’ne verilmiştir.1429 yılında Denizli tüm Germiyan topraklarıyla birlikte Osmanlıların eline geçmiştir.
Denizli Osmanlı yönetimine geçtikten sonra yöre ahalisinin büyük çoğunluğu kırsal kesimde yasamaya devam etmiştir. Kırsal nüfusun önemli bir bölümü aşiretler halinde göçebe olarak yasıyorlardı. Bunlara ait yer adları günümüze değin varlığını devam ettirmiştir (Avşar, Bayat gibi). Yerleşik olan kent nüfusu ise esnaf loncalarına bağlı olarak ticari faaliyetlerle uğraşmaktaydılar.
İbni- Battuta seyahatnamesinde 1332 yılında uğradığı Denizli’de Ahi Sinan ve Ahi Tuman adlı iki ahi reisinden bahseder. Hatta bazı kaynaklara göre Ahi teşkilatının kurucusu olan Ahi Evran bir süre Denizli’de kalıp burada bahçıvanlık yapmıştır. Sosyal yönden Denizli 14. ve 15. yüzyıllarda doruk noktasını yaşamıştır.
Denizli İdari Teşkilat Tarihi
Osmanlı Devleti idari bakımdan eyaletlere, eyaletler sancaklara, sancaklar, kazalara, kazalar nahiyelere taksim edilmiştir. Denizli yöresi 1429 yılında hakimiyetine girdiği Osmanlılar tarafından kazalar halinde coğrafi durumuna göre üçe bölünerek, üç ayrı sancağa bağlanmıştır.
Asi Karaağaç’ın Hamid, Tavas’ın ise Menteşe sancaklarına bağlanmasına rağmen, bugünkü Denizli’nin büyük kısmını teşkil eden Homa, Işıklı, Çal, Baklan, Denizli, Honaz, Sarayköy ve Buldan Kütahya sancağına bağlanmıştır.
Denizli kazasının idari yapısı ufak tefek değişiklerle 17. yüzyıla kadar devam etmiş, ancak bu yüzyılda Kütahya’da bulunan Anadolu Beylerbeyliği dağıtılınca Denizli toprakları Aydın Eyaleti topraklarına dahil edilerek bir değişim yaşamıştır.
Denizli’de 1876 yılında ilk Belediye Teşkilatı kurulmuştur. 1883’te Sarayköy, Buldan ve Tavas İlçelerinin bağlanmasıyla “Sancak” haline getirilen Denizli, 1884’te Çal, 1888’de Acıpayam ilçelerinin katılımıyla Aydın’a bağlı mutasarrıflık, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla da 1923’te il olmuştur.
Denizli Adının Kökeni
Denizli’nin eski adı “Ladik” ya da “Lazik” idi. Bu kelime Laodikeia kelimesinden gelmektedir ve Türkçe’de bir anlam ifade etmemektedir. Yukarı Menderes Vadisinde (bugünkü Denizli şehrinin 6 km kuzeyinde) bulunan Laodikeia şehrinin Türklere geçişi sırasında “Ladik” ismi de miras kalmıştır. Aynı mıntıkada bulunan Khonae-Honas, Khoma-Homa, Tabae-Tavas da bulunduğu gibi Laodikeia’da bu kaideye uygun olarak Ladik ismini almış ve Selçuklu kayıtlarına öyle geçmiştir.
Ancak Selçuklu hakimiyeti ile birlikte şehrin bugünkü yerine taşınması neticesinde “Ladik” adının yanında “Toğuzlu” adı da kullanılmaya başlamıştır. “Toğuzlu” adının “Ladik” adıyla birlikte kullanılmasıyla bu kelimelere “Tonuzlu” ve“Tonguzlu” adları da eklenmiştir.
Ünlü Seyyah İbn-i Batuta 1333 yılında ziyaret ettiği Ladik şehrine aynı zamanda “Donguzlu” dendiğini söylemektedir. Aşağı yukarı aynı yılları kaydeden Mesalik Ül-Ebsar’da “Tonguzlu” ifadesini kullanmıstır. 1350 yıllarına ait bir İlhanlı vergi kaydı ise “Tonğuzlu” diye yazar. Yine 1372 tarihli bir takvimde de “Tonguzlu” yazılışı görülmektedir. Timur’un resmi tarihçileri de “Donguzluğ” ve “Tenguzluğ” diye kayıtlar tutmuşlardır. Bu tarihlerden sonra bu ifadelerin yerine “Tonuzlu”ifadesinin kullanıldığını kesin olarak görmekteyiz. Nitekim erken dönem Osmanlı tarihçilerinden Nesri ve Aşıkpaşazade eserlerinde “Tonuzlu” imlasını kullanmışlardır.
“Tonuzlu” veya “Tunuzlu” isminin “Denizli” sekline dönüşmesi XVI. Yüzyılın ikinci yarısına rastlar. 1510 tarihli bir Osmanlı kaydında “Dinuzlu” kullanımına rastlamaktayız. Bu dönemde kente uğrayan gezginler eserlerinde “Denyzely”, “Denizley”, “Denisli”, “Degnisli”, “Denizli” adlarını kullanmışlardır.
Ancak XVI ve XVII. yüzyıllarda Laodikeia – Ladik – Lazik çizgisinin Osmanlı Dönemindeki devamı olan “Lazikkiye” ismi de kullanılmıstır. “Denizli” adı ancak 1675 yıllarından sonra “Lazikkiye” ile birlikte yaygın olarak kullanılmış en nihayetinde 1700 yıllarından sonra bu kullanım kesin şekliyle yerleşmiş ve bölgeyi günümüze kadar ifade eden isim hüviyetini kazanmıştır.
Kaynakça: http://www.denizli.gov.tr/tarihce
• Acıpayam
• Akköy
• Babadağ
• Baklan
• Bekilli
• Beyağaç
• Bozkurt
• Buldan
• Çal
• Çameli
• Çardak
• Çivril
• Güney
• Honaz
• Kale
• Merkez
• Sarayköy
• Serinhisar
• Tavas
Denizli ilinin ekonomisi tarıma dayanır. Son 15 yıldır sanâyi sektöründe mühim gelişme olmuştur. Faal nüfûsun % 70’i tarım, balıkçılık ve ormancılıkla uğraşır. Gayri sâfi hâsılanın (bürüt gelirin) % 40’ı tarım, % 15’i sanâyiden sağlanır.
Tarım: Denizli tarıma çok elverişlidir. Başlıca tarım ürünleri; buğday, arpa, mısır, nohut, tütün, haşhaş, üzüm ve pancardır. Sebze istihsali ise 250 bin tondur. Üzümden sonra, kavun, karpuz, elma, armut, vişne, kiraz, şeftali, bâdem ve nar bol miktarda yetişir.
Antepfıstığı üretimi gün geçtikçe artmaktadır. 70.000 zeytin ağacından ortalama 750 ton zeytin elde edilir. Mevcut su potansiyeli bütün ekili arâziyi sulamaya elverişlidir. Ekili arâzinin önemli kısmı sulanmaktadır.
Hayvancılık: Mer’a ve çayırları hayvancılığa müsâittir. Hayvan potansiyeli zengindir. Koyun, kıl keçisi, sığır, manda, at, eşek beslenir. Arı kovan sayısı 68.000’e yaklaşmıştır. Denizli horozu, tatlı ve uzun ötüşüyle meşhurdur. Yarım dakika devamlı öter. Tavukçuluk ileridir.
Ormancılık: Denizli’de orman varlığı önemli yer tutar. Arâzinin %51’i ormanlarla kaplıdır. Ormanların % 40’ı normal koru, % 25’i bozok koru ve % 35’i bozuk baltalıktır. Son yıllarda park ve yeşil alanlar ile berâber ağaçlandırma da hızla artmıştır.
133 köy orman içinde ve 113 köy orman kenarındadır. Her sene 150.000 m3 sanâyi odunu, 200.000 ster yakacak odunu, 40.000 kental çıra, 500 ton reçine ve 2 ton sığla yağı istihsal edilir. Ormanlarda daha çok karaçam, kızılçam, sedir, ardıç, meşe, kayın, çınar, dışbudak ağaçları bulunur.
Mâdenler: Mâdencilik, tarım, hayvancılık ve ormancılık kadar zengin değildir. Başlıca mâdenleri şunlardır:Krom, sodyum sülfat, linyit, kil ve alçıtaşıdır. Acıgölde erimiş hâlde bulunan sodyum sülfat 2 tesis ile yaklaşık 60.000 ton olarak elde edilir. Akarsu ve çayların bıraktığı gözenekli tortular “Taravertendir” yapılarda kullanılır ve ihraç edilir. Sarı veya beyaz renklidir.
Sanâyi: Sanâyi hızla gelişmektedir. Dokuma ve metal sanâyii ön sıradadır. Başlıca büyük sanâyi işletmeleri ise Sarayköy Pamuklu Sanâyii, Akseller Pamuklu Mensucat, Denizli Basma ve Boyama Sanâyii, Acıpayam Selüloz Fabrikası, Çal, Akkent Meyve Suyu Fabrikası, Gimek-Acıpayam Yem Fabrikası, Timgas Tavas Un Fabrikası, Uygar Motor, Kocabaş Motor Parçaları Dökümü, Emek Elektronik Sanâyii ve Ticâret (500 bilgisayar, 3 bin elektronik santral ve 35 bin telefon üretecek kapasitededir), Emsan (emâye tencere, tabak, demlik, çelik tencere, teflon üretir), Has Akümülatör, Buzsan buzdolabı sanâyiidir.
Bu fabrikaların dışında ayrıca ayakkabı, Ergür kablo, somun, civata, tuğla, plâstik, sunta, mukavva, oksijen gazı, cam ürünleri, pamuk ipliği, yem, kuruyemiş, un, kireç, motor parçaları, dericilik, mobilya ve mermer levha üreten sanâyi şirket ve tesisleri vardır. Denizli’nin yakın bir gelecekte bir sanâyi merkezi hâline gelmesi beklenmektedir.
Ulaşım: Havaalanı yoktur. Komşu illere asfalt yollarla bağlıdır. İzmir-Selçuk-Aydın-Denizli yolu en işlek olanıdır. İzmir-Aydın-Denizli demiryolu ile İzmir’e ve Afyon’a, Dazkırı’da ayrılan güzergâh ile Burdur ve Isparta’ya bağlanır.
Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/denizli/ekonomi.html
Geleneksel Meslekler ve Yöresel El Sanatları
İlin Tavas, Acıpayam, Çameli, Güney ve Çal ilçelerinin kırsal alandaki yerleşme ünitelerinde el sanatları çalışmaları yapılmaktadır. Özellikle ev hanımları ve genç kızların çeşitli renkte ince ipliklerle; tığ, iğne, mekik gibi araçlar kullanarak yaptıkları “oyalar” sürdürülmekte bu zarif ve geleneksel el işleri günden güne rağbet görmektedir. Böylece bilim ve tekniğin zamanımızdaki ileri adımların durdurmakta olduğu el sanatlarımızı kurtarma çabaları hızla sürdürülmektedir.
Geleneksel Denizli El Sanatları; dokumacılık, hasırcılık, dericilik, testi ve bardak yapımcılığı, urgancılık, bakırcılık, demircilik, tarakçılık, semercilik-saraçlık, tel kırma gümüş işleri, iğne işleri, ağaç işleri olarak sıralanabilir.
Dokumacılık
Denizli’de dokumacılığın kökeni, Antik dönemlere dayanır. Bu temel uğraş, Çürüksu ve Büyük Menderes vadilerinin, Türkler tarafından iskân edilmesinden sonra da gelişerek devam etmiştir. Dokumacılığı, genellikle kadınlar yapmaktaydı. Çürüksu ovasında yetiştirilen kaliteli pamuklar, iplik haline getirilir; ceviz yaprağı, soğan kabuğu, palamut, sumak, mazı, birçok ot ve köklerden elde edilen boyalarla renklendirilmekte, yörede beslenen uzun ve ince tüylü bir koyun cinsinden elde edilen yünlerden de zarif yünlü kumaşlar dokunurdu. Her iki türdeki iplik elyafının iyi nitelikli oluşu ve kuvvetlice eğrilmesi, kumaşın kaliteli ve uzun süre dayanmasını sağlıyordu.
Bu kumaşlar yapıldıkları kentin adı ile anılır, yurtiçi ve yurtdışı pazarlara da ihraç edilirdi. İbni Batuta’ya göre burada eşi benzeri olmayan altın işlemeli pamuklu elbiseler dokunurdu. Osman Gazi’nin kişisel eşyaları arasından, Denizli tülbentleri, saray kadınları için iç çamaşırlık ince beyaz bezler, bayraklık kırmızı kumaşlar, şalvar çıkmıştır. İshak Fakih, XIV. yy.ın ikinci yarısında Osmanlı Sultanı l. Murat’a ve Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın kızının Yıldırım Beyazıt ile evlenmesi nedeniyle, Denizli’den alemli ak bezler alındığını söylemektedir. XVII. yy.da Denizli’yi ziyaret eden Evliya Çelebi’de, Akdağ’ın beyaz pamuk bezinin, Acem ve Musul bezinden daha ince olduğunu yazmaktadır. Bu ifadesine göre, kumaşların o dönemde dünyada üretilen kumaşlarla yarışacak düzeyde olduğu anlaşılıyor.XlX. yy.ın başlarına değin Denizli’de dokumacılık gerçek bir sanat niteliği taşımaktaydı. Bu dönemde bölgedeki bez gereksinimini, tamamıyla yöredeki üreticiler karşılıyordu.
Osmanlı İmparatorluğu’nun açık pazar durumuna gelmesinden önce Denizli’de yetiştirilen pamuk, geleneksel yöntemlerle işlenirdi. Dokuma için gerekli iplik bu yolla sağlanırdı. Daha sonra çoğu İngiliz kaynaklı iplik ve pamuklu dokumaların ithali, pamuk üretimini ve el dokumacılığını olumsuz etkiledi. Yerli kumaşlar ithal malların rekabeti ile karşı karşıya kaldılar. Denizli’ye ilk yabancı dokuma 1872’de girdi. Japon ürünlerinin yerli ürünle rekabeti 1920 lerin sonlarına değin sürdü.
1914’ten önce Denizli dokumaları renk ve desenleriyle üstün nitelikte ürünlerdi. Her bölgenin ünlü dokumaları olduğu gibi, kimi ustaların kendi adlarıyla bilinen ürünleri de bulunuyordu. 1. Dünya Savaşı’nda askere giden ustaların yerleri boş kalmış, dokumacılık yer yer durgunlaşmıştır. Yumağını bitirmeden askere giden ustaların yumakları, yıllarca asılı kalmış, bu işi devam ettirecek usta bulunamamış ve kimi yerlerde dokumacılığı kadınlar sürdürmüştür. Savaş sonunda sağ kalabilen ustalar geri dönerek bu sanatı canlandırmışlarsa da eski niteliğine ulaşamamıştır.
El dokumacılığı bu dönemde yaygın biçimde evlerde ve atölyelerde yapılmaktaydı. 1927’de dokuma tezgâhı olmayan ev yok gibiydi, ayrıca 423 dokuma atölyesi vardı.Denizli merkezi dışında, Buldan, Sarayköy, Babadağ, Tavas, Kızılcabölük ve Kale’de köklü, gelişmiş bir dokumacılık bulunmaktadır. Özellikle Babadağ, Kadıköy dokumalarıyla, Buldan ise beziyle Anadolu’da ün salmıştır. Dokumacılığın büyük çoğunluğunu yatak çarşafları ve alacalar oluşturur. Basmacılık ve kuşakçılık en gelişmiş tekstil dallarından biriydi. Ayrıca kimi köylerde yünden “Kılçar” denilen şalvarlık dokunurdu.Serinhisar’da yünden menevrek, kılçar, çakşırlık, kara kuzu yönünden şalvarlıklar dokunurdu. Bekilli ve Çal’ın Ortaköy köyünde ak bez ve alaca bezler imal edilmiştir. Bürgü, bohça, perde, yastık kılıfı işlemeleri Buldan ve diğer bazı köylerde üretilmiştir. Güney ilçesi Eziler ile Çal’ın Süller kasabasında halı ve kilim dokumacılığı gelişmiştir. Halı, kilim, heybe, torba, çul, çuval, seccade gibi kaba dokuma sanayi ürünlerinin tarihi de çok eskilere dayanmaktadır. Halıcılık, Yatağan, Bozkurt, Çal ve ilçelerinde gelişmiş bir sanattır. Süller kasabası da kilimleri ile ünlüdür.Acıpayam’ın Yeşilyuva kasabasında 1960’dan önceki yıllarda yolluk, kilim, heybe ve torba dokuyan basit tezgahlar bulunmaktadır. Bu ilkel tezgâhlarla kasabanın ihtiyacı karşılanırdı. Bu dokumalardaki ipler evlerde eğrilir ve boyanırdı. Bugün kasaba yün ip boyama ustaları vardır ve eski yöntemle ipleri boyamaktadırlar. Kadınlar da kilim ve yolluk dokumaktadırlar.
Dericilik
Denizli yöresinde dericilik sanatı da dokumacılık kadar eskidir. Bu uğraş Türkmen Boyları’nın, Denizli yöresine yerleşmelerinden sonra daha da değer kazanmıştır. 1071’de Türklerin Honaz kalesini ele geçirmeleri ile burada ilk yöresel Türk dericilik faaliyetinin temeli atılmıştı. Her ne kadar Denizli dericiliğinin kuruluşu Ahi Evran ile başlatılmakta ise de, Ahi Evran Denizli’ye geldiğinde yörede gelişmiş bir deri sanatı bulunmaktaydı. Ahi Evran’a bağlı şeyhlerden Ahi Kaysar, orta çağda dericiliği Acıpayam’a bağlı Yeşilyuva’da tesis etmişti. T.Toker, debbahlığın piri olarak bilinen Ahi Evran’ın kendi adıyla kurduğu teşkilatın 32 iş koluna ayrıldığını yazar.
Dericilik genellikle bol akarsu olan yerlerde yapılırdı. Bunlar arasında il merkezi, Honaz, Yeşilyuva ve Buldan ilçesine bağlı Narlıdere köyü, tabakçılık ve çizme yapımında gelişmişti. Osmanlı döneminde de önemini koruyan bu sanat, ayakkabıcılık, çizme, cilt, silah aksesuarı ve saraçlık olarak gelişmişti. Hayvan koşumları ve eğerleri, deri ve köseleden üretilmekteydi. Elvan deri olarak nitelendirilen deri örnekleri arasında siyah, kırmızı ve sarı renkler ünlüydü. Yakın bir zamana kadar bu renk derilerden kadınlara, genç kız ve gelinlere Hitit tipinde burnu kalkık, pullu ve işlemeli zarif terlikler yapılırdı.
Yeşilyuva geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir dericilik merkezidir. XlX. Yüzyılda kasabanın alt eteklerine değin akan ve kentin ortasından geçen Cilhan ve Macar dereleri boyunca, yüzlerce tabakhane kurulmuştur. Bu tabakhanelerde işlenmiş olan, kösele, sahtiyan ve meşin gibi deri ürünler Konya, Antalya, Girit, Rodos, Muğla ve İzmir’e gönderilmekteydi. Günümüzde de yöre insanı geçimini çoğunlukla ayakkabıcılıktan sağlar ve hemen her evin küçük bir ayakkabı imalathanesi bulunur. Daha önceleri elle dikilen ayakkabılar günümüzde teknolojik gelişmeyle birlikte yerini makinelere bırakmıştır. Geçmişte bir ayakkabının her aşamasını kendileri yapan ustalar bugün sadece belirli bir parçasını yapmaktadırlar. Böylece ayakkabıların belirli bölümleri üzerinde ustalaşma olmaktadır. Bu durum daha seri ve istenilen niteliğe yol açmıştır. Bu aşamalar saya kesimi, saya traşçılığı ve saya dikimidir. Yeşilyuva, günümüzde Türkiye’nin kösele ihtiyacının % 80’nini karşılamaktadır. Ayakkabıcılık, ayakkabı kesme, taban yapıştırması, freze, fora, boyama ayrı ayrı işler haline gelmiştir. Bu mesleğe bağlı olarak semercilik, saraçlık meslekleri de yaygındır.
Testi ,Bardak. Seramik Yapımcılığı ve Boyaması
Testi, toprak bardak, küp, saksı Serinhisar, Çivril, Tavas ve Sarayköy ilçesinde çok eski yıllardan beri devam eden bir sanat dalıdır. Yörenin kırmızı toprağı, bardak yapımcılığına uygun olduğu için, bu sanat dalı ilçede gelişme göstermiştir. Testi ve bardak yapımcılığı çok uzun ve zahmetli bir iş olduğundan, yeni yetişenler bu mesleğe ilgi göstermemektedir.
Urgancılık
Serinhisar ilçesinde urgancılık ata mesleklerinden biri olup, varlığını günümüzde de sürdürmektedir. Bu işi genellikle kadınlar yapmaktadır. Erkeklerde üretilen urganların pazarlama işiyle uğraşmaktadırlar.
Bakırcılık
Bakır işlemeciliği geleneksel el sanatlarımızdan olup, Denizli merkezindeki Kaleiçi’nde yüzyıllardan beri varlığını sürdürmektedir. Burada birçok sofra takımı, çanaklar, iliştirler, kaşık, kepçe, kevgir, sini, leğen, yemek tencereleri, kazanlar, ibrik vb. mutfak eşyaları imal edilmektedir. Günümüzde bu sanatı sürdürenlerin sayısı oldukça azdır. Bakırdan yapılan mutfak malzemelerinin yerine çelik, alüminyum, porselen, çinko ve plastik gibi maddelerden yapılan daha ucuz ve kullanışlı kap kacaklar almıştır. Günümüzde bu sanatı devam ettiren ustalar çoğunluğu turist olan bakırdan yapılan süs eşyacılığına yönelmişlerdir.
Bıçakçılık
Serinhisar ilçesinin Yatağan kasabasında, Yatağan Baba’nın yadigârı olan demircilik sanatı köyün kurulduğu tarihten beri devam etmektedir. Buna bağlı olarak bıçakçılık sanatı gelişmiş olup, bıçak, çakı, tahra, balta, makas, kırklık, saban demiri ve pala gibi iş aletleri günümüzde de yapılmaktadır. Ülkenin her yerine gönderilerek, Yatağan insanının maden sanatındaki yaratıcılığı ve tarihten beri süregelen ata sanatı tanıtılmaktadır. Yatağan adıyla özdeşleşen palalar, literatüre “Yatağan” olarak girmiştir. XIII. Yüzyılın başlarında Osman Gazi’nin askerleri de, kendi sanatkârları tarafından imal edilerek, erleri tarafından kılıç yerine kullanılmış, Türkiye’nin her yerinde Yatağan palası adını taşımaktadır.
Yatağan Bıçakları:Yatağan’da yüzyıllara dayanan demircilik sanatı halen devam ettiği şekliyle az çok eskiyi andırmaktadır. Neticede demircilik mesleği günümüzde de tamamen değişmemiş, ileri düzeyde makineleşmeyle birlikte gelişmiştir. Bıçak yapımına geçmeden önce, Yatağan’da geleneksel metotlara göre üretilen bıçak malzemelerini sıralamak istiyoruz. Bunlar; demir, meşin körük ocağı, çekiçler, örs, mengene, keser, kıskaç, sunturaç, kalıp, keçe, zımpara taşı, bileği taşı, çark, aşkı takımı, kömür, zeytinyağı, kemik, tel, delgi, keski, törpü, eğe, mühür, kazzağı, tığ, saplık usturası, saplık demirinden meydana geldiği görülür (Çaycı ve Aytin 2006).
Bıçak yapımında şöyle bir sıralama izlenir: Önce körük yakılarak işe başlanır. Ham demir kızdırılarak çekiçlerle örs üzerinde kabaca bıçak şekli verilir. Bıçak sayısı kadar saplık alınır ve bu körükte ısıtılarak yumuşatılır. Saplık usturası ile düzeltilir. Verilecek şekle göre saplık demiri arasına konarak şekillendirilir. Böylece bıçak namluları soğurken bıçakların sapları da kabaca hazırlanmış olur. Hazırlanan saplar kururken şekillendirilen ve inceltilen bıçak taslakları yere alınır ve başka bir örsün üzerinde çekiçle son defa şekil verilir. Sonra sap delikleri delinir, sırt ve ağızları eğe ile düzeltilir, mühür basılır. Soğuyan saplara törpü ile şekil verilir. Demirin kulpunun gireceği ağızlar açılır ve düzgün biçim alan bu bıçaklara su verilir. Bu işlem için su ve zeytinyağı kullanılır. Daha sonra bıçaklar kösele taşı ile çarkta parlatılır (Çaycı ve Aytin 2006).
1950’li yıllardan sonra ise yassı çeliğin üretilmesiyle birlikte bıçak yapım metotları da değişmiştir. Yassı halde hazır olarak gelen bu demirler önce şerit kesme makinesiyle şeritler halinde kesilir, bu çubuklar körükte kızdırılarak çift çekiçle karşılıklı olarak hem şekillendirilir hem de sertleştirilir. Bu parça üç defa ısıtılıp dövülür. Sonra sap ölçüsü ile beraber bu şekil kesilir. Sap işleminde ise iki defa daha ısıtılıp çift çekiçle son şekli verilir. Saptaki damga ve deliğin daha kolay yapılabilmesi için bıçak tekrar tavlanır, rengi değişmeden delik alt havşası üst yuvarlak damga ile delinir. Damgalar çelikten yapılır ve üzerinde ters yazılı kelimeler bulunur. Bu damga, çekiçle hızla vurulunca zaten sıcak olan bıçağın üzerine oyuk halde çıkar. Çeliğin kullanımda daha sağlam olması, iyi çalışması ve ilk keskinliğini koruması için 1-1.5 kg’lık çekiçlerle ısıtılmadan dövülür, buna da “kuru çekiç” işlemi adı verilir. Böylelikle darbeler demirin her tarafına temayüz eder molekülleri sıkışır ve demir daha mukavemetli olur. Daha sonra belirli tip ve modellere göre sapları yapılır su verme işlemine geçilir. Su verme işlemi yine göz kararı ile değişik metotlarla yapılır (Çaycı ve Aytin 2006).
XVI. yy.’ın ortalarında yapımına başlanıp XIX. yy.’ın sonlarına kadar kullanılan bu kılıçların ismi üzerindeki başka bir görüşte; yeniçerilerin bellerine doladıkları, şal kuşaklar üzerine bağladıkları, meşinden yapılan silahlığın içerisine yatay bir şekilde yerleştirmelerinden dolayı bu ismin takılmış olduğudur. Bu silaha da zamanla yatay olarak durduğu için Yatağan adı verilmiştir. Ancak en güzellerinin Yatağan Kasabası’nda asırlarca üretildiği, büyük ustalık gerektiren bu Türk kılıcının da bu beldenin adını aldığı kabul edilir (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağan örneklerinin en eski örneği Dergiz Ali lakabıyla tanınan ustanın 978/1570 tarihli eseridir.Yatağan Kasabası’nda ise en eski demirci ustası olarak Mart 1703 tarihli bir belgede Demirci Hüseyin adlı bir usta görülmektedir (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağan’da XX.yy.’da dikkatimizi çeken en tanınmış usta Derviş Usta’dır. Onunla beraber Hüseyin Usta ismi de karşımıza çıkmaktadır. Yatağanlar, Ahmet Alemdar, Abdullah, Salih, Hüseyin Kalfa, Usta Ahmet, Bekir Beşe, Abdi, Genç Mustafa gibi yapımcı ustaların (şimşiryeran) sayesinde Avrupa’ya ve Balkanlar’a yayılmıştır (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağanların yapımının son aşamamsını kın imali oluşturmaktadır. Kın yatağanlardan bağımsız bir parça olması sebebiyle bazı nüanslar ortaya koymaktadır. Kınlar genel olarak ahşap malzemeden imal edilerek yüzeylerinin başka maddelerle kaplandığı görülmektedir. Kınların yüzeyleri deri, kadife, gümüş, baton veya çeşitli maddelerle kaplanırdı. Bazı kınlar komple gümüş olduğu örneklerde karşımıza çıkmaktadır. Bu madenlerin üzerine bitkisel, geometrik tarzdaki motiflerle bezendiği görülmektedir. Yatağanların kını üç parçadan oluşmaktadır: a) Kın Ağzı b)Bilezik c)Pabuç veya Çamurluktur (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağan Kılıç Baston imalatı
Kılıç baston, bastonların içinin oyularak küçük bir kılıç tipinde çeliğin yerleştirilmesiyle oluşturulmuş bir silahtır. Böylece bastonlar her ne kadar yekpare bir görünüm sergilemesine karşın iki parçadan meydana gelmektedir. Bunlardan ilki baston, ikincisi ise bastonu dıştan saran kın bölümüdür. Boyutları genelde standart olarak yapılmış olup 0.80 m. civarındadır. Bastonun eğri olan yani tutulacak sapı çekildiği taktirde 1,5-2 cm genişlikten başlayarak uca doğru incelen bir kılıç çıkar. Kesmekten ziyade bir şiş vazifesi gördüğü için şiş baston ismi de takılmıştır. Yapım süreci aynen yatağanlar da olduğu gibi dövülmek suretiyle çelikleştirilerek yapılmıştır. Yani külçe demir alınarak kızgın ateşte ısıtıldıktan sonra dövülerek şekil verilmiştir (Çaycı ve Aytin 2006
Bastonların bezemesi, sap ve kın kısımlarında yoğunlaşmıştır. Sap kısımları genellikle kuşbaşı veya ejderi anımsatan figürlerden meydana gelmektedir. Kınlarda ceviz ağacından oluşan bölümün üzerine kakma tekniğinden meydana gelen süsleme yer almıştır. Kınların süslenmesinde şöyle bir yol izlenmiştir: Önce gümüş yazının yazılacağı yer kazınır, eriyik haldeki gümüş haddeden geçirilerek ince tel haline gelene kadar uzatılırdı. Sonra soğuyan bu tel hazırlanan satha yerleştirilir ve düzenlenirdi. Şiş bastonları normal bastonlardan ayırabilmek imkansızdır. Bu nedenle savunma aracı olarak her zaman kullanılmışlardır (Çaycı ve Aytin 2006).
Yatağan’da kılıç baston üretimi bir hayli gerilemiş durumdadır. Bu işi yapan Mümtaz Yatağan isimli usta Cumhuriyet Dönemi’nin tanınmış son ustasıdır. Adı geçen ustanın vefatıyla birlikte bu işi yapan usta kalmamıştır (Çaycı ve Aytin 2006).
Hasırcılık
İlimizde görülen diğer dokuma türü, hasır dokumacılığıdır. Çardak-Beylerli, Buldan-Süleymanlı, Çivril-Gümüşsuyu yörelerimizdeki göllerden kesilen saz ve kamışlardan yere kurulan tezgahlarda hasır denilen “yazlık örtüsü” ve tavanlara “dam örtüsü”, denizde kullanılan hasır türleri dokunmaktadır.
Demircilik
Demir sanatı, ilimizde yüzyıllardan beri devam eden köklü bir sanattır. Eski Kaleiçi Çarşısında “Demirciler Çarşısı” olarak faaliyet gösteren bir bölüm bulunmaktadır.
Semercilik-Saraçlık-Nalbantlık
Son yıllarda tarımda makineleşmenin artmasına bağlı olarak yük ve iş hayvanı (at ve eşek) kullanılmamaya başlanılmıştır. Dolayısıyla eskiden bunlara bağlı olarak yaygın olan semer yapımcılığı ve saraçlıkta oldukça azalmıştır.
Tel Kırma-Gümüş İşi
Oldukça ince ve planlı olan bu işlemin mihraplı, elmas, makaslı, sepeleme, muskalı, yıldızlı, yapraklı, tırtıl sarmalı gibi motif türleri vardır. İlimizde sadece Tavas’ta yapılan tel kırmaya rağbet çok olmaktadır. Çivril İlçemizin Beyköyü’nde küçük ev atölyelerinde gümüşçülük yapılmaktadır.
İğne İşleri
Bütün yörelerimizde hanımlarımız tarafından yapılmasına rağmen Tavas yöremizde bir el sanatı ve ticari amaçla yapılan iğne oyaları çok yaygındır.
Ağaç İşleri
Ağaç işi İlimizin ormanlık yörelerinde Çameli, Tavas, Baklan İlçelerinin köylerinde daha çok yapılmaktadır.
Pazarlama : Valilik Kültür ve Turizm Müdürlüğü olarak gerek yurtiçinde gerekse yurtdışında yapılan Turizm ve Tanıtma Fuarlarındaki standlarda İlimiz el sanatlarının tanıtımı da yapılmaktadır. Ayrıca, Buldan, Babadağ, Kızılcabölük’te tekstille ilgili, Yatağan’da bıçakçılıkla ilgili geleneksel hale gelmiş festivaller de ürünlerinin tanıtımına önemli katkılar sağlamaktadır. Bunun yanı sıra yerli ve yabancı basın mensupları ilin tanıtım çekimini yaparlarken el sanatlarının da geniş biçimde yer alması sağlandığından pazarlama hususunda herhangi bir problem bulunmamaktadır. Özellikle yerli turist grupları Pamukkale ve İlimizdeki diğer turistik yerleri ziyaret ettikten sonra Babadağ, Buldan ve Kızılcabölük tekstil ürünlerinden almak için buralara da turlar düzenlemektedirler.
Kemik Tarak
Yatağan Kasabamızda camız ve koç boynuzlarından kadın tarağı yapılmaktadır.Tarakların hammaddesini büyük baş hayvanların boynuzları oluşturmaktadır. Öncelikle manda türü büyük baş hayvanların boynuzları kullanılmıştır. Taraklar sık tarak ve çapa diş tarak olmak üzere iki şekilde yapılmıştır. Sık tarağın bir tarafı ince dişli diğer tarafı ise kalın dişlidir (Çaycı ve Aytin 2006). Tarağın imalat aşaması ise; çeşitli yollarla temin edilen boynuzlar ilk önce ısıtılan uzun bir demir vasıtasıyla delinir. Bu delme işleminde, bu kızgın demir boynuzun açık tarafından içeri doğru sokulur buda boynuzun içindeki tabakayı eritir. Böylece bu delik genişler daha sonra boynuz sıcakken soğuk suya atılır. Sudan çıkarılan boynuz dörder parmak genişliğinde karşılıklı olarak el testeresiyle kesilir. Normal bir boynuzdan 7 adet tarak çıkar. Bu taslak halindeki parçalara iki çeşit keser uygulanır. Oygu keseri ile parçaların kavisli kesimleri, düz keser ile kavislerin dış kısımları düzeltilir. Bundan soma körük ocağına atılarak ısıtılır. Bu parçalar ısıtıldıkça yumuşar şekil verme kıvamına gelince de iki tane kıskaçla düzeltilir ve iki adet yassı demirin arasına konularak mengenede sıkıştırılır. Soğuyuncaya kadar bunların arasında bekletilir. Daha sonra çıkartılan bu düzgün parçaların uçları düz keserle yontularak bıçak ağzı gibi yapılır. El testeresiyle uçları teker teker açılır. Uçları açıldıktan soma tarak halini alan bu madde, ‘boynuz kazağı’ denilen iki tarafı keskin mıknatısla kazınır. Önceden açılan uçlara üçgen eğeyle son şekli verilerek parlatma işlemine geçilir.Parlatma işlemi ise elle yapılır. Taraklar 1950 yılına kadar tamamen bu şekilde elle üretilmiştir. Bu yıldan sonra ağız açma ve parlatma makinesi kullanılmıştır (Çaycı ve Aytin 2006).
El İmalatı Cam Yapımı
1935’de Ulu Önder Atatürk’ün direktifiyle Türkiye’de cam üretme görevini üstlenen Paşabahçe, geçmişten aldığı Türk “camcılık” geleneğinin yaşatılması misyonunu bugün Denizli Cam ile sürdürmektedir. Firma, Denizli markası ile yaptığı “el imalatı cam ev eşyası” üretiminde Türkiye’de lider durumunda, dünyada ise aranılan bir konumdadır. El imalatı tarzında üretim yapan ve emek-yoğun çalışılan Denizli Cam’da 5000 yıllık camcılık geleneği yaşatılmaktadır.