Elazığ

ELAZIĞ HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Doğu Anadolu Bölgesi'nde Yukarı Fırat Havzası’nda bulunan Elazığ, merkez ilçe ile birlikte 11 ilçe, 537 köy ve 709 mezra yerleşkesinden oluşmaktadır. Nüfusuyla, Erzurum ve Malatya’dan sonra Doğu Anadolu'nun en büyük üçüncü ilidir. Yerel halk birbirine, kardeş ve ağabey anlamlarına gelen “gakgoş” sözcüğüyle hitap eder.

Elazığ’ın tarihi M.Ö. 20. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Anadolu'yu Mezopotamya'ya bağlayan kervan yollarının geçiş güzergâhı üzerinde olduğu için, önemli bir yerleşim bölgesi olmuş ve birçok kültüre ev sahipliği yapmıştır. Müslüman, Rum, Ermeni ve Süryani halkları, bu bölgede uzun yıllar birlikte yaşamıştır. Bugün de bütün bu etnik kimliklerin farklı kültür ve medeniyetlerinin izleri görülmektedir.

Elazığ’a karayolu, demir yolu ve hava yolu ile ulaşmak mümkündür. Elazığ’ın en önemli karayolu bağlantısı; Ankara–Kayseri–Malatya üzerinden gelerek, Tunceli ve Erzurum’a giden devlet yoludur. Bu karayolunun 156 kilometresi Elazığ il sınırları içindedir. Yolun Elazığ–Palu kesiminin 87. km’sindeki Kovancılar yöresinden kuzeydoğuya ayrılan bir kol, Bingöl ve Muş üzerinden Van’a kadar ulaşmaktadır. Şehrin ikinci önemli devlet yolu, Diyarbakır ve Mardin üzerinden Suriye sınırında Nusaybin ve Cizre, Irak sınırında Habur sınır kapılarına kadar ulaşır.

Elazığ’a hava yolu ile ulaşmak da mümkündür. Türkiye’nin bütün illerinden her gün Ankara ve İstanbul bağlantılı olarak, bazı büyükşehirlerden de direkt uçuş imkanı bulunmaktadır. Elazığ Havalimanı, şehre 12 km mesafededir. Ayrıca yeni yapılan pistle bölgenin en büyüğü konumuna gelen havalimanından, havayolu şirketlerinin servisleri ve taksilerle merkeze ulaşmak mümkündür.

Elazığ Hazar Gölü Plajı

Hazarbaba ve Mastar Dağları arasında bulunan bu plaj şehrin en güzel noktalarından birisi. Mavi ile yeşilin harika uyumunu bir arada göreceksiniz ve burada göreceğiniz Hazar Gölü’ne büyük olması sebebiyle yerli halk tarafından Hazar Denizi denilmektedir. Göl etrafında büyük şehirleri aratmayan tesisler mevcuttur. Öyle ki Güneydoğu Anadolu’nun Bodrum’u olarak nitelendiriliyor.

Elazığ Harput Buzluk Mağarası

Şehre 12 km, Harputa ise sadece 4 km mesafede bulunan mağara, Keban Baraj Gölüne yakın. Bu mağaranın tarihi Urartulara kadar gitmektedir. Bu mağara yazın serin kışın ise sıcak oluyor. Yazın mağara içerisi serin olduğundan bir çok sarkıtlar, doğal tabakalar ve dikitler bulunmaktadır. Kışın ise tam tersi bir durum yaşanmaktadır.

Elazığ Kömürhan Köprüsü

Fırat Nehri üzerine kurulan bu köprü Elazığ-Malatya karayolu üzerinde bulunmaktadır. Bir diğer adı ise İsmet Paşa Köprüsüdür. Bu köprü, Karakaya Barajı yapılırken sular altında kalsa da 1986 yılında yenilenmiştir. Köprünün tarihi IV. Murad’a kadar uzanmaktadır. IV. Murad, 1638 yılında Bağdat Seferinde yapımına karar verilmiş ama zamansız ölümü ile köprü yarım kalmıştır.

Elazığ Keban Baraj Gölü

Ülkemizin 2. büyük yapay gölü olan bu baraj göl, Murat vadisi boyunca uzanmaktadır. Elazığ sınırları içinde olup toplam uzunluğu 125 km’dir. Ülkemizin en önemli yatırımlarından birisidir ve burada elektrik üretiminin yanı sıra balık üretimi ve avcılıkta yapılmaktadır. Bu gölün etrafını insanlar mesire yeri olarak kullanmaktalar ve hatta göl üzerinden bazı ilçelere feribotla geçiliyor.

Elazığ Hazarbaba Kayak Merkezi

Sivrice ilçesinde bulunan bu kayak merkezi, Hazarbaba Dağında bulunmaktadır. Elazığ’daki kış turizmine belki de en önemli katkıyı yapmaktadır. 1997 yılından beri faaliyer göstermektedir. Bu bölgede tesis var ama isteyenler 6 km uzaklıkta Hazar Gölü çevresindeki otelde de kalabilirler. Yalnız şunu unutmayın daha çok günü birlik ziyaretçilerin uğrak yeridir. Hem amatör hemde profesyonel kayakçılar için pistler mevcuttur.

Elazığ Çırçır Şelalesi

Keban Barajını yapıldıktan sonra oluşan bu şelalenin çevresinde alabalık tesisleri bulunmaktadır. Aynı zamanda iyi bir dinlenme yeridir. Bu da şu demek oluyor; Keban Barajı Gölüne giderseniz çok fazla uzaklaşmadan şehrin bir çok önemli yerlerini gezmiş olacaksınız.

Elazığ Harput Kalesi

2 bölümden oluşan bu kale Urartular tarafından yapılmıştır. Rivayete göre kale yapılırken harcında su yerine süt kullanılmıştır. Bu nedenle de kalenin diğer adı Süt Kalesidir. Belgelere bakıldığı zaman kale tarih boyunca Bizanslıların, Romalıların ve Arapların hakimiyeti altına girmiştir. Son olarak kendine hayran bırakan bir güzelliği var.

Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi

Bir şehrin tarihini en iyi anlatan en ideal yer o şehrin müzeleridir. Siz de Elazığ tarihini doğru bir şekilde öğrenmek istiyorsanız bu müzeyi mutlaka gezin. Müze, Fırat Üniversitesinin Mühendislik Fakültesi Kampüsündedir. İlk olarak Harput’ta Alacalı Cami’de açılan müze, 1982 yılında bugün kü yerine taşınmıştır. Şehirde yapılan kazı çalışmaları sonucu çıkarılan eserler sergilenmektedir.

Elazığ Kapalı Çarşı

Sadece yöre halkının değil yerli ve yabancı ziyaretçilerinde önemli uğrak yerlerindendir. Turistler buraya önem vermekteler. Zira şehrin en önemli ve aynı zamanda en eski ticaret merkezidir. Bu çarşı 2013 yılında özelliği bozulmadan restore edilmiştir. Burada başta Ağın leblebisi, özel baharat çeşitleri, pekmez, badem şekeri, tulum peyniri olmak üzere birçok ürün bulabilirsiniz. Ayrıca burada gezerek şehrin mutfak kültürü hakkında fikir sahibi olabilirsiniz.

Elazığ Karakoçan Golan Kaplıcaları

Adından da anlaşılacağı gibi Karakoçan ilçesine bağlı olan bu kaplıcalar ilçe merkezine 18 km mesafededir. Ziyaretçi sayısı oldukça fazladır. Buraya yakın Peri Çayı’da uğrak yerlerdendir. Başta romantizma, kırık-çıkık, kadın hastalıkları ve cilt hastalıkları gibi birçok rahatsızlıklara iyi geldiği belirtiliyor. Dolayısıyla hem eğlenmek hem dinlenmek hemde şifa bulmak için güzel bir yer.

Neymiş diye soranlara: Orcik

kermak

Aslında Elazığ hariç diğer doğu ve batı yörelerinde cevizli sucuk olarak bilinir orcik. İncecik bir ipe geçirilen ceviz içleri yoğun kıvamlı bir pestil ile buluşturulur. Sonrası malum tadına doyum olmaz. Hemen bir not ekleyelim: Elazığlılar pestile bastık da diyebiliyormuş. 

Ceviz olmazsa olmazdır: Gömbe

blogspot

Elazığ mutfağının en beğenilen lezzetlerinden biridir gömbe (kömbe). Kulak memesi kıvamında, genellikle kepekli undan hazırlanan yufka arasında cevizli, kıymalı bir harç bulunur. Bir kat yufka, bir kat harç… Böyle yufka bitene kadar devam eder işlem. İsteğe bağlı etlisi de olur fakat kıymalısı pek meşhurdur.

Ayran çorbası diyen de var: Harput çorba

Ayran Çorbası Tarifi

Bir başka özel lezzet de, özellikle yaz aylarında sevilerek içilen soğuk çorbadır. Soğuk ayran aşı ya da Harput çorba olarak da bilinir. Önceden kaynatılmış ve 1 gece beklemiş dövme, yoğurt ve nohutla buluşuyor. Özel naneli sosuyla servis yapılıyor. Olsa da içsek! 

Elazığ’da da meşhur: İçli köfte

figeninhobileri

Komşu illerinde olduğu gibi Elazığ’da da pek bir meşhurdur bu lezzet. Cevizle hazırlanan harcına bolca kıyma eklenir. Dışındaki hamuruna da kıyma ekleyenler varmış bu arada.

Yufkası özel: Sırın

eletbeyzadesofrasi

Oklavayla incecik açılan yufkalar şerit halinde kesilir ve rulo şeklini alarak fırında pişer. Üzerine sarımsaklı yoğurt ve yağlı sosu da eklenir. Basit gibi gözüken ama oldukça doyurucu bir lezzettir.

Menengiç ya da: Çedene kahvesi

batmanlink

Günümüzde hangi ilde yaşarsak yaşayalım, kafelerin menülerinden tutun da market reyonlarına kadar görebileceğimiz kahvedir. Menengiç kahvesi olarak yaygın olsa da Elazığ’da çedene kahvesi olarak bilinir.

Adı da tadı gibi özel: Lobik çorbası

sehir

İnce yeşil fasulyeye lobik adı verilen Elazığ’da, yörenin en lezzetli çorbalarından birisidir. Lobik olmadığında börülceyle de pişen çorba biraz yağlı olsa da tadına doyum olmaz.

Kömbesini duymuştuk ama: Küncülü köfte

eksitarif

Biraz zahmetli olan bu yemeğe adını veren susama küncü deniyor arkadaşlar. Yoğurması, hazırlaması, dinlendirmesi derken bir saat kadar hazırlama süresi olan köfte ekmeksiz yenilir cinsten.

Mardin’in de lezzetlisi: Kibe dolması

hepleziz

Kuzu işkembe dolması olan bu yemek Mardin mutfağından Elazığ’a kadar ulaşmış. İç harcıyla beraber oldukça lezzetli olan dolma kalabalık sofralarda başköşede yerini alır.

Baklavanın rakibi: Dolanger

blogspot

Bayramların, özel günlerin olmazsa olmazıdır. Kat kat açılan yufkalar özel şeklini alır ve sıcacık şerbetle buluşur. Kaymak da eklenince yeme de yanında yat olur. 

Kahvaltının en gözdesi: Patile

soframiz

Özenle açılan yufkaların içine orijinalinde sadece soğan kavurması eklenir ancak peynirli, kıymalı, patatesli versiyonları da mevcut. Kahvaltıların ve çay saatlerinin en olmazsa olmazıdır.

Finale yakışır lezzet: Harput köftesi

Harput Köftesi Tarifi

Yağsız kıyma, ince bulgur ve reyhanın başta olduğu baharat ailesi ile hazırlanan köftelerin salçalı sosla harmanlandığı leziz mi leziz, yöresel bir ana yemek Harput köftesi.

Not: Orijinal tariflerde silindir şeklinde hazırlanan köfteleri, resimde görmüş olduğunuz gibi orta kısımları boş fellah köftesi şeklinde de hazırlayabilirsiniz.

Kaynak: https://yemek.com/elazig-yemekleri/

4000 yıllık kent…
Yeni bir yerleşim merkezi olan Elazığ’ın tarihi, tarihçiler tarafından, devamı olduğu Harput şehir tarihi ile birlikte inceleniyor. Gerçekten; bugünkü şehir merkezinden sadece 5 km uzaklıkta bulunan Harput, yazılı kaynaklara göre M.Ö. 2000 yılına dayanan 4000 yıllık tarihiyle, Elazığ’ın ilk yerleşim bölgesi. Tarihi kaynaklarda, Harput’a ilk yerleşenlerin “Hurriler” olduğu belirtiliyor. Asya çıkışlı oldukları tezi çoğunlukla kabul gören Hurriler’in yine bölgede yerleşmiş olan Hititler ve Asurlar’la ilişki içinde olduğu biliniyor. Hititler’in başkenti Boğazköy’de bulunan yazılı kaynaklarda Harput’tan “İşuva” olarak sözedilmesi bu bilgiyi doğrular nitelikte. MÖ. 9. yüzylda, Doğu Anadolu’da devlet kuran Urartular’ın Elazığ tarihindeki yeri ise Harput Kalesi’nin taşıdığı Urartu Dönemi izlerinden gözlemlenebiliyor.
 
Malazgirt’ten sonra
Harput’un Asya / Anadolu / Trakya / Mısır bağlantılı ticaret yollarının tam üzerinde yeralması, her dönemde önemli bir yerleşim merkezi olmasına ve çeşitli uygarlıkların fetihlerine uğramasına neden oluyor 1085’de Çubuk bey tarafından fethedilen yörede, önce Artukoğulları’nın daha sonra 1234’de Anadolu Selçukları’nın, 1243’de İlhanlılar’ın, 1363’de Dulkadiroğulları’nın, 1465’de Akkoyunlular’ın hüküm sürdüklerini görüyoruz.
 
Ve Osmanlı…
Harput, son olarak 1516’da Çaldıran Zaferi sonrası Yavuz Selim tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılıyor ve 19. yüzyılın sonlarına kadar kültür, bayındırlık gibi konularda yurdun en gözde şehirlerinden biri olarak varlığını sürdürüyor. 19. yüzyıl sonlarına doğru, değişen toplum yapısı ve buna bağlı olarak değişen şehircilik anlayışının getirdiği şartlarla Harput, 1834 yılından itibaren ovada yeralan ve o zamanki adı ile Agavat Mezrası olan bugünkü Elazığ’a taşınmaya başlıyor.  
 
Atatürk ve Elazığ
Dönemin valisi İzzet Paşa’nın teklifiyle “Mamurat-ül Aziz” ismini alan, ancak söylenmesi daha kolay olduğu için “Elaziz” olarak anılan şehir, 1937 yılında Atatürk tarafından ziyaret ediliyor. Atatürk 1937’deki ziyaretiyle Elazığ’a ikinci defa gelmiş oluyor. İlk gelişi 2. Ordu Komutanı rütbesiyle 1916’da… Atatürk’ün 2. Ordu Karargahı’nda,silah arkadaşları ile “Kurtuluş Savaşı”nı başlatma kararı aldığı, bir bakıma “Kurtuluş Savaşı”nın fikren Elazığ’da doğmuş olduğu kabul ediliyor. 1937’de Atatürk, şehre “azığı bol il” anlamında “Elazık” ismini uygun görüyor, isim daha sonraları, TBMM kararı ile “Elazığ” olarak onaylanıyor. Bu nedenle Elazığ, bir yandan Kurtuluş Savaşı fikrinin ilk filizlendiği, diğer yandan ismi doğrudan Atatürk tarafından konmuş” bir şehir olma şerefini taşıyor.
 
Çağdaş Elazığ
Elazığ’ın Cumhuriyet döneminde de yurt kalkınması paralelinde büyük gelişme gösterdiği, tarımda, ticarette büyük atılımlar başlattığını görüyoruz. Özellikle eğitim alanında büyük gelişme gösteren ve bir “Üniversite Şehri” niteliğindeki kent bugün,eğitim kurumları, turistik tesisleri, mükemmel şehircilik anlayışı, kültürü, tarihi yanında, çalışkan, konuksever halkı ile de çağdaş bir kent olarak “Doğu’nun İncisi”sıfatını hak ediyor.
2. KRONOLOJİ
Harput’un Türklerin Eline Geçişi
        Büyük Selçuklu hakimiyetinin Anadolu’ya kayması ile Harput’un Türk yurdu olmasında en önemli savaşın Malazgirt Meydan Muharebesi olduğuna şüphe yoktur Nitekim Harput ve çevresi 26 Ağustos 1071 Malazgirt muharebesinden sonra Türklerin eline geçmiş olup yörede Büyük Selçuklu Devletine bfağlı olarak Çubuk beyin idaresinde, Çubukoğulları Beyliği kurulmuştur (1085). Harput’un Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan bu yer Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir.
 
        Çubukoğulları Beyliğinin ömrü uzun sürmemiş 1110 yılında Artuklu Belek B. Behram Harput ve yöresini ele geçirerek  Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı büyük mücadeleler vermiştir. Belek Gazinin 1124 yılında ölümünden sonra Harput, Hısnıkeyfa  Artuklu hükümdarı Davud’un eline geçmiştir. Bir müddet sonra Davud’un kardeşi İmadeddin Ebu Bekir tarafından Harput’ta Harput Artukluları diye bilinen bağımsız bir beylik kurulmuştur. Ondan sonra gelen Hızır ve Nureddin Artuk Bey, Eyyubilere tabi olmuşlardır. Artuklu hakimiyeti 1234 yılına kadar sürmüştür. Artuklu hükümdarlarından, Fahreddin Karaaslan’ın Harput tarihinde unutulmaz yeri ve eserleri vardır. Nitekim Fahreddin Karaaslan 1148-1174 yılları arasında Harput’ta hüküm sürmüş ve burada bulunan ulu camiyi yaptırmıştır.
 
        Geçici bir süre Harizm sultanı tarafından zaptedilen Harput, 1230 yılında Moğolların eline geçmiştir. 1234 yılında Artuk hanedanına, Alaaddin Keykubad I. tarafından son verilmiş, 1234 yılından itibaren Türkiye Selçuklu Devleti’nin hakimiyeti altına girmiştir. Türkiye Selçukluları devrinde Harput, bir subaşı tarafından idare edilmiş, bu devirde “Arap Baba” Türbe ve Mescidi hariç önemli bir eser günümüze kadar gelmemiştir. Kösedağ savaşından bir süre sonra da İlhanlılar tarafından zaptedilmiştir.
 
        14.yüzyıl ortalarında bir süre Harput, Eratnalılar ile Dulkadiroğluları arasında mücadele konusu olmuştur. 1366 yılında Dulkadirli Halil Bey tarafından şehir ele geçirilmiştir. Dulkadirli, Kadı Burhaneddin, Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletleri arasında sık sık el değiştirdikten sonra  şehir, 1465 yılında Akkoyunlu Uzun Hasan tarafından zaptedilmiş ve kırk yıl kadar Akkoyunlular’ın idaresinde kalmıştır. Bu dönemden günümüze kadar gelen en önemli eser olarak Sare (Saray) Hatun camiidir.
 
        1507 yılında Safevilerin eline geçen Harput, 1515 yılında Çaldıran zaferinden sonra Osmanlı hakimiyetine girdi (1516). Arkasından şehir, aynı adla kurularak Diyarbekir eyaletine bağlanan sancak merkezi ve sancağın ilk tahriri 1518 Eylülünde tamamlandı. Bu tahrire göre Harput on üç mahalleden meydana geliyordu ve bunların dokuzunda Müslüman, dördünde gayri Müslim halk oturuyordu. 1523’te Müslümanların mahalle sayısı on dörde çıkarken gayri Müslimlerin değişmedi.1566’da biri hariç 1523’teki mahalleler aynı kaldı. Şehrin girişinden başlayarak  kalenin önüne kadar inen caddenin iki yanında yer alan Müslüman mahallelerinden  en kalabalık olanları  1523-1566  tahrirlerine göre  Molla Seyyd Ahmed, Cami-i Kebir, Arslaniye Mescidi ve Müderris Mescidi idi. Nispeten yoğun bir yerleşmenin  görüldüğü gayri Müslim mahallelerinin en kalabalıkları ise şehrin Elazığ’a bakan batı tarafındaki Gürcü Bey ile doğu yamaçlarındaki Norsis mahalleleriydi. Şehrin 1518’de, 6.000 olan nüfusu giderek artmış ve bu rakam 1523’te 8.300’ü, 1566’da 13.400’ü geçmişti. 1516-1566 yıllarında  toplam nüfusun  %54-62’sini Müslümanlar, %38-46’sını gayri Müslimler teşkil etmekteydi. Harput’un nüfusu 17. Yüzyıla kadar  sürekli arttığı görüldü. Bu asırda Celali isyanları sırasında tahribata uğraması, mesela 1605’te Tavil Mehmed’in kendisini burada kuşatan  Karakaş Ahmed Paşanın kuvvetlerine karşı koruyabilmek için bir kısım evleri yıktırıp taş ve kerestelerini harap haldeki surların tamirinde  kullanması  ve ağırlaşan vergiler gibi sebepler yüzünden nüfus, azalmaya başladı. 17.yüzyılın başlarında  buraya uğrayan Polonyalı Simeon şehirde sadece 100 hane kadar Ermeni olduğunu kaydeder. Yine bu yüzyılın ortalarına ait bir avarız tahrir defterine göre şehirde nüfusun 4-5000 dolayına düştüğü anlaşılmaktadır. Evliya Çelebi ise hisar içinde 1000 kadar toprak örtülü ev ile eski bir caminin bulunduğunu ve dış surların harap durumda olduğunu belirtmektedir. XIX. Yüzyılda  şehrin önemi biraz daha arttı ve nüfusu fazlalaştı; burayı ziyaret eden batılı seyyahlar yüzyılın ikinci yarısında nüfusun 25.000’i aştığını belirtirler. V. Cuinet, XIX. Yüzyılın sonlarına doğru Harput’ta 12.600 Müslüman, 4850 Gregoryen, 1845 Protestan, 252 Katolik ve 453 Ortodoks’un yaşadığını: Şemseddin Sami ise 2670 ev, 843 dükkan, on cami, on medrese, sekiz kütüphane, sekiz kilise, on iki han ve doksan hamamın olduğunu kaydeder.
 
        Osmanlı hakimiyeti döneminde Harput, Basra ve Bağdat’tan Diyarbekir’e gelip Malatya ve Sivas istikametinde devam eden ticaret yolunun üzerinde bulunuyordu. Bu yol aynı zamanda askeri amaçlarla da kullanılıyor, ayrıca bir yol da Bingöl ve Muş üzerinden Van’a ulaşıyordu. Bu kervan yolları Harput için önemli gelir kaynağı durumundaydı. 16. ve 17. Yüzyıllarda gelip geçen ticaret mallarından alınan vergiler mühim bir meblağ teşkil ediyordu. Harput aynı zamanda çevresinin sanayi merkezi durumunda idi. Dericilik, demircilik ve bakırcılık çok gelişmişti. Sadece çeşitli kumaşların renklendirilip desen verildiği boyahanenin geliri 1518’de 44.000, 1523’te 62.000, 1566’da 122.000 akçe idi. 17.yüzyıl ortalarında Evliya Çelebi Harput’ta 600’den fazla dükkan bulunduğunu kaydetmektedir.
 
        Yerleşmeye elverişli olmayışı, tabiat şartlarının zorluğu, iaşe teminindeki güçlük Harput’un daha fazla gelişmesini önlemiştir. 1834’de doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa Ovada yer alan Agavat Mezrası’nı merkez haline getirince, daha sonra teşkil edilen Mamuretülaziz (Elazığ) vilayetinin merkezi, Harput’tan buraya taşınmış aynı yıl hastane, kışla ve cephane binaları yapılmış vilayet merkezi, Harput’tan buraya nakledilmiştir. Bu nakilde, Harput’un stratejik açıdan önemini kaybetmesi önemli rol oynamıştır.
 
        19.yüzyılın ikinci yarısında ve 20.yüzyılın başlarında Ermeniler arasında Protestanlığı yaymaya çalışan Amerikan Misyonerleri buraya yerleşmişler ve 1876’da bir de kolej açmışlardır. I. Dünya Savaşı sırasında şehrin ermeni nüfusu başka yerlere nakledilirken Müslümanların bir çoğu aşağıdaki Mamuretulaziz’e göçmüş, böylece Harput bir harabe şehir haline dönüşmüştür.
 
        Sultan Abdulaziz’in tahta çıkışının 5.yılında Hacı Ahmed İzzet Paşa devrinde  buraya tayin edilen, Vali İsmail Paşanın teklifi ile 1867 yılında “Mamurat al-aziz” adı verilmiştir. Fakat telaffuzu güç olduğundan halk arasında kısaca “Elaziz” olarak söylene gelmiştir.
 
3. ELAZIĞ’IN TARİHİ
Doğu Anadolu Bölgesini batıya bağlayan yolların kavşak noktasında bulunmaktadır. İl Sınırları içindeki en önemli akarsu Fırat ve kollarıdır. 86 Km2 yüzölçümü olan Hazar Gölü, İl merkezine 30 Km. mesafededir. İlimiz Keban, Karakaya, Kralkızı ve Özlüce gibi baraj gölleri ile çevrilidir. Geçmişte karasal iklimin hüküm sürdüğü Elazığ, yapılan ve yapılmakta olan barajların etkisi ile ılıman bir iklime geçiş yapmıştır. Elazığ kent merkezinin geçmişi yeni olmakla birlikte yerleşim olarak bölgenin tarihi oldukça eskidir. Bu nedenle Elazığ’ın tarihinin, devamı durumunda olduğu Harput’un tarihi ile birlikte ele alınması gerekir.
 
Harput ve yöresi, Anadolu’nun en eski yerleşme birimlerinden biridir. Nitekim, Fırat Irmağı’nın çizdiği büyük yay içinde, sulak ve verimli bir ova üzerinde bulunması, doğal kaya sığınakları, kara ve su hayvanlarının bolluğu nedeniyle yöre, Paleolotik (Yontma Taş Devri M.Ö. 10.000) dönemden beri, yerleşme alanıdır. Elazığ ve yöresinin yazılı tarihinin Hitit tabletlerindeki bilgilerle aydınlatıldığı görülmektedir. M.Ö. 2000’lerde yörenin İşuva adıyla anıldığı belirlenmiştir. M.Ö. 12.  7. yüzyıllar arasında yöreye merkezi Van (Tuşpa) olan Urartular hakim olmuştur.
 
Urartu dönemi ile ilgili olarak, Harput Kalesi başta olmak üzere, Altınova Norşuntepe’de ortaya çıkarılan Urartu yerleşmesi, Palu Kalesi, Karakoçan (Bağın) ve İzoli (Kuşsarayı)’ndaki çivi yazılı kitabeler yöredeki Urartu hakimiyetini açıkça ortaya koymuştur. Daha sonra bölgede Medler, Persler, Romalılar, Bizanslılar ve Arapların değişik dönemlerde egemen oldukları görülmektedir. Büyük Selçuklu hakimiyetinin Anadolu’ya kayması ile Harput’un Türk Yurdu olmasında en önemli savaşın Malazgirt Meydan Muharebesi olduğuna şüphe yoktur. 1085 yılında Çubuk Bey tarafından fethedilen Harput’ta Çubukoğulları Beyliği kurulmuştur. Türkler tarafından alınmasına kadar sadece müstahkem bir kale hüviyetinde kalan Harput, Türklerle beraber büyüyen bir şehir haline gelmiştir.
 
Çubukoğulları Beyliği’nin ömrü uzun sürmemiş, 1110 yılında Artuklu Belek Behram Harput ve yöresini ele geçirerek Artukoğulları dönemini başlatmıştır. Belek Gazi, Haçlı seferlerine karşı büyük mücadeleler vermiştir. Artuklu hanedanına, 1234 yılında I. Alaaddin Keykubad tarafından son verilmiş, Harput bu tarihten itibaren Türkiye Selçuklu Devleti’nin hakimiyeti altına girmiştir.
 
Kösedağ Savaşı’ndan sonra Harput, 1243’te İlhanlılar tarafından zaptedilmiş, 1363’te Dulkadiroğullarının, 1465’te Akkoyunluların ve nihayet Çaldıran Savaşı’ndan sonra 1516 yılında Osmanlıların eline geçmiştir. Coğrafi konumu itibariyle tarihin hemen her döneminde önemli bir yerleşim merkezi olan Harput, 1834’te doğu eyaletlerini ıslah etmek üzere görevlendirilen Reşid Mehmed Paşa, ovada yer alan Agavat Mezrası’nı merkez haline getirince, Elazığ Vilayeti’nin merkezi buraya taşınmıştır. Yeni kurulan şehir önceleri eyalet ve bilahare vilayet merkezi olmuş, bir ara Diyarbakır Vilayeti’ne bağlı bir sancak haline gelmiştir. 1875’te müstakil mutasarrıflık, 1879’da tekrar vilayet olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında Malatya ve Dersim sancakları da buraya bağlanmış, 1921’de bu iki sancak Elazığ’dan ayrılmıştır.
 
ELAZIĞ TARİHİNDEKİ BELLİ BAŞLI DÖNEMLER
Harput’ta hüküm sürmüş uygarlıklar şunlardır:
  • Hurriler (M.Ö.20.yy.)
  • Hititler (M.Ö.14-13.yy.)
  • Urartular (M.Ö.9.yy.)
  • Romalılar (M.Ö.8. yy.)
  • Bizanslılar (M.S.10.-11. yy.)
  • Azeri Türkleri (M.S.11.yy.)
  • Araplar (M.S.11.yy.)
  • Çubukoğulları (M.S.12.yy.) 1087
  • Artukoğulları (M.S.12.yy.)
  • Selçuklular (M.S.13.-14.yy.)
  • Dulkadiroğulları (M.S.14.yy.)
  • Akkoyunlular (M.S.15.yy.)
  • Osmanlılar (M.S.16.yy.)

Kaynak: http://www.elazig.gov.tr/elazig-tarihi

• Ağın
• Alacakaya
• Arıcak
• Baskil
• Karakoçan
• Keban
• Kovancılar
• Maden
• Merkez
• Palu
• Sivrice

Ekonomisi sanâyi, tarım ve ticârete dayanır. Keban Barajının yapılmasından sonra tarıma elverişli toprakların bir kısmı toprak altında kaldığından, tarım alanlarının azalması paralelinde sanâyi canlanmıştır. Gayri sâfi gelirinin % 30’u sanâyi, % 10’u ticâret ve % 25’i tarım sektöründen elde edilir. Toprak altı ve üstü çok zengindir. 

Tarım: Ovaları az fakat çok verimlidir. Bol suları bulunan büyük akarsuların suladığı bu ovalarda, buğday, arpa, pirinç, şekerpancarı, tütün, fasulye, nohut, mercimek, fiğ, burçak, soğan, sarmısak, pamuk, üzüm, elma, armut, kayısı, ceviz, bâdem ve dut yetişir. Yetiştirilen ürünler arasında lahana, kavun ve çilek önemli gelir kaynağı hâline gelmiştir. 

Hayvancılık: Elazığ hayvancılığa çok elverişlidir. Geniş mer’a ve çayırları, Karacadağ gibi yaylaları buna müsâittir. İl dâhilinde koyun, kıl keçisi, sığır, at ve katır beslenir. Arıcılık gelişmiştir. Akarsu ve gölleri bol ve su bakımından zengin olmasına rağmen balıkçılık henüz gelişmemiştir. Keban baraj gölünde sazan ve aynalı sazan balığı yetiştirilmeye başlanmıştır. 

Ormancılık: İlin orman sahası her ne kadar % 25 görünmekte ise de çoğu fundalık olup, mevcut ormanlar da bakımsızdır (106.000 hektar). 

Mâdenleri: Elazığ mâdenciliğin zirâatle yarıştığı ve hattâ zirâati geçtiği bir yerdir. Toprakları mâdenle doludur. Bakır, krom, simli kurşun ve betonit başlıcalarıdır. Ergani Bakır İşletmesi’nde; blister bakır, sülfirik asit ve prit tüvenan cevher istihsal edilir. Diğer mâden işletmeleri Guleman Krom İşletmesi, Ferro Krom Te’sisleri ve Elazığ Betonit Fabrikasıdır. Alacakaya ve Arıcak ilçelerinde çıkarılan mermer dünyâca meşhurdur. Kendine has özelliği bulunan Elazığ mermerini işlemek üzere son senelerde birçok mermer işleme fabrikası kurulmuştur. 

Sanâyi: Elazığ’ın mâden bakımından zengin ve Türkiye’nin en büyük hidroelektrik santralının bu ilde oluşu ile sanâyi gelişmiştir. İrili ufaklı 1200 sanâyi iş kolu vardır. Elazığ sanâyi alanında Doğu Anadolu bölgesinde önemli bir yere sâhiptir. Özellikle Organize Sanâyi Bölgesinin kurulması ile fabrika sayısı hızla artmıştır. 49 fabrikalık sanâyi bölgesinde 20 fabrika inşaatı tamamlanarak üretime geçmiştir. Diğerlerinin inşaatı devam etmektedir. Un, deri, şeker, çimento, pamukyağı, pamuk ipliği, kiremit, yün, süt, yem, azot, süper fosfat, kireç, plastik boru, tüpgaz îmâlâtı ve dolum, kâğıt, tekstil, meşrubat, matbaacılık, mermer, ayçiçek yağı, ayakkabı, mobilya, sabun, tıbbî malzeme fabrikaları başlıca büyük sanâyi kuruluşlardır. 

Ulaşım: Elazığ doğuyu batıya bağlayan yolların kavşak noktasındadır. Karayolları Ankara-Kayseri-Malatya-Elazığ-Bingöl-Muş karayolu, Adana-Maraş-Malatya-Elazığ- Tunceli karayolu, Mardin-Diyarbakır-Arapkir-Keban-Elazığ karayolu ile İran-Erzurum- Tunceli-Elazığ milletlerarası yollar ile bağlıdır. İyi asfalt vasfında olan bu yollardan Elazığ içinde kalan kısımlarının uzunluğu 425 kilometredir. Ankara-Kayseri-Sivas-Malatya demiryolu Elazığ’da iki kola ayrılır. Bir kol Diyarbakır-Batman’a diğeri Palu-Genç- Muş-Tatvan’a ulaşır. İl sınırları içinde kalan demiryolu 272 km ve 15 duraklıdır. 1981 yılında temeli atılıp, 1986 yılında hizmete giren Fırat köprüsü, Türkiye’nin en uzun köprüsüdür. 2030 m olup, 30 adet betonarme ayak üzerine inşâ edilmiştir. İmkanları her geçen sene artırılan hava alanı ile Ankara-İstanbul-Kayseri ve Malatya’ya seferler yapılmaktadır. Ayrıca Keban Baraj Gölü üzerinde Ağın ilçesi ile Tunceli’nin ilçeleri arasında feribotla ulaşım sağlanmaktadır.


Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/elazig/ekonomi.html

Musiki – Folklor

Harput musikisinde, içli bir ibadetin çoşkunluğu hissedilir. Bir makama başlanırken, söylenen gazellerde, bir ilâhi çeşnisi vardır. Bundan sonra gelen türküler, bu ilâhi duyguyu dalgalandıran ve coşturan nağmelerdir. Bestelerin yarattığı mânevi coşkunluk, gerçekten insani, maddi alemden uzaklaşmaya zorlar. Söyleyene ve dinleyene bir uçuş hissi gelir. Bu anda, hiç bir istek ve işaret lüzum olmaksızın, içgüdünün şevkiyle, sazın kendiliğinden ayak tutması sonunda, göklere yükselen bir ezan gibi, yüksek havalara, yerli tabirle “Kayabaşı ve Hoyratlara” geçilir. Bunlar, dağdan dağa çarpan, dik ve tiz perdeden söylenen ezgilerdir. Bilhassa dinleyen, kendisinin, yerden göğe doğru kanatlanmak üzere olduğunu hisseder. Bu seslerin, uçurucu tesiriyle, saz meclisi, vecit haline gelir artık. Bu vecdin, ruhlarda yarattığı coşkunluk ve taşkınlık; duyguların, heyecanların boşanmasına yol açar. Sazların refakatinde söyleyen ve dinleyen, hep bir ağızdan, yani koro halinde, şıkıltımlara, oynak türkülere geçer. Bu türküler, yalnız ruhta değil, bedende de tepkisini gösterdiği için, bu sırada veya hemen şıkıltımları takiben, aynı makama uygun, erkek veya kadın oyunları oynanır.

Elazığ Halk Oyunlarını, oyun bölgelerinden “Halay Bölgesi” içinde ele almak gerekir. Elazığ Halk Oyunları “Halay Bölgesi” içinde hareketlilik açısından diğer il ve bölgelere göre ağır ve estetiktir. Az miktarda, çok hareketli oyunlar da vardır. Oyun tempolarını incelediğimiz zaman bu özellik hemen göze çarpmaktadır. Oyunlar “Halay Bölgesindeki diğer oyunlara nazaran müzik ve oyun figürleri açısından ayrıcalık gösterir. Öyle sanıyoruz ki, bu ayrıcalık Elazığ Halk Müziğinin, daha ziyade Türk Sanat Müziğine yatkın olmasından ve müziğin klasik sazlarla icra edilmesinden ileri gelmektedir.

Müzikteki bu ayrıcalık, oyun müziklerinin zengin bölümlere sahip olmasında, oyunlarda ise zengin figürlere sahip olmasında gözlenmektedir. Ayrıca her yörede görülmeyen, her oyun formuna (figürüne, kalıbına) karşılık bir müzik formunun bulunması da kayda değer bir durumdur.

Elazığ Halk Oyunları, genel olarak “tatlı sert” bir karaktere sahiplerdir. Erkek oyunları biraz daha sert ancak estetik, kadın ve kız oyunları ise biraz daha yumuşak ve tatlıdır. Komşu vilayetimiz olan Diyarbakır’ın halayında görülen sertlik, Elazığ halayında mevcut değildir. Ondaki sertlik ve figür azlığına karşılık, diğerinde (Elazığ Halayında) tatlı sertlik ve figür zenginliği şeklindedir.

Altmışa yakın Elazığ oyunu vardır. Ancak, bugün yaşayan oyunların adedi yirmi – yirmi beş kadardır. Bu oyunların birkaç tanesini oynanış biçimi ve özellikleriyle birlikte anlatacağız.

 

Çayda Çıra Oyunu:

Bu oyun, Elazığ’ın Harput Bucağından derlenmiştir. Oyun “Mumlu Dans” namıyla dünyaca tanınmaktadır. ”Çayda Çıra” oyunu hakkında çeşitli efsaneler vardır. Ancak, bunlar dilden dile dolaşan çeşitli halk masallarına benzemekte ve diğer şehirlerimizde anlatılan efsanelerin bir varyantı ya da değişikliğe uğramış bir şekli olarak anlatılmaktadır.

Oyun, orijini itibariyle aydınlatma amacı güdülerek ortaya çıkmıştır. Araştırmamızda halk arasında söylenen çeşitli efsaneler tespit ettik. Bunlardan bir örnek: Efsaneye göre Hazar Gölü kenarında bir köyde birbirini seven iki genç, gizlice buluşmaktadırlar. Erkeğin buluşma yerine gidebilmesi için gölü yüzerek geçmesi gerekmektedir. Buluşma gece olduğundan, kız çıra (Dındik) yakarak gence yerini belli etmektedir. Genç ise, ışığa doğru yüzmekte ve böylece sevgililer buluşmaktadır.

Bu durumu sezen kızın babası, buluşmanın yapılacağı bir gün erkeğin yüzerek gölün ortalarına geldiği sıralarda çırayı söndürür ve genç sevgilinin gölde boğulmasına sebep olur. Bunu fark eden kız da kendini suya atar, o da kaybolur. Bunun üzerine bütün köylü toplanarak ellerindeki “Çıra” larla iki sevgiliyi aramaya başlarlar. Efsaneye göre, bu olay üzerine ağıtlar yakılmış, türküler söylenmiş ve çıra ile arama olayı oyunlaşarak günümüze kadar gelmiştir. (Benzer bir efsane de Van yöresindeki “AHTAMARA” efsanesidir.)

Altınova’da yapılan görkemli bir düğünde geleneksel bir biçimde çay kenarında kurulan düğün meydanında çıralar yakılmış, Somat’lar kurulmuş ve düğün bütün coşkusuyla devam etmektedir. Bu sırada ay tutulunca, evlenen gencin annesi olan Pembe HAN tabaklara çıralar, mumlar diktirip gençlerin ellerine vermiş ve önde kendisi olmak üzere yürüyerek düğün meydanına, görkemli bir biçimde girmişlerdir. Bu buluşun mükemmelliği karşısında aşka gelen “Zurnacı Başı”, ellerindeki tabaklarla ortalığı bir anda gündüze çeviren, bu kalabalığı karşılayarak, gelenlerin ayak hareketlerine uygun bir müzik çalar. Kendisine eşlik eden kırk davul kırk zurna ile ortalık inlemeye başlar, böylece “Çayda Çıra” oyununun melodisi ortaya çıkmış olur. Bu olay gelenek halini almış ve çayda çıra oyunu günümüze kadar oynanıla gelmiştir.”

Eskiden kaç-göç olmadığı için, kız-erkek karma oynanan bu oyun, günümüzde karma oynandığı gibi, ayrı ayrı da oynanır. Oyunun 200-300 yıllık bir mazisi olduğu söylenir. Oyun Elazığ’ın her tarafında bilinir ve oynanır. Hatta, son zamanlarda Elazığ dışına da taşarak Malatya ve Diyarbakır’da da çeşitli şekillerde oynanmaya başlamıştır.

Tüm oyunlarda başta oynayana kolbaşı, sonda oynayana sonbaşı ya da poçik denir. Sadece halay oyununda “Halaybaşı” ve “Halaysonu” adları kullanılır. Oyunun aracı çift tabak ve içerisindeki üçer mumdan ibarettir. Oyun yürütülürken “Heey, Teey, Tey” diye nara atılır. Elazığ’ın yörelerinde delikanlıya “Gakkoş” adı verilir. Oyun düğünlerde, dini ve milli bayramlarda oynanır.

 

Çayda Çıra Türküsü :

Çayda çıra yanıyor,

Yanıp yanıp sönüyor,

Yavaş yürü usul bas,

Engeller uyanıyor.

Çayda çıra yanıyor,

Ay tutulmuş sanıyor,

Yavaş oyna güzelim,

Herkes seni tanıyor.

Çayda çıra yakarım,

Yar yoluna bakarım,

Bir yüz görümlüğüne,

Beşibirlik takarım.

Yanar çayda çıralar,

Kızlar oyun sıralar.

Gelin hanım gelirse,

Defçi toplar paralar.

Çayda çıra yanıyor,

Humar göz uyanıyor.

Fitil çifte yara bir,

Yürek mi dayanıyor.

Çayda çıra yüz çıra,

Yanıyor sıra sıra.

Yarim keklik ben şahin,

Giderim ardı sıra .

 

Avreş Oyunu :

“Berber Yaşar” adıyla da tanınan bu oyunun, Elazığ dışında herhangi bir yerde oynandığına rastlanmamıştır. Oyunun kaynağı Harput’tur. Eskiden asker sevki çok olan Elazığ ve Harput’ ta, askeri hareketlerin taklidi ile ortaya çıkan bu oyun, Elazığ’ın her yerinde oynanır. Oyunun elli-altmış yıllık bir geçmişi olduğu söylenmektedir. Bugün davul ve klarnetle çalınan bu oyunun müziği eskiden zurna ile çalınır ve oynanırdı.(Bugün birçok dağ köyümüzde ve birçok Alevi köyümüzde hâlâ zurna çalınmaktadır.) Esasen Harput’a klarnet girmeden önce düğünlerin baş sazı zurna idi. Ancak Türkiye’ye girdiği anda Harput’ta da kullanımı başlayan klarnet zurnayı büyük ölçüde etkileyerek etkinliğinin azalmasına neden olmuştur.

Avreş oyununun türküsü, yoktur. Bu oyunun melodisi ile başka bir oyun oynanmadığı gibi, bu oyun başka bir melodi ile oynanmaz. Oyun müziği önce 6/8 lik usûlde ve ağır tempoda, sonra 4/4 lük usûlde ve hızlı tempoda oynanır. Makamı İbrahimiyye dir. Tek sıra dizilmek suretiyle oynanan bu oyun bazen de sağa sola dönmek suretiyle icra edilir. Oyunun öyküsü olmayıp, oyun figürünü teşkil eden hareketler, daha çok ayaklarda toplanmış, kısmen de başla yapılmaktadır. Vücudun tabiî hareketlerini ihtiva eden oyun figürleri ile, asker hareketleri taklit edilmektedir. Oyunda “ha-ha, hey-hey”diye nara atılır. Bu oyun daha ziyade asker uğurlâmalarında ve düğünlerde oynanır.

 

Halay Oyunu :

Harput Halayı da denilen bu oyunun varyantları, “Palu” varyantı, İngüzek’te “Karaçor” denen oyun, Ağın’da “Düz Halay”, Baskil’de Halay, Sivrice’de “Düz Haley” dir. Oyunun kaynağı Harput’tur ve 200-300 yıldan beri, gençler ve yaşlılar tarafından zevkle oynanmaktadır. Oyun müziği önce 2/4 lük ve “zazaki” denilen figürde 6/8 lik usûlde çalınır, makamı İbrahimiyye’dir. Oyun, avuç avuca kenetlenip tutunmak suretiyle tek dizi halinde oynanır.Oyunun figürleri ayaklarda toplanmıştır. Daha çok asker uğurlamalarında ve düğünlerde oynanmaktadır.

Bıçak Oyunu :

Oyun merkez ilçeye bağlı Hankendi (Hanköy) Bucağı’ndan derlenmiştir. Oyunun asıl kaynağı belli değildir. Bıçak oyunları Türkiye’nin hemen her bölgesinde değişik şekillerde görülmektedir. Erzurum’da “Hançer Bari”, Karadeniz Bölgesinde de bıçaklarla çeşitli horonlar oynanmaktadır. Davul ve klarnet eşliğinde oynanan bu oyun türküsü yoktur. Başka bir melodi ile oynanmadığı gibi, bu oyunun melodisi ile de başka bir oyun oynanmaz.

Oyun, 9/B lik usûlde ve “İbrahimiyye” makamındadır. İki erkek, bir kadın ya da kadın kılığında bir erkek olmak üzere üç kişi. ile oynanır. Bar özelliği de göstermektedir. Oyun el ve ayak hareketlerinden oluşur. Taklitli bir oyun değildir. Müzik aynı ölçüyü sürekli takip eder. Usûlde bir değişiklik olmaz. Mutaassıp yerlerde kızlar ve kadınlar düğün alanına giremezler; oyunu damdan veya uzak yerlerden seyrederler. Bu yüzden oyunun seyri değişir.

Oyun araçları, oyuncuların ellerinde bulunan ikişer bıçaktır. Oyuncular bunlarla figürler yaparlar. Bıçak aralarından geçer, göğüse doğru sallanır. Oyun düğünlerde oynanır, türküsü yoktur.

Kılıç Kalkan Oyunu :

Eski oyuncular tarafından oynandığı duyulmuş, fakat görülmemiştir. Oyun müziğinin notası olduğundan, müziği hakkında bilgi edinmek kolaydır. Kaynak kişilerden Tahsin AYIK kendisiyle görüştüğümüzde, bu oyun hakkında şunları söylemiştir: “Bu oyunu oynayanları gördüm. Bunlar yaşça bizden daha büyüklerdi. Kılıç ve kalkanları olmadığından ellerindeki sopaları kılıç, ayakkabılarını kalkan yaparlardı. Sahip çıkılmayan bu oyunumuz maalesef iptal oldu. “

Delilo Oyunu :

Harput’tan derlenen bu oyuna “Derilo”, “Delilo” gibi adlar verilmektedir. Bu oyun halay bölgesinin hemen her yerinde, birbirine benzer özelliklerle oynanmaktadır. Asıl çıkış kaynağı konusunda bir yargıya varmak mümkün değildir.

Delilo oyununun 150-200 yıllık bir oyun olduğu söylenmektedir. Oyun, türkülü bir oyun olup, davul ve klarnet eşliğinde oynanır. Oyunun türküsü oyuncular tarafından söylenir. Bu oyun, başka bir oyun melodisi ile oynanmaz, bu oyun melodisi ile de başka bir oyun oynanmaz. 4/4 lük usülde müziği olan oyun, çevre illerdeki “Delilo” oyunlarından biraz daha ağırdır.

Giyim Kuşam

 

Şehir merkezinde kadınlar modern giyimi takip ederler. Bununla birlikte orta yaşın üzerindeki kadınların manto giyip başlarına örtü taktıkları görülmektedir.

Erkek Giyimi :

Başa fes takılır, astane mendil büyüklüğünde “Puşu” takılır. Yaşlılar yazma bağlarlar. Paçaları dar, üst kısmı geniş, beli uçkur ile büzülen çuha şalvar giyilir. Düz beyaz veya siyah-beyaz renkte çizgili, pamuklu kumaştan, içlik veya giyme adı verilen bir iç gömlek giyilir. Bu gömlek kollu, yakasız veya hâkim yakadır. Gömleğin üzerine şalvarın kumaşından “avcı yeleği” denilen bir yelek giyilir. Bele beyaz ipek veya şa1 adı verilen “acem kuşağı” bağlanır. Ayağa poçikli çarık ve yün örme çorap giyilir.

Kadın Giyimi :

Harput kadınının en eski giysi tipidir. Bu tip giysiyi bugün dahi dağ köylerinde görmek mümkündür. Yaklaşık 150-200 sene öncesinde bu tip giysi hakimdi. Bu giysi üç parçadan meydana gelmiştir.

1)- Şalvar

İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmakta ve iç kısmı astarlanmaktaydı. Şalvarın boyu oldukça uzun olup bilek kısımlarına kaytan geçirilmekte ve diz altından bağlanmaktadır. Böylece şalvar bir etek görünümünde dökümlü olarak ayak bileklerine inmektedir. Şalvarın bel kısmı da uçkurla büzülmektedir.

2)- İçlik

İpekli veya pamuklu kumaştan yapılmaktaydı. Yakası yuvarlak, önü açık, kopça ile iliklenmektedir. İçliğin yanları yırtmaçlıdır.

3)- Üçetek

Sim işlemeli, kalın ipekli kumaştan veya kadifeden yapılmaktadır. Kolları uzun, bilezikli, çok az yırtmaçlıdır. Yırtmaçlı kısım kopçayla tutturulmuştur. Yakası bele kadar açık,”V” şeklindedir. Belde iki kopça ile “birit” ilikle iliklenmektedir. Belden aşağıya doğru genişleyen eteğin önü tamamen açıktır. Yanları ise kalça altından yırtmaçlıdır. Böylece etek üç parça görünümünü almaktadır. Bele “belbağı” bağlanmaktadır.(Belbağı, üç-dört cm. eninde, tığ işi veya kumaş üzerine işlenmiş kuşaktır.) Ayakkabı olarak postal, çorap olarak yazın iplik, kışın ise yün çorap giyilmektedir.

Oyun giysilerinde kullanılan takılar şunlardır: Göğüs üzerine çaprazlama dizilen beşibirlik dizisi, camdan bilezik “Şeve” gümüş veya altın küpe ile yüzük kullanılır.

Atasözü – Deyimler

 

Aç gorsan hırhız olur, çok sölersen arsuz olur.

Akılsız başın cezasını ayahlar çeker.

Bekle bite çağala, hadse yiye sağala.

Can çıhmadan huy çıkmaz.

Cücüğü martta sayarlar.

Dam doymadan çortundan su ahmaz.

Dertli sölegen, aşık yırılgan olur.

Düğün evinde deve, acıhdınsa goş eve.

Eşeğin canına yeterse attan yügürük olur.

Galan işe gar yağar.

Garganan oturanın, burnu pislikten çıkmaz.

Garpuz kesmeknen ürek savumaz.

Hortut çirpisinden ataş olmaz.

Sevilmeyen gelinin selamı ergü gelür.

Suyun aharından, insanın yere bahanından gorh.

Yağ yiyen pisiğin gözünden belli olur.

Ziyareti bi çüt mumnan sınarlar.

Aç gezip guyruğu tik gezmek: Kimseye minnet etmemek

Ali gıran baş kesen: Kabadayı

Bahar mayısı gibi sıvaşmak: Yakasını bırakmamak

Durup durup duz kavurmah:Aynı şeyleri tekrar etmek.

Fıstik atıp gezmek: Yiyip içip gezmek,keyfi yerinde olmak.

Eşeğin büyüğü ahurda: İşin önemli bölümü geride

Gıçı gırıh it gibi dolaşmah: Bir işe yaramamak.

Hıriğini sürütmek: Peşinden başka misafirleri de getirmek.

Kortikoğlu işi: Baştan savma yapılan iş

Pirpirin mi yedin: Çok güçsüzsün

Yel gelecek delügü bilmek: Çıkarını gözetmek

Sevindirik omah: Çalım satmak

Allah elden ayağa düşürmeye.

Allah sahlıya

Bi yasduhda gacıyasız.

Dolu sanduhlar öğüne oturasın.

Gadan belan bahan gele.

Rızgın bol ola.

Boyun bosun devrile.

Can evin yıhıla.

Ezilesin, epriyesin.

O boyda kalasın.

Gotdik.

Sesin Sal altından gele.

Tatarhamıya gelesin.

Yüz üstü sürünesin.

Zukgumun kökü

Kaynak: https://www.elazig.bel.tr/