MERSİN HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Mersin ili Akdeniz Bölgesinin Çukurova bölümünün batısında bulunmaktadır. İlçelerin yüz ölçümleri; Akdeniz 304, Mezitli 604, Toroslar 838, Yenişehir 37, Tarsus 2032, Çamlıyayla 688, Silifke 2590, Mut 2535, Gülnar 1575, Erdemli 2053, Anamur 1348, Aydıncık 446, Bozyazı 570 km2 olmak üzere Mersin ili 15.620 km2 yüzölçümü ile Türkiye topraklarının %2 sini kaplar.
İl doğuda Adana'nın Karataş, Merkez, Karaisalı ve Pozantı; kuzeydoğuda Niğde'nin Ulukışla; kuzeybatıda Karaman Merkez, Ermenek; kuzeyde Konya'nın Ereğli ve doğuda Antalya'nın Gazipaşa ilçeleriyle çevrilmiştir. Güneyi Akdeniz ile kuşatılmış olan Mersin ili; kuzeyden Batı ve Orta Toros Dağlarının yüksek plato ve zirveleriyle Anadolu'nun iç kesimlerinden ayrılmaktadır.
Mersin il alanı, Batı ve Orta Toros Dağları üzerinde bulunmaktadır. İl sınırları içine giren Toros Dağları, İç Anadolu'nun Konya düzlüğü ile Akdeniz arasında, yüksek çatılı bir kuşak halinde, Batı - Doğu yönünde uzanır. İli kuzeyden çevreleyen Toros Dağları; genç dağlar olup, volkanik granit, gnays ve mikaşistlerden oluşmuştur. Bu dağlar; Silifke, Gülnar, Anamur ve Mut ilçe topraklarının büyük bölümünü örter. Doğuya gidildikçe, denizden yavaş yavaş uzaklaşan dağ sırasıyla deniz arasında geniş düzlükler oluşur. Bu geniş düzlüklerde merkez ilçe Mersin ile Tarsus yer alır. Taşeli platosunun batı sınırlarını oluşturan batı Toros Dağları, Antalya Körfezinin doğusundan Mersin İline doğru iki kol halinde uzanır. Birinci kol Alanya ve Gazipaşa ilçelerinin kuzeyinden geçerek Silifke' ye dek uzanır. İkinci kol, Ermenek Göksu Vadisi ile Hadim Göksu vadisi arasında il topraklarına sokulur. Daha sonra Mut'un güneybatısında, her iki vadinin birleştiği yerde son bulur. Orta Toros Dağlarının il alanı içinde kalan kesimine Bolkar Dağları adı verilir. Göksu Vadisinin doğusundan başlayan Limonlu çayı vadisi, kaynak alanından sonra düzenli ve yüksek sıralar oluşturan Bolkar dağları, Mersin topraklarını İç Anadolu'dan bir duvar gibi ayırır. En yüksek yeri 3524 metre ile Medetsiz tepesidir.
Orta Toros Dağları, İç Anadolu ile Güney Anadolu'yu birbirinden ayıran sistemli sıralar oluşturduğundan, güç geçit verir. Orta Torosların tek geçidi Gülek Boğazıdır(1050 metre). İkinci önemli geçit ise; Orta Toroslar ile Batı Torosları birbirinden ayıran Göksu Vadisi oluğundaki Sertavul geçididir. Silifke - Mut karayolu bu geçitten Konya'ya bağlanır.
İl alanını kaplayan Batı ve Orta Toros Dağlarının temel özelliği, yüksek ve sürekli sıralar oluşturmasıdır. Bu dağların arasında geniş plato düzlükleri vardır. Akdeniz kıyı kuşağı ve Göksu ırmağı çevresi dışında geniş sayılabilecek ova yoktur. İlin bu kesiminde vadiler önemli yer tutmaktadır. Akarsular, derin vadilere gömülmüş durumdadır. Akdeniz iklim özellikleri, güneyden kuzeye doğru uzanan bu vadilerden Toros Dağlarının içlerine dek sokulur. Vadilerin yamaçlarında verimli tarım toprakları bulunan taraçalar yer alır. Bu vadi ve ovaların başlıcaları şunlardır: Göksu Vadisi, Anamur Vadisi, Tarsus Vadisi, Silifke Ovası, Anamur Ovası, Tarsus ve Berdan Ovalarıdır.
Mersin'de il topraklarının %24 ünü kaplayan plato oluşumları çok önemlidir. Göksu Vadisinin batısında kalan Mut, Silifke ve Anamur yöresi, Türkiye'nin en önemli Platolarından biri olan Taşeli Platosunun üzerindedir. Taşeli platosunun Akdeniz'e ve Göksu Vadisine bakan kesimlerinde, yaz aylarında yöre halkının yaylak olarak kullandığı yaylalar vardır. Bunların başlıcaları; Silifke de Balandız, Gökbelen ve Kırobası; Anamur'da Kaş, Beşoluk ve Kozağaç; Gülnar'da Bardat, Tersakan ve Balyaran; Mut'ta Kozlar, Çivi, Söğütözü ve Sertavul yaylalarıdır.
İl doğuda Adana'nın Karataş, Merkez, Karaisalı ve Pozantı; kuzeydoğuda Niğde'nin Ulukışla; kuzeybatıda Karaman Merkez, Ermenek; kuzeyde Konya'nın Ereğli ve doğuda Antalya'nın Gazipaşa ilçeleriyle çevrilmiştir. Güneyi Akdeniz ile kuşatılmış olan Mersin ili; kuzeyden Batı ve Orta Toros Dağlarının yüksek plato ve zirveleriyle Anadolu'nun iç kesimlerinden ayrılmaktadır.
Mersin il alanı, Batı ve Orta Toros Dağları üzerinde bulunmaktadır. İl sınırları içine giren Toros Dağları, İç Anadolu'nun Konya düzlüğü ile Akdeniz arasında, yüksek çatılı bir kuşak halinde, Batı - Doğu yönünde uzanır. İli kuzeyden çevreleyen Toros Dağları; genç dağlar olup, volkanik granit, gnays ve mikaşistlerden oluşmuştur. Bu dağlar; Silifke, Gülnar, Anamur ve Mut ilçe topraklarının büyük bölümünü örter. Doğuya gidildikçe, denizden yavaş yavaş uzaklaşan dağ sırasıyla deniz arasında geniş düzlükler oluşur. Bu geniş düzlüklerde merkez ilçe Mersin ile Tarsus yer alır. Taşeli platosunun batı sınırlarını oluşturan batı Toros Dağları, Antalya Körfezinin doğusundan Mersin İline doğru iki kol halinde uzanır. Birinci kol Alanya ve Gazipaşa ilçelerinin kuzeyinden geçerek Silifke' ye dek uzanır. İkinci kol, Ermenek Göksu Vadisi ile Hadim Göksu vadisi arasında il topraklarına sokulur. Daha sonra Mut'un güneybatısında, her iki vadinin birleştiği yerde son bulur. Orta Toros Dağlarının il alanı içinde kalan kesimine Bolkar Dağları adı verilir. Göksu Vadisinin doğusundan başlayan Limonlu çayı vadisi, kaynak alanından sonra düzenli ve yüksek sıralar oluşturan Bolkar dağları, Mersin topraklarını İç Anadolu'dan bir duvar gibi ayırır. En yüksek yeri 3524 metre ile Medetsiz tepesidir.
Orta Toros Dağları, İç Anadolu ile Güney Anadolu'yu birbirinden ayıran sistemli sıralar oluşturduğundan, güç geçit verir. Orta Torosların tek geçidi Gülek Boğazıdır(1050 metre). İkinci önemli geçit ise; Orta Toroslar ile Batı Torosları birbirinden ayıran Göksu Vadisi oluğundaki Sertavul geçididir. Silifke - Mut karayolu bu geçitten Konya'ya bağlanır.
İl alanını kaplayan Batı ve Orta Toros Dağlarının temel özelliği, yüksek ve sürekli sıralar oluşturmasıdır. Bu dağların arasında geniş plato düzlükleri vardır. Akdeniz kıyı kuşağı ve Göksu ırmağı çevresi dışında geniş sayılabilecek ova yoktur. İlin bu kesiminde vadiler önemli yer tutmaktadır. Akarsular, derin vadilere gömülmüş durumdadır. Akdeniz iklim özellikleri, güneyden kuzeye doğru uzanan bu vadilerden Toros Dağlarının içlerine dek sokulur. Vadilerin yamaçlarında verimli tarım toprakları bulunan taraçalar yer alır. Bu vadi ve ovaların başlıcaları şunlardır: Göksu Vadisi, Anamur Vadisi, Tarsus Vadisi, Silifke Ovası, Anamur Ovası, Tarsus ve Berdan Ovalarıdır.
Mersin'de il topraklarının %24 ünü kaplayan plato oluşumları çok önemlidir. Göksu Vadisinin batısında kalan Mut, Silifke ve Anamur yöresi, Türkiye'nin en önemli Platolarından biri olan Taşeli Platosunun üzerindedir. Taşeli platosunun Akdeniz'e ve Göksu Vadisine bakan kesimlerinde, yaz aylarında yöre halkının yaylak olarak kullandığı yaylalar vardır. Bunların başlıcaları; Silifke de Balandız, Gökbelen ve Kırobası; Anamur'da Kaş, Beşoluk ve Kozağaç; Gülnar'da Bardat, Tersakan ve Balyaran; Mut'ta Kozlar, Çivi, Söğütözü ve Sertavul yaylalarıdır.
Karayolu: Karayolu ile bütün illere bağlantısı vardır. Demiryolu: Mersin; demiryolu vasıtasıyla bir çok ille birlikte, uluslararası bağlantılara sahiptir.İstasyon Tel: (+90-324) 451 35 10
Denizyolu: Mersin Limanından Uluslararası 100’ün üstünde Liman ile denizyolu bağlantımız mevcut olup, uluslararası nitelikte liman hizmetleri verilmektedir. Taşucu Limanımızdan düzenli olarak deniz otobüsü ile seferler yapılmaktadır. Liman Tel: (+90-324) 233 32 72
Havayolu: Adana Şakirpaşa Havaalanı Mersin’e 69 km., Tarsus’a 32 Km. olup, yurtiçi ve yurtdışına düzenli olarak uçak seferleri yapılmaktadır.
- Adana Mersin arası yaklaşık 68 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 1 saat kadar sürmektedir.
- Hatay Mersin arası yaklaşık 267 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 3 saat kadar sürmektedir.
- Sivas Mersin arası yaklaşık 531 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 7 saat kadar sürmektedir.
- Malatya Mersin arası yaklaşık 479 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 6 saat 15 dakika kadar sürmektedir.
- Kayseri Mersin arası yaklaşık 333 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 4 saat 10 dakika kadar sürmektedir.
- Gaziantep Mersin arası yaklaşık 302 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 3 saat 10 dakika kadar sürmektedir.
- Diyarbakır Mersin arası yaklaşık 613 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 6 saat 50 dakika kadar sürmektedir.
- Ankara Mersin arası yaklaşık 496 kilometre(km) mesafede ve araçla yaklaşık 5 saat 40 dakika kadar sürmektedir.
1. Cennet-Cehennem Çökükleri
Mersin denildiğinde ilk akla gelen cazibe merkezlerinden biri Cennet Cehennem Çökükleri. Silifke, Narlıkuyu Mahallesi’nde bulunan bu doğa harikası oluşumlar bugün Mersin’in en çok ziyaret edilen ören yerleri arasında. Çukurlardan birisine cehennem çukuru denmesinin nedeni; tabanına ekipman yardımı olmadan inilememesi. Cennet çukurunun olduğu çöküntüye bu ismin verilme nedeni ise çöküntüde tarihi bir kilisenin yer alması. Farklı efsanelere de konu olan mağaralardan Cennet’in derinliği 70, Cehennem’in ise 128 metre.
2. Astım Mağarası
Silifke’de Cennet-Cehennem Çukurları’nın 300 m güneybatısında bulunan Astım Mağarası, bölgenin coğrafi yapısını en iyi yansıtan yerlerden. İçine demir bir merdivenle inilen mağara, 200 m uzunluğundaki galerilerden oluşuyor. 3.jeolojik döneme ait izlerin gözlemlenebildiği mağaradaki havanın astım hastalarına iyi geldiği söyleniyor. Mağara çevresindeki ağaç ve çalılara dileklerini bağlayan ziyaretçiler nedeniyle bu mağaraya Dilek Mağarası da deniyor.
Silifke konaklama önerisi: Altınorfoz Otel
3. Yumuktepe Höyüğü
Dünyada tarımın ilk yapıldığı yerler arasına adı geçen Yumuktepe Höyüğü‘nün tarihi geçmişi MÖ 7,000 yılına kadar uzanıyor. Neolitik çiftçilerin kurduğu kent, insanoğlunun tarımsal üretim modellerini gözlemlemek için de oldukça önemli bir yapıda.
Tarih boyunca bölgedeki diğer kentlerle sıkı bir ilişki içerisinde olan şehir, dünyada tarımın ilk yapıldığı yerler arasında. Höyükten çıkarılan eserler Mersin Müzesi‘nde sergileniyor. Höyükte etkileyici pek bir şey kalmamış olsa da böylesi bir yeri gözlerinizle görmenizi tavsiye ederim.
4. Adam Kayalar
Erdemli, Şeytan Deresi Vadisi’nde MÖ 1. ve MS 2. yüzyıllar arasında yapıldığı tahmin edilen Adam Kayalar ülkemizin en özgün yapılarından biri. Kızkalesi beldesine 7 km mesafede bulunan bu yapı topluluğu yalnız Anadolu değil, dünyadaki birkaç nadir örnekten biri. Yapı grubu, 9 niş içerisinde 11 erkek, 4 kadın, iki çocuk, bir dağ keçisi ve Roma kartalı kabartmasından oluşuyor. O dönemin ileri gelenleri ya da önemli komutanlarından ailesi ve çocuklarına minnet duygusundan dolayı yapıldığı düşünülüyor.
5. Mersin Marina
Türkiye’nin Doğu Akdeniz Çanağı’ndaki en büyük marinası olma özelliği taşıyan Mersin Marina, 2011 yılından bu yana hizmet veriyor. 500 kara, 500 denizde olmak üzere toplam 1,000 yat bağlama kapasitesine sahip marina, aynı zamanda Mersin’in önemli buluşma merkezlerinden biri. Restoran, SPA, bar, yat kulübü ve spor merkezi gibi birçok sosyal olanağın bulunduğu Mersin Marina’da, yat sahiplerinin ihtiyaç duyacağı tüm alanlar düşünülmüş. Adnan Menderes Bulvarı üzerinde yer alan marina, soluk almak ya da yemek yemek isteyenler için de bir cazibe merkezi. Marina’ya çok yakın oldan mersin masajmerkezleri içerisinde en kaliteli olan DuyguSu SPA’da Thai veya Bali masajı yaptırın.
6. Tarsus Müzesi
Mersin’in inanç turizmiyle ön plana çıkan ilçesi Tarsus özellikle Hristiyanlar için çok sayıda kutsal mekana ev sahipliği yapıyor. Tarih boyunca Anadolu’da medeniyetlerin buluştuğu bir coğrafya olarak bilinen Tarsus ismi Hristiyanlık tarihinde de sıkça geçiyor. Kilikya coğrafyasının merkezi olan bu topraklarda kurulan Tarsus Müzesi‘nde arkeolojik ve etnografik 7,000’i aşkın eser ziyaretçiler tarafından görülebiliyor.
7. Tarsus Şelalesi
Tarsus’un kuzeyinde Berdan Çayı üzerinde bulunan Tarsus Şelalesi, bölgede yaşayanların nefes aldığı yerlerden. Mesire alanı olarak değerlendirilen bu şelale çevresi özellikle haftasonları ilgi görüyor. Roma döneminde mezarlık olarak kullanılan bölgede sular çekildiğinde tahrip olmuş mezar yapıları görülebiliyor. Tarsus gezilecek yerler arasında bulunan şelale, sadece Tarsusluların değil çevre illerden vatandaşların da ilgisini çekiyor.
8. Saint Paul Kilisesi, Tarsus
İncil’de Tarsuslu olduğu iki kez yinelenen St. Paul adına yaptırılan kilisenin kesin inşa tarihi bilinmiyor. 18. yüzyılın sonlarına doğru inşa edildiği düşünülen kilise, Hristiyanlığın yayılmasında önemli rol oynayan, Aziz Paul’un adını taşıyor.
Kesme taşlardan yapılan St. Paul Kilisesi‘nin gri renkli granit sütunlarının geçmişinin antik çağ izleri taşıdığı belirtiliyor. 1862’de büyük bir tamirattan geçmiş, Hristiyanlığın önemli hac merkezlerinden biri olan kilisede yılın her dönemi yabancı turistlere rastlamak mümkün. Freskleriyle hayranlık uyandıran Kilise, Tarsus’ta inanç turizminin merkezi olarak kabul ediliyor. Tarsus’un en önemli seyahat noktasından biri olan Kilise şu an müze olarak hizmet veriyor.
9. St. Paul Kuyusu
İncil’de yer alan, Hristiyanlığın en önemli figürlerinden St. Paul’un Tarsus’ta bulunan kilisesinin bahçesinde yer alan su kuyusu çok sayıda ziyaretçinin uğrak yeri. Aziz Paul’un doğum yeri olarak bilinen ve kendisine adanan bu tarihi yer, geçmişte Kudüs’e hacca giden Hıristiyanların duraklama yerlerinden biriydi. Yılın her dönemi suyu eksilmeyen St. Paul Kuyusu‘nun derinliği 38, çapı ise 1,15 metre kadar.
10. Tarsus Ulu Camii
Tarsus Ulu Camii, 1579’da Ramazanoğlu beyi Piri Mehmet Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmış. Kentin en eski ve geçmişte merkezi olan bölgesinde bulunan cami, etrafındaki türbe ve imaret ile 1895’de eklenen saat kulesi ile büyük bir külliye görünümünü koruyor. Cami-i Kebir ya da Cami-i Nur diye adlandırılan caminin bitişiğindeki türbede Hz. Şit, Hz. Lokman Hekim ve Halife Me’mun’un mezar odaları bulunuyor.
11. Şahmeran Hamamı
Tarsus’ta Romalılardan kalma bir temel üzerine Ramazanoğulları tarafından yaptırılan Şahmeran Hamamı, restore edildikten sonra tekrar hizmete sunulmuş. Tüm özellikleri ile Türk hamamı kimliğini yansıtan bu yapıda, yılanların şahı olarak bilinen insan başlı, yılan gövdeli efsanevi Şahmeran‘ın öldürüldüğü dile getiriliyor. Vakıf İşhanı’nın yanında bulunan hamam, Tarsus’un en çok ilgi çeken yerlerinden.
12. Yedi Uyurlar Mağarası
Hem Hristiyanlıkta hem de İslam dininde söz edilen Yedi Uyurlar inanışının Anadolu’da yer alan mağaralarından biri olan Eshab-ı Kehf Mağarası, Tarsus’a 12 km uzaklıkta. Bugün çok sayıda ziyaretçinin ilgi gösterdiği Yedi Uyurlar Mağarası‘na 6 basamakla iniliyor. Benclus Dağı’nın eteklerinde, önünde eğilimi az olan bir vadide yer alan mağara, kutsal bir ziyaret yeri özelliği taşıyor. Kuran’da Kehf Suresinde de ismi geçen bu yerin inanç turizmi açısından değeri büyük.
13. Kleopatra Kapısı
Bir dünya markası: Tantuni
Tantuninin ne olduğunu açıklamamıza gerek bile yok diye düşünüyoruz. Kendisi Mersin’in en ünlü yüzü. Üstüne üstlük en lezizi. Bir tantuni yemek için Mersin’e mi gidilir canım diyenlere: Evet gidilir canım.
Çiğ köfteden güzel: Batırık
Kuru ya da çorba şeklinde yapılabilen batırık, ince bulgurdan elde edilir. Günlerin en sevilen yemeği olan batırığı özellikle anne elinden yiyeceksiniz. Mis gibi olacak, lezzetli olacak. Yani diyoruz bir arkadaşınız için gidip bir batırık yiyip çıkabilirsiniz.
Fıstıklı ya da cevizli olur: Kerebiç
Kerebiç, tantuniden sonra Mersin’in en bilinen yiyeceği. Tatlı kategorisinde arz-ı endam eden kerebiç hem Antep fıstıklı hem de cevizli olabiliyor. Üzerine dökülen özel köpüğü ise çöven otundan hazırlanıyor. Çok çok özeldir, bir taneyle doyan görülmemiştir.
İçine hurma girer: Mamül
Kerebiçe benzer ama aslında çok alakası yoktur. Mamülün içinde püre haline getirilmiş hurma vardır. Üzerine çatalla şekil verilebilir, hatta onlara şekil vermek üzere hazırlanmış tahta düzenekler de vardır. Öyle dikkat edilir yani.
Adana kebaba benzer: Tarsus kebabı
Adana’ya benzetilen ama aslında farklı olan bir kebap Tarsus kebabı. Adana kebaptan onu ayıran özellikse malzemelerinin içinde soğan olmasıdır. Oldukça lezzetli, afiyet verendir. İsterseniz bol acılı da söyleyebilirsiniz.
Yörüklerin armağanı: Sıkma
Yörük sıkması olarak da bilinen, içinde patates ya da soğan kavrularak hazırlanan sıkmanın hangi yöreye ait olduğuna dair çekinceler olsa da en iyisini Mersin’de yiyeceğinize eminiz. Özellikle sacta yapılıp o anda sıcak sıcak yiyebildikleriniz varsa…
Yerli bitki: Gölevez
Yer elması ve kereviz görünümüyle dikkat çeken gölevezi yemek için Mersin’e gitmenize gerek yok ancak gittiğinizde yemeden dönmeyin. Özellikle kuru fasulyenin içinde yüzen gölevezi gördüğünüz gibi midenize gönderin.
Doğal tatlı: Karsambaç
Adanalıların bici bicisine alternatif olarak hazırlanmış bir soğuk yiyecektir. Daha doğrusu dondurmanın buz ve pekmezle yapılanıdır. Biraz daha gerilere giderken İç Anadolu ve Doğu Anadolu illerinde karsambaçın yoğun olarak tüketildiğini görürsünüz. Ancak o karsambaçın içine pekmezle birlikte Akdeniz meyveleri de giriyorsa oh mistir!
Paket paket: Cezerye
Mersin ya da Adana’ya giden arkadaş dönüşte hep cezerye getirir. Havucun başrolde olduğu cezerye insanı arada bırakır. Adana’da yediğiniz cezerye mi daha tatlıdır yoksa Mersin’deki mi? Ya da şöyle soralım: Mersinden gelen cezerye mi yoksa Adana’dan gelen cezerye mi daha lezzetli?
Sıcak sıcak: Kaynar
İçinde çeşit çeşit baharat, fındık, fıstık ve ceviz bulunan, yoğun kıvamı ve sıcak servisiyle içimi zor lezzeti olağanüstü olan bir içecektir. Adana’da da bebek doğumunda ikram edilir. Her derde devam olarak içip hüpletmeniz tavsiye olunur.
Daha farklı: Künefe
Kütüğü Hatay’a kayıtlı olan künefe Türkiye’ye yayılırken Mersin’de biraz değişime uğrayarak ile ayak uydurmuş. Peyniri ve şerbeti bol, kadayıfı az hale gelen künefeyi Mersin’de yiyenler vazgeçemiyor. Hatta Hatay mı Mersin mi sorusunu kendisine sorarken “araf”ta şekerpare yiyenler bile oldu.
Tarsus kebabının yanına: Şalgam suyu
Çıkış noktası Adana olarak bilinen ve neredeyse Adana’nın resmi içeceği sayılan şalgam suyunu bir de Mersin’de içseniz hiç fena olmaz. Şişede değil turşucudan alırsanız 1 haftalık enerji stoğunuzu yaptığınızı hissedebilirsiniz.
İtiraz istemez: Anamur muzu
Aman efendim Adana’nın mıydı, Hatay’ın mıydı diye düşünülmeden Mersin’in olduğu belli olan, Mersin’den çıkan ve Mersin kadar güzel Anamur muzunu bir de yerinde yerseniz değmesinler keyfinize.
Kaynak: https://yemek.com/mersin-yemekleri/
20. YÜZYILA KADAR MERSİN TARİHİ
Kilikia, jeolojik yapısına bağlı olarak ikiye ayrılır: Dağlık Kilikia (Trakheia) ve Ovalık Kilikia (Pedias). Dağlık Kilikia, Korakeison (Alanya)’dan Soloi/Pompeipolis’e (Viranşehir) kadar uzanır. Ovalık Kilikia, Soloi/Pompeipolis’den başlayıp, doğuda Alexandria Kat İsson (İskenderun)’a kadar olan bölgeyi içerir. Stratejik coğrafi konumu itibariyle Kilikia, tarihinin her döneminde önemli olaylara sahne olmuştur. Mezopotamya’dan Sardes’e uzanan ticaret yolunun Kilikia kapısından (Pylai Kilikias) geçtiğini Xenophon bize bildirmektedir.
Kilikia bölgesinin tarihi, Mersin Yumuktepe ve Tarsus Gözlükule’de yapılan kazıların buluntuları sonucunda, Proto-Kalkolitik ve Neolitik çağa kadar gitmektedir. Hitit’lerin Anadolu’ya egemen oldukları uzun yıllar boyunca, Kilikia’da da faaliyette bulunduklarını yine kazılardan çıkan mimari buluntularla belgelemek mümkündür. Kilikia ismi ilk kez M.Ö. 8. yüzyılda Asur dokümanlarında görülür; bundan önce ise M.Ö. 13. yüzyıla inen Mısır kayıtlarında bu ülke “Kedi” ya da “Kode” isminin çeşitli söylenişleriyle görülmektedir.
Batı Kilikia’da M.Ö. 8. yüzyıl sonu – M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Hellen kolonizasyon hareketleri görülmektedir. Pomponius Mela’ya göre Samos’lular Kelenderis’i ve Nagidos’u, Aegina’lılar Aphrodisias’ı, Lindos’lular da Soloi ve Tarsos’u kurmuşlardır. Kilikia bölgesinde M.Ö. 6. yüzyıldan itibaren sırasıyla önce Pirundu yerel krallığının, sonra Babil ve Pers egemenliklerinin hüküm sürdüğü görülür. M.Ö. 6.yüzyıl başlarında başkenti Ura şehri olan Pirundu krallığı Lamos (Limonlu) ve Kalykadnos (Göksu) nehirleri arasında güçlenmiştir. Bu güç, M.Ö. 557 yılında Babil krallığı tarafından yıkılmış ve bu M.Ö. 546 yılına kadar bölgeyi yöneten bağımsız Syennesis sülalesine yaramıştır. Bu tarihte Anadolu’yu istila eden Perslerin eline geçen Kilikia bölgesinde, M.Ö. 521 yılında tahta geçen Darius ile birlikte bir satraplık kurulmuştur. Ancak bölge yine de yerli bir sülale tarafından yönetilmiş ve Persler’e 500 talent gümüş ve 500 beyaz at vergi vermekle yükümlü kılınmıştır. M.Ö. 5. ve 4. yüzyılda Pers egemenliğine rağmen özellikle Kelenderis, tarihinin parlak dönemlerinden birini yaşamıştır. Attika-Delos Deniz Birliği’nin en doğudaki üyesi olma özelliğini elde eden bu kentin ismi aynı zamanda M.Ö. 425 yılındaki Atina vergi listelerinde de görülmektedir. Bu durum Atina’nın himayesinin Kilikia kıyılarına kadar uzandığını ve onların koruyuculuğu altında Kilikia’nın bağımsızlığını koruyup ticari faaliyetlerine devam ettiğinin göstergesidir.
Kilikia hakkındaki en kapsamlı bilgiler, İskender sonrasındaki döneme aittir. İskender Anadolu’ya geçtikten sonra M.Ö. 333 yılında Persleri ikinci kez Issos’da yener ve İskender İmparatorluğu içinde Kilikia da yer alır. İskender’in genç yaşta ölmesinin ardından fethettiği topraklar, müttefik üç general tarafından paylaşılır ve Kilikia’da Seleukoslar dönemi başlar. Bu dönemde Seleukoslar’ın başında Seleukos I. Nikator vardır.
M.Ö. 68 yılı civarlarında Roma senatosunun Kilikia’yı, başkenti Tarsus olan bir Roma eyaleti yapmaya karar vermesi bölgenin geleceği için bir dönüm noktası olmuştur. Böylece Kilikia provincia militaris (askeri bölge) ilan edilmiş olur. Bu ilan, Dağlık Kilikia’nın doğrudan Roma’nın idaresine bağlanması ve bu tarihten sonra düzenli olarak Roma valileri tarafından yönetileceği anlamına gelmektedir.
Roma ve Bizans egemenliğini yaşadıktan sonra XVII. yüzyıldan itibaren Müslüman Arapların da görüldüğü bölgede, Bizans’ın merkezi otoritesinin zayıflamasıyla birlikte aralarında Ermeni prensliklerinin de bulunduğu çeşitli feodal örgütlenmelere rastlanmaktadır.
İçel adının kökenine gelince; ilk kez XII. yüzyılda Göksu ırmağının iki yanındaki bölgeye Türkler “İÇEL” demişlerdir. Dağlar arasından girilmesi ve görülmesi güç bir yer olduğu için Selçukluların bölgeyi böyle isimlendirdiği düşünülmektedir.
Mersin adının kökeni konusunda iki değişik görüş yaygın olarak kabul edilir. Bunlardan birincisi, civarda yetişen ve Akdeniz ikliminin tanıtıcı bir bitkisi olan Arapların da Hambales dedikleri Myrtus-Mersin ağacı nedeniyle bölgeye Mersin adı verildiğidir.
İkincisi ise Mersin adının bu bölgede yaşayan “Mersinoğulları veya Mersinoğlu” adındaki bir Türkmen ailesinden geldiğini kabul eden görüştür. Evliya Çelebi’de seyahatnamesinde bölgede yetmiş evli bir Türkmen ailesinin bulunduğunu ve bu ailenin adının da Mersinoğlu olduğunu belirtmiştir. Bir başka görüşe göre ise, Mersin adı bir bitkiden değil, yörede yaşayan Mersinoğlu adındaki aşiretten kaynaklanmaktadır. Mersin adına Anadolu’nun çeşitli yörelerinde rastlamak mümkündür. Örneğin; İzmir, Ordu ve Trabzon’da Mersin, Mersinlik adında köyler bunlardan birkaçıdır.
Mersin’in sınırları içinde yer alan yerleşim yerlerinin, tarih içinde birçok farklı siyasal ve yönetsel yapı içinde yer aldığı görülmektedir. Araplar ve Bizanslılar arasında bir kaç kez el değiştiren bölge, Araplarca “sûğur” adı verilen sınır bölgelerinden biri olmuştur. Bu sınır bölgeleri konumları itibarıyla sıklıkla egemen devletlerin değişmesine tanık olmuştur. İl, Osmanlı egemenliğine değin önce Bizans ile İslam dünyası arasında, sonra Selçuklu ve Osmanlı Devleti ile Memlukler arasında bir sınır bölgesi olarak el değiştirip durmuştur. Yine bir sınır bölgesi olması nedeniyle, gerek Bizans ve büyük İslam devletlerinin değişik dönemlerindeki zayıflıklarından da yararlanarak bölgede feodal diye adlandırılabilecek olan Kilikia Ermeni Prensliği ve Ramazanoğulları Beyliği gibi bölge merkezli siyasal oluşumlara da rastlanmaktadır.
Mersin, Müslüman Arapların 637 yılında bölgeye ulaşan ilk akınlarından 965 yılında Bizans’ın tekrar egemen olmasına kadar, yaklaşık 25 kez el değiştirmiştir. Ancak 637 yılından itibaren il, Hıristiyanlığın yanı sıra İslam kültürünün silinmez izlerini taşımaya başlamıştır.
Bizans’ın Doğu sınırlarındaki feodal Ermeni prensliklerinin varlığına son vermesine ve ilin de içinde bulunduğu bölgeye bir kısım Ermeniler ’in göç ettirilmesine 976 ile 1025 tarihleri arasında rastlanır. Bizans İmparatorluğu’nun merkezi gücünün zayıflaması üzerine bölgede 1081’den itibaren Ermenilerin geçici feodal örgütlenmelerine rastlanmaktadır. Bölgedeki Ermeni Prenslikleri, bölgenin sınır özelliklerinden de yararlanarak bazen Bizans’ın, bazen Moğolların ve Memlukluların denetiminde varlıklarını sürdürmeye çalışmış, 1360’da bölgenin kesin Memluk denetimine girmesiyle Ermeni siyasal örgütlenmeleri sona ermiştir.
Türkler’in bölgede ilk kez görülmeleri ise Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmış oğlu Süleyman fiah önderliğindeki Türkmen gruplarının 1082-1083 yılları arasındaki akınlarıyla olmuştur. 1097 yılında ilk Haçlı Seferleri sırasında Tankred ve Baudovin’in yardımıyla yerel Ermeni güçlerinden tekrar Bizans’a geçen egemenlik, 1099’da Antakya Prensliğini kuran Haçlı Orduları önderi Bohemond’un denetimine girmiştir. Ancak bu denetim uzun sürmemiş ve bölgede 1100-1130 yıllarında yerel Ermeni güçlerinin yönetimi devam etmiştir. 12. yüzyılda da bu bölgede bağımsız hareket etmek isteyen Ermeni unsurları ile Bizans arasındaki çatışmalara, Anadolu Selçukluları ve yine bağımsız hareket eden Türkmen unsurları da katılmıştır. 1155 ile 1192 yılları arasında yoğunlaşan Türkmen akınları ve yerleşimleri ileride bu sınır bölgesinde bağımsız hareket eden Türkmen beyliklerinin de kurulmasına neden olmuştur. 1189 yılında, içinde Alman İmparatoru Frederick Barbarossa’nın da bulunduğu Haçlılar yine bölgede konaklamışlardır.
1243 ile 1253 yılları arasında Moğol denetimine giren bölge, 1318 yılında Karamanoğulları, Moğollar ve Memlukların egemenlik savaşlarına sahne olmuştur. Bu savaşlar sonucunda 1374 yılında kesin olarak Memlukların etki alanı içine giren bölge, büyük ölçüde bağımsız hareket edebilen ve özellikle Ramazanoğulları’nın ön plana çıktığı Türkmen Beyliklerinin yönetiminde kalmıştır. Bu Türkmen beyliği bazen Karamanoğullarına, bazen Memluklara ve daha sonra Osmanlılara bağlı olarak ve bu ülkeler arasındaki çatışmalardan yararlanarak varlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Ramazanoğulları’nın bölgedeki etkinliğinin çok daha önceleri, 1338’den itibaren, başladığı anlaşılmaktadır.
Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet’in 1476’da Karamanoğulları Beyliği’ne son vermesi üzerine ilin de bulunduğu coğrafya, Osmanlıların ve Memlukların doğrudan karşılaştıkları bir alan olmuştur. 1482 ile 1485 yılları arasında Osmanlılar’ın Kilikya’ya inmesi ve Memluklar’a bağlı Ramazanoğulları’nı bir kaç kere yenmesine karşın 1485’ten sonra da bölgede Memluklar’ın etkisi sürmüştür. Özellikle 1488 yılında Adana Ağaçayırı’nda Veziriazam Hadım Ali Paşa’nın 60 bin kişilik ordusunun Memluk ordusuna yenilmesi, Osmanlı’nın bölgeye egemen olma konusunda karşılaştığı güçlükleri göstermektedir. Osmanlı Devleti, bölgeye ancak 1516-1517 yıllarında Mercidabık ve Ridaniye Savaşı’ndan sonra egemen olabilmiştir.
Osmanlı egemenliği ile birlikte Osmanlı’nın yönetsel birimlerindeki değişim ve gelişmelere bağlı olarak Mersin’in içerisinde bulunduğu bölge, değişik yönetim birimleri içinde yer almıştır. Yavuz Sultan Selim’in Mısır Memlukları’nı 1520’lerde yenmesinden sonra oluşturulan “Vilâyet-i Arab”ın sınırları içerisinde Adana, Uzeyr, Tarsus ve Sîs sancakları yer almaktadır. Daha sonra Halep Vilayetine bağlanan bölge, 16. yüzyılın sonlarında yeni oluşturulan Adana vilayetine bağlanmıştır. 1571 yılında bölgenin bir kısmı Karaman Eyaletine bir kısmı ise yeni ele geçirilen Kıbrıs Beylerbeyiliği’ne bağlandı. 1660 yılından itibaren Kıbrıs Beylerbeyiliği’nden ayrılan bölge, yine Adana Eyaleti’nin sınırları içine alınmıştır. Tapu tahrir defterlerindeki kayıtlara göre ilimiz sınırlarını kapsayan bölge, 16. yüzyılda Adana, Tarsus ve İçel İl Sancakları arasında paylaştırılmış durumdadır. Buna göre Tarsus Sancağı Nefs-i Tarsus ve Tarsus, Kosun, Ulaş, Kuş-Temür nahiyelerinden oluşuyordu. İçel Sancağı ise Ermenek, Selendi, Anamur, Gülnar, Silifke Nahiyelerinden ve Karı/Kara-taş, Mud, Sinanlu ve Bozdoğan kazalarından oluşuyordu.
1856 yılı verilerini kullanmış olması gereken 1857 tarihli Devlet Salnamesi’nde ise ilin bulunduğu bölgedeki Osmanlı yönetimi Karaman Eyaleti’ne bağlı İç-İl Livasından (Sancağından) ve Adana Eyaletine bağlı Tarsus Livası’ndan oluşmaktaydı.
İç-il ve Tarsus Livaları aşağıdaki yerleşim yeri veya küçük yönetim birimlerinden oluşuyordu:
LİVA-YI İÇ-İL: Ermenek, Nevahi-yi Ermenek, Karataş mea Argadı, Silinti mea Bülke-i Pazarcık ve Bülke-i İnce-ağız, Anamur nam-ı diğer Mamuriye, Gülnar nam-ı diğer fiilindire mea Bülke-i Boz-ağaç ve Bölke-i Yörükân ve Bölke-i Gerîne, Selefke, Evkaf, Bölke-i Cebel, Nahiye-i Zeyne, Sarıkavak, Mud, Sinanlu, Aşiret-i Keşlü, Aşiret-i İrmelü, Aşiret-i Bolaclu/Polaçlu, Aşiret-i Tatar, Aşiret-i Karabocılu, Aşiret-i Kara-hacılu, Aşiret-i Bahşaş, Aşiret-i Kürdeci, Aşiret-i Sandallu, Aşiret-i Hayrillü/ Hayraiüllü, Aşiret-i Kıbtıyân, LİVA-YI TARSUS; Tarsus, Nahiye-i Elvanlı, Nahiye-i Olaş, Nahiye-i Gökçelü, Nahiye-i Koştemir, Nahiye-i Namrun Bölkesi, Nahiye-i Yelkesi, Kasun mea Gülek.
1867 yılındaki Vilayet Nizamnamesi’nde İç-il Sancağı varlığını sürdürmekle beraber, Tarsus’un sancak merkezi olmaktan çıkarılarak Adana Vilayeti’ne bağlandığı görülmektedir. 1877 yılında ise Tarsus ve Mersin şehirlerinin Adana Vilayeti’nin Adana Sancağı’na bağlı birer kaza merkezi haline getirildiği görülmektedir. İlimizin merkezi olan Mersin, bu sıralarda 1852 yılına kadar Tarsus kazası içinde yer alan bir köy olmasına karşın, bu tarihten itibaren Tarsus’un bir nahiyesi haline getirildi. 1864 yılında da Tarsus’tan ayrı bir kaza merkezi oldu. 1888 tarihinde Mersin, Adana Vilayeti’ne bağlı bir sancak merkezi oldu. Tarsus da Mersin’e bağlandı. Ancak bir süre Mersin Sancağı’nın sancak merkezi Tarsus oldu. Nitekim II. Meşrutiyet Dönemi’nde de bu yönetim bölünmesinin sürdürüldüğü görülmektedir. Osmanlı Devleti’nin son günlerinde; Birinci Dünya Savaşı sonrasında Türk yönetiminden çıkma tehlikesini ve bazı bölgelerinde işgali yaşayan ilimiz, Milli Mücadele’ye bütün gücüyle katılmıştır.
1.2. MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ’NDE MERSİN
Çukurova Bölgesi, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesinden sonra İngilizler ve Fransızlar tarafından işgale uğramıştır. İşgalden itibaren büyük zorluklar yaşanmış olmasına karşın bu durum Mersinlileri yıldırmamış, Mersin ve çevresini Kuvayi Milliye’nin güçlü direniş cephelerinden birisi haline getirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için 25 maddelik Mondros Mütarekesi ile sona ererken, bu antlaşmanın Mersin’i doğrudan ilgilendiren hükümleri; 5., 7., 10. ve 16. maddeleri olmuştur.
Tüm yurtta olduğu gibi işgallerin resmi gerekçesi olan 7. madde uyarınca Çukurova ve Mersin de işgal edilmiştir.
İşgal döneminde bölgede sivil cemiyetler, askeri (Kuvayi Milliye) örgütlenmeler ve direnişler vardı. Ancak Pozantı Kongresi istisnası dışında kongre hareketlerine rastlanılmamıştır. Mustafa Kemal, mütarekenin imzalanmasının hemen ardından Adana’ya gelerek Alman Mareşali Liman Von Sanders’ten Yıldırım Ordular Grubu Kumandanlığı’nı devralmıştır. Burada Adana Vilayeti’ne bağlı sancaklardan gelen temsilcilerle görüşmüş, onlara alınması gereken tedbirler konusunda bilgi vermiştir. Bu görüşmelerde Mersin Sancağı’nı o tarihte Adana Lisesi Müdürü olan Niyazi Ramazanoğlu temsil etmiştir. Mustafa Kemal, 5 Kasım 1918’de Mersin’e gelmiş burada mutasarrıfla, jandarma bölük yüzbaşısı ile görüşmüş ve depodaki silahların bol cephane ile dağ köylerine dağıtılmasını tavsiye etmiştir.
Mersin’de işgal haberinin duyulması halkta heyecan ve telaş yaratmıştır. Çok geçmeden Mersin, 17 Aralık 1918’de mütarekenin ilgili hükümleri gerekçe gösterilerek ordusundaki askerlerin çoğunluğu Hintli askerlerden oluşan İngilizler tarafından işgal edilmiştir.
İngiliz işgalinin gerçekleşmesinin üzerinden bir hafta sonra Fransızların da işgale katılacakları söylentisi halk arasında yeniden heyecan yaratmıştır. Bu sırada İngiliz İşgal Komutanlığı, mutasarrıflığa başvurarak Fransız birlikleri için yer gösterilmesini istemiş, kendisine gösterilen binalar arasından şehrin ortasındaki Taşhan’ı uygun bulmuştur. 1 Ocak 1919’da Fransızlar da aynı yöntem ve gerekçelerle Mersin’i işgal etmişlerdir. Böylece Mersin, iki müttefik devlet tarafından işgal edilmiş duruma gelmiştir.
İşgalin, mütarekenin hemen ardından erken bir tarihte gerçekleştirilmiş olması, bölge halkının hazırlıksız yakalanmasına sebep olmuştur. Özellikle İngiliz işgali sessiz sedasız yapılmış, şehirde yapılmaya çalışılan protesto eylemleri de jandarmanın sıkı güvenlik önlemleri sayesinde etkisiz hale getirilmiştir. İstanbul hükümetine çekilen protesto telgrafları da sonucu değiştirememiştir. İstanbul’da bu tepkileri bir çatı altında toplama uğraşımı “Kilikyalılar Cemiyeti”nin kurulması ile sonuçlanmıştır.
İşgal süresince Mut’ta, Mersin’de, Gülnar’da, Silifke’de, Arslanköy’de kurulmuş olan müdafaa-i hukuk teşkilatları, çeşitli silahlı birlikler oluşturarak yörede Fransızlara karşı önemli bir mücadele yürütmüşlerdir.
Sivas’tan gelen yönergeler doğrultusunda oluşturulan Mersin Savunma Grubu içinde Sahil, Bozo, Emirler, Hamzabeyli, Çopurlu, Alsancak, Buluklu ve Efrenk müfrazalari gibi savaşçı birlikleri İçme Savaşı, Su Bendi Savaşları, Gudubes Savaşları Emirler Savaşı gibi işgal kuvvetlerini yıpratan savaşları yürütmüşlerdir. Mersin, bu acı işgalden ancak 20 Ekim 1921’de Fransızlar’la Türkiye arasında imzalanan Ankara Anlaşması’ndan sonra kurtulabilmiştir.
Çukurova’nın kurtuluş tarihinde “20 günlük ateşkes” adıyla bilinen olay TBMM hükümeti ile Fransa arasındaki savaşı sona erdirecek zeminin oluşmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal Nutuk’ta 20 Günlük ateşkesle ilgili olarak; Mösyö Duquest namında birinin kontrolünde bir Fransız heyetinin Ankara’ya geldiğini, bu heyetle 20 günlük bir mütareke yapıldığını ve bu mütarekeye TBMM’de bazı milletvekillerinin itiraz ettiklerini ancak amacının Adana mıntıka ve cephelerinde bulunan ve kısmen askerlerle de takviye olunan milli kuvvetleri sükunetle tanzim ve tensik etmek olduğunu ifade etmiştir.
Fransızlarla antlaşmaya giden süreç Mustafa Kemal tarafından şöyle belirtilmiştir:
“II. İnönü Zaferi ile Yunan Taarruzu kırılmıştı. Rusya ile Moskova Antlaşması yapılmış ve Doğudaki durumumuz anlaşılmıştır. İtilaf devletlerinden milli esaslarımıza riayet edebileceklerle, anlaşma arzu edilmekte idi. Bilhassa Adana, Ayıntap ve havalisini yabancı işgalinden kurtarmak bizce mühim görülmekte idi. Çeşitli sebeplerden dolayı Fransızlarında bizimle anlaşmaya meyilli oldukları anlaşılmakta idi”.
20 günlük ateşkes süresi daha dolmadan taraflar arasındaki çarpışmalar yeniden başlamıştır. Fransa’da Millerand’ın yerine Başbakan olan Legues, Sevres hükümlerinin değiştirilebileceğinden bahsetmeye başlamıştır. Bu arada Türk dostu olarak tanınan Fransız yazarı Pierre Loti de Fransa’nın Türk politikasını eleştiren yazılar yayımlamış, Türklerle dostça ilişkiler kurup Kilikya bölgesinin de boşaltılması gerektiğini belirten yazılarla Fransız kamuoyunda Türkler lehine bir ortam yaratmıştır.
20 Ekim 1921’de Türkiye Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Tengirşenk ile Franklin Bouillon (Buyyon) arasında geçen 2 haftalık müzakereden sonra 13 madde halinde düzenlenen (Accord Franco-Turc), “Ankara Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Suriye sınırımız Hatay dışında bugünkü şekliyle çizilmiş ve Fransızlar 20 Aralık 1921 tarihine kadar bu sınırın kuzeyinde kalan askerlerini çekmeyi kabul etmişlerdir. Ayrıca Fransızlara bu antlaşmayla bazı maden ocaklarıyla, Adana’da bir pamuk fabrikasının işletme hakkı ve Anadolu’daki bazı okulların varlıklarını sürdürmelerine olanak tanınmıştır. Fransızlar da Anadolu’ya getirdikleri silah ve malzemelerinin bir kısmını Türklere bırakmışlardır. Ankara Antlaşması Güneydoğu Anadolu ile Çukurova’da süregelen savaşlara son veriyor, işgal altındaki yörelerin kurtarılmasını sağlıyordu. Bölgede, 5 Ocak 1922 tarihine kadar devir ve teslim işlemleri de sona ermiştir.
Mersin’in işgalden kurtuluş tarihi ise 3 Ocak 1922’dir. Tartışmasız bir gerçek vardır ki Çukurova’nın işgalden kurtuluşunu simgeleyen süreç 20 Ekim 1921 tarihinde TBMM hükümeti ile Fransa arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile başlamıştır. Bu tarihten sonra Fransız ordusu ile antlaşmanın resmi hükümleri yerine getirilmiş ve Fransızlar Türk topraklarından çekilmeye başlamışlardır.
KAYNAKÇA
1. Kurtuluş Savaşı’nda İçel, Türkiye Kuvayi Milliye Mücahit ve Gazileri Cemiyeti Mersin Şubesi Yay., İstanbul, 1971. s.29-31.
2. M. Kemal’in Pozantı Kongresi ve Adana’nın Kurtuluşu, İpek Matbaası, Adana, 1963, s.15.
3. Milli Mücadele’nin Sosyal Tarihi (Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri), İstanbul, 1997, s.219.
4. İçel Tarihi, Güzel Sanatlar Matbaası, Ankara, 1968, s.245-246.
5. Mustafa Kemal ATATÜRK, Nutuk, Cilt II, (1920-27) 5.baskı, ist.1962, s.453.
6. Şerafettin TURAN, Türk Devrim Tarihi, 2.Kitap, Ankara, 1992, s.218-219.
MODERN ZAMANLARDA MERSİN
Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Mersin, vilayet merkezi ve vilayetin ismi de Mersin Vilayeti olmuştur. 1933 yılında 2197 sayılı yasayla İçel (Silifke) ve Mersin Vilayetleri birleştirilerek bugünkü sınırlarıyla İçel Vilayeti oluşturulmuştur. 20 Haziran 2002 tarihinde TBMM’de kabul edilen bir kanunla ise İçel adı yeniden Mersin olarak değiştirilmiştir.
Mersin, ülkemizin en hızlı gelişen bölgelerinden biridir. 1870’lerde 8047 nüfuslu bir kazayken, aradan geçen 57 yıl sonra 1927’de Mersin Vilayetinin merkez ilçesinin nüfusu 47.000’e ulaşmış böylece Akdeniz’in önemli kentlerinden birisi durumuna dönüşmüştür.
Sancağın genel gelirlerine baktığımızda Mersin Sancağında en çok gelir getiren kalem tarım idi. Daha sonra sırasıyla hayvancılıktan, emlâk ve akar vergisinden, kazanç vergisinden ve gümrükten gelir elde edilmekteydi. Önemli meslek dalları; dokumacılık, manifatura, yağ, şarap ve rakı üreticiliği, ormancılık, hayvancılık, un üreticiliği, kerestecilik ve ziraattan ibarettir.
Mersin’in yönetsel alandaki gelişmesiyle sosyo-ekonomik alandaki gelişmesi arasında bir paralellik görülmektedir. Bir başka deyişle tarihsel süreç içerisinde Mersin’in ekonomik, sosyal ve demografik bakımından gelişmesi, onun idari durumunun değişmesine neden olmuştur. Bu gelişmenin nedenleri üzerine şu saptamaları yapabiliriz:
19. yüzyılın başlarına değin kullanılmakta olan Tarsus (Kazanlı) Limanı’nın alüvyonla biriktirmeler sonucunda buradaki nehrin ağzının dolması artık gemilerin kıyıya yaklaşmalarına engel olmuştur. Böylece antik dönemden itibaren kullanılan Tarsus yerine gemilerin yanaşmasına daha elverişli Mersin Limanı kullanılmaya başlanmıştır. Mersin Limanı bir doğal limandır. Doğal limanlarda akla gelebilecek her yerden kara ve deniz yoluyla her türden insan ve mal biraya gelir. Tarihçilerin ve coğrafyacıların sık sık dikkatleri çektikleri gibi çevre (periferi) liman kentleri, dünya kapitalist ekonomisiyle bağlantıda olan ayrıcalıklı yerlerdir. Buradaki ticaret 19. yüzyılda gerçekleşen kapitalist açılma döneminde önem kazanan liman kentlerinin fiziksel görünümünü, ekonomik ilişkilerini, nüfus dinamiklerini, sınıf yapılarını ve kültürel yaşamlarını kökünden etkilemiş ve değiştirmiştir.
1869 yılında açılan Süveyş Kanalı’nın Akdeniz ticaretine ve Mersin Limanı’na canlılık getirdiği bir gerçektir. Ancak bu tarihte Mersin’in henüz bir kaza olması, Mersin limanının İzmir, İstanbul, Trabzon ve Beyrut limanlarına karşın geç dönem bir Akdeniz limanı olduğunu göstermektedir.
Bölgede üretimi yapılan tarımsal ürünlerin ihracatının ucuz ve güvenli bir biçimde yapılabilmesi için Mersin Limanı ile Adana ve Tarsus demiryolu bağlantısı 1888 yılında yapılmıştır. Böylece Mersin artık ithalat ve ihracatın yoğunluklu olarak yapıldığı bir liman kenti olmuştur. İthalatı yapılan ürünler yine buraya getirilip buradan çevre vilayetlere, sancaklara, kazalara ve köylere ulaştırılmıştır.
19. yüzyılın sonlarında kentte İngiltere Fransa, İtalya, Mısır, Yunanistan, Almanya, Rusya gibi ülkelerin konsolosluklarının bulunması, yörede gelişmiş bir ticaretin varlığının işaretidir. Çukurova gibi tarımsal alanla, sanayi merkezleri arasındaki mal taşımacılığını gerçekleştiren tüccarlar, zaman içerisinde Mersin gibi liman kentlerine yerleşmişler ve geçimlerini bu yoldan devam ettirmişlerdir. Salnâmelerde de belirtildiği üzere gayrimüslimler ve yabancılar ticaretle uğraşırken, Türkler genellikle tarım ve hayvancılıkla geçimlerini sağlamaktaydı.
Çukurova’da tarım yapılabilecek alanların ıslah edilmesine bağlı olarak bölgede tarımsal üretim miktarı ve çeşidi artmıştır. Amerikan İç Savaşı (1861-1865) döneminde Avrupalı sanayicilerin pamuk ihtiyacının belirmesi ve bölgedeki üretimi artırma çalışmaları olumlu sonuç vermiş ve salnâmelerde belirtildiği gibi pamuk, sanayi ürünleri arasında üretimi en fazla yapılan ürün olmuştur.
1980 sonrasında ise faaliyete geçen Mersin Serbest Bölgesi ve Organize Sanayi Bölgeleri ile Mersin Sanayisi ve bölge ekonomisi önemli bir atılım içine girmiştir.
MERSİN’DE SON DURUM:
Mersin kent nüfusu da, 1980 sonrası yoğun bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalarak devamlı artış göstermiştir.
Bu artış oranları, bölge ve Türkiye nüfus artış ortalamasının üzerinde yer almıştır. Bu anlamda Mersin bir göç merkezi haline bürünmüştür. Türkiye’de olduğu gibi Mersin’de de kentleşmenin gelişiminde itici, çekici ve iletici güçler etkili olmuştur.
Bu üç güç çerçevesinde kentler gelişimini sürdürmüştür. Mersin’in bu süreç içerisinde; ılıman iklimi, iş gücü potansiyeline sahip olması, yaşam koşullarının çok uygun olması, turizm, sanayi, ticaret ve son 10 yıldır da üniversite olma özelliklerini/kimliklerini içerisinde barındırıyor olması Mersin’i “çekici” kılmıştır.
Ancak bu çekicilik karşısında nüfusu Mersin’e yönelten göçe asıl kaynaklık eden itici faktörler de vardır. İtici ve çekici güçler/faktörler çerçevesinde düşündüğümüzde Mersin’de kentsel gelişim açısından gecekondulaşma, düzensiz yapılaşma, çevre kirliliği gibi çeşitli sorunlar doğmuştur.
Bütün bu sorunlarına rağmen Mersin, Akdeniz boyunca uzanan, sonu gelmeyen temiz kumsalları, portakal ve limon bahçeleri ile birçok tarihi eserin bulunduğu, ülkemizin kendi kendine yetebilen sayılı şehirlerinden birisidir. Dünyada üç ilahi dine mensup insanların mezarlarının yan yana olduğu başka bir şehir yoktur.
Türkiye’nin en büyük gökdeleni, cumhuriyet tarihinin en büyük ikinci camisi ve Hıristiyan dünyasının önemli merkezlerinin de bulunduğu Mersin, büyük şehirden sonra devlet opera ve balesinin bulunduğu tek şehrimizdir.
Topraklarının % 50,8 orman olan Mersin, tertemiz havası, gelişmiş ekonomisi ve kültürel çeşitliliğinin verdiği hoşgörü ile 2000’li yıllarda da yerleşenin bir daha ayrılmadığı bir kent olmayı sürdürecektir.
Ulusal Bağımsızlık Savaşı
Mersin’in İngiliz ve Fransızlar Tarafından işgali
Ünlü bir iktisat tarihçisi: “Ekonomik çıkarlar neredeyse, asker ve savaş oradadır” diyor. 1. Dünya Savaşı ekonomik nedenlerle çıkmıştı. Savaş sonucunda yenik düşen ülkelerin öncelikle ekonomik alanlarına ve kaynaklarına el konuldu.
30 Ekim 1918, yer, Limni adasının Mondros limanında demirli İngiliz Agamemnon zırhlısı. 1.Dünya Savaşı sonlarında yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu heyetine, İtilaf Devletleri adına Ferik Amiral Sir S.A.G. Calthrope, 25 maddelik bir Mun’akit Mütâreke-Nâme imzalatmaya zorluyordu.
Tarih kitaplarımızda “Mondros Mütarekesi” olarak geçen bu sözde ateşkes anlaşması gerçekte 600 yıllık bir imparatorluğun siyasi ve ekonomik egemenliğini sona erdiren acı bir belgeydi. Sömürge imparatorlukları bu belgeyle yetinmediler. Şubat 1919’da Paris’de toplanarak Batı Anadolu’yu Yunanistan’a vermeyi kararlaştırdılar. Bundan böyle tükenmiş imparatorluğun kalbi olan Anadolu, dört bir yandan işgale başlanacaktı.
17.12.1918 günü sabahı İngilizler Mersin’i işgale başladılar. Ş. Develi bu işgali şöyle anlatır: “Saat 9’da Mersin iskelesine yaklaşan bir filikadan çıkan İngiliz Subayı, iskele komiser muavinine bir zarf vererek gemisine dönmüştür. Mutasarrıf Galip Bey, Hükümet Konağı’nda Jandarma Bnb. Hüseyin Hüsnü, Emniyet Komiseri Hüsnü ile toplantı halindeydi. Tercüme edilen İngiliz subayının getirdiği mektupta “Ateşkesin 7. maddesi uyarınca ve son anlaşmaya göre asayişi sağlamak amacı ile Kilikya’nın işgaline Mersin’den başlanacağını, çıkarmanın istasyon yakınlarındaki iskeleden yapılacağını, Osmanlı idaresine ve memurlarına karışılmayacağı, işgalin geçici olduğu, halkın heyecana kapılmaması ve herhangi bir karşı koyma sorumluluğunun idare amirlerine ait olacağı bildiriliyordu ve “iskele civarı meydanlığı, İngiliz fabrikaları, istasyon binası ve Amerikan Kolejinin işgal edileceği, gerekli tedbirlerin alınması” isteniyordu.
Saat 10 sularında Yzb. Mehmet Selahittin Han’ın Müslüman Hint bölüğü Alman iskelesinden çıkarak İngiliz fabrikasına yerleşmişlerdi. İşgalin ilk günleri olaysız geçmiştir. İşgalin başında bulunan Bnb. Bak, Mutassarrıf Galip Bey ile irtibat kurmuş ve yönetime karışmamıştır. İşgalci İngilizler karargâhlarını Amerikan Koleji binasına kurmuşlar ve Üstg. Arthur komutasında istasyonda bir kontrollük tesis etmişlerdir. Olaysız geçen 16 günden sonra 2.1.1918 günü Yrb. Romieu komutasında Fransız işgal askerleri ve Ermeni Lejyon alayı Gümrük iskelesinden çıkarak Taşhan’a yerleşmiş ve işgale katılmışlardır. Fransız işgal kuvvetlerini Ermeni gönüllüleri; Taşhan, Araplar köyü, Hristiyan köyü ile Zeytinlibahçe’de çadırlara, Tunuslu ve Cezayirli askerler de askeri kışlaya ve Müftü Medresesi’ne yerleşmişlerdir.
12.11.1919 tarihinde İngiliz kuvvetlen çekilmiş ve işgalci olarak Fransızlar kalmıştır. Fransız işgal komutanlığı 19.01.1919 tarihinde yayınladıkları emirname ile Baş Administratör olarak Alb. Bremon’un Adana’ya ve Guvarnör olarak Bnb. Anfre’nin Mersin’e atandığını bildirmiştir. Anfre, hükümet konağının salonunu çalışma yeri olarak kendisine ayırmıştır. Fransız konsolosluk memurlarından Mardiros Dellalyan’ı tercüman. Deniz Subayı Tilçer’i Gümrük Kontrolörü, Üstg. Salandrı Belediye sorumlusu, Başçavuş Patini’yi Komiserliğe, Yd. Tgm. Yakupyan’ı Jandarmaya ve Hapet Tulumcuyan’ı Maliyeye atamıştır.
Guvarnör Antre, Mutasarrıf Galip Beyden idare amirleri ile çeşitli cemaat mümessilleri ile tanıştırılmasını istemiş ve Tahrirat Müdürü Salim, Muhasebeci Kanbur Cemal, Tapu Müdürü Lazkiyeli Şükrü, Tahsilat Müdürü Mehmet Latif, Nüfus Müdürü Ziya, Evkaf Müdürü Hulisi, Ceza Mahkemesi Reisi Osman, Bidayet Mahkemesi Reisi ve Kadı Tahsin, Gümrük Müdürü İhsan, Jandarma Komutanı Bnb. Zühtü, Emniyet Komiseri Hüsnü Beyle tanıştırılmıştır. Guvarnör Anfrei’nin önerisi üzerine hayır • cemiyetlerinin kurulmasına başlanmış, ancak “Türk” adına tahammül edemediği için kurulmak istenilen Türk Hayır Cemiyetinin adı evvela Cemiyetül islamiyetül Hayriye ve sonradan değiştirilerek İslam Hayır cemiyeti ismini almıştır. Cemiyet başkanlığına Müftü Abdullah, ikinci başkanlığına Ahmet-Ergelen ve Galip Hasip ve üyeliklere Ziya – Yalaz, Dr.Hayri – Tolunay – Ömer Lütfü – Kutay, Niyazi – Develi, Hacı Yusuf Ağazade Tahsin, Hıdıroğlu Ali Beyler seçilmişlerdir. Cemiyetin bilinen toplantı yeri Yeni Camii odasıydı. Bu arada Jandarma Komutanı vekili Yzb. Haydar, Bl. Komutanı Galip, Jandarma Katipi Ali Rıza, Ziya, Dr. Hayri beylerden müteşekkil gizli bir cemiyet daha kurulmuş ve Tarsuslu Palancı Mahmut Ağa’nın evinde toplanarak işgale karşı koyacak çalışmalarda bulunuyorlardı.
Başka cemiyetlerde kurulmuştu. Cemiyetül islamiyetül Arabiyetül Hayriye, Cemiyetül İslamiyetül Hayriyetül Şiiye ve lslami cemiyetlerin dışında; Birleşik Ermeni cemiyeti, Rum cemiyeti, Ortodoks ve Marunilerin Arap Hristiyan cemiyetleri, Musevi cemiyeti, Kürt yardım cemiyeti.”
Mersin’de Kuvayi Milliye Hareketinin Kuruluşu
A. Demirtaş bu olayı şöyle anlatır: “Sivas Kongresi’nde (4-12 Eylül 1919), Mustafa Kemal’in Heyeti Temsiliye Başkanı sıfatıyla, yerel örgüt temsilcileriyle yaptığı görüşmeler sonucunda yerel örgütlerin tümü, Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında toplanması ve milli güçlerin birleştirilmesi kararlaştırılmıştı.
Bu karardan sonra yurdun her yerinde olduğu gibi İçel’de de milli örgütler, çalışmalarını bu büyük kuruluşun birer şubesi olarak devam ettirmeye başladılar. Böylece tüm askeri güçler ve halk milisleri (çeteleri) Milli Kuvvetler adıyla birleştirilerek, düzenli bir ordu disipliniyle görev yapmaya başladı.
Mustafa Kemal, Kolordulara gönderdiği gizli emirde hangi Kolordunun hangi bölgelere, nasıl yardımda bulunabileceği bildirilmişti. Buna göre işgal altındaki Doğu Kilikya bölgesine Ankara’daki 20.Kolordu’nun kuzeyden, Konya’da bulunan 12.Kolordu’nun batıdan yaklaşım yaparak yöredeki Milli Kuvvetleri hazırlayacaklar ve gereken desteği vereceklerdir.
Bu talimata göre Konya’daki 12. Kolordunun Binbaşı Hüseyin Hüsnü Bey başkanlığındaki subay grubu Gülnar, Ermenek ve Anamur ilçelerini dolaşarak halkla temaslar kurdular ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Gülnar, Mut, Mağara, Silifke ve Kelolukyöre şubelerini açtılar. Milli Kuvvetlerin oluşmasını sağladılar, hareket planını hazırladılar. Bu çalışma ve hazırlıkların bitirilmesinden sonra mağara bucağından hareket edilerek, İçel’in doğusuna doğru ilerlemeye başladılar (20 Şubat 1920). Kaza merkezi Erçel idi.
Mersin ve Tarsus’un kıyı ve ova bölgeleri tamamen işgal altında bulunduğundan, Batı İçel’den sağlanan Milli Kuvvetler, bir düzen içerisinde İçel’in dağlık kesiminden doğuya doğru ilerleme ortamı bulabiliyorlardı. Mağara, Silifke, Güzeloluk, Yağda, Sorkun ve Tepeköy güzergâhından Efrenk’e (Arslanköy) ulaşılabildi. 1 Mart 1920’de burası işgalden kurtarıldı.
Mersin – Tarsus Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri
Arslanköy işgalden kurtarıldıktan sonra Teğmen Nail Bey burada Arslanköy Müdafaa-i Hukuk Heyeti’ni oluşturdu. Başkanlığa Ali Yıldırım (Çolak Ali) getirildi. 20 Mart 1920’de Belenkeşlik’de Tarsus Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştur. Başkanlığına da Hacı İshak Ağa getirilmişti.
25 Mart 1920’de Mersin Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Çavuşlu köyünden Hıdır oğlu Ali Efendi başkanlığında bir heyet seçilmiştir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Çavuşlu köyünden Hıdır oğlu Ali Efendi başkanlığında bir heyet seçilmiştir.
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti temsiliye Başkanı Mustafa Kemal Paşa, Mersin Sancağının da Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilmesi için 5 milletvekilliği için 4 aday göndermiş, birisini de Mersin halkının seçmesini ve sonucunun acilen, 23 Nisan 1920 tarihine kadar ulaştırılmasını istemiştir. Mersin işgal altında olduğu için, aday seçiminin Elvanlı’da olması, hazır bulunan 40 kusur kişinin oyu ile Ziya (Eraydın) Bey seçilmiştir (3 Nisan 1920).
Daha sonra Kurtuluş Savaşı için hazırlıklar yapılmaya başlanmıştır. Müdafaa-i Hukuk Üyeleri Gözne’ye gelerek ve Muhtar Maraşlı Ali Efendi’nin de fikri alınarak, sonradan vali konağı olan bina 10 yataklı bir hastane şekline getirilmiştir. İçel’deki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinden istenen yardımlar da gelmeye başlamıştır. İlk kez 1 Haziran 1920’de Silifke’den 1.350 liralık yardım ulaşmıştır. Bu yardımlarla sağlanabilen silah, cephane, giyecekler dağ köylerinin belirli merkezlerinde depolanmıştır.
Mersin – Tarsus Cephelerinde Yapılan Savaşlar
Savaş düzeni olarak Mersin – Tarsus bölgesi üç bölüme ayrılmıştır. Alata deresiyle Deliçay arası Mersin grubunu; Deliçay ile Tarsus Çayı arası Tarsus grubunu; Tarsus Çayı ile doğusu da Kavaklıhan grubunu teşkil ediyordu. Milli Müfrezeler (birlikler) bu alanlarda yerleşerek savaş düzenini alacaklardı.
Heyeti Temsiliye’nin talimatı üzerine Tarsus grubundaki müfrezeler şunlardır: Bozkurd Müfrezesi, Tarsus Gençler Müfrezesi, Selçuk Müfrezesi, Demirbaş Müfrezesi, Tozkoparan Müfrezesi, Gökbayrak Müfrezesi, Süvari Müfrezesi, Göçüklü Karahacı Müfrezesi, Polat Ağa Müfrezesi, Incirgedikli Derviş Ağa Müfrezesi, Kamberlihöyüklü Veysel Çavuş Müfrezesi, Eminlik’den Molla Nasuh Müfrezesi, Karayaylalı Müfrezesi, Berdan Müfrezesi, Semil Çavuş Müfrezesi, Efeler Müfrezesi, Karafaki-Arslanyürek Müfrezesi, Urfalı Mehmet Müfrezesi, Kurbanlı Akış Ağa Müfrezesi.
İşgal kuvvetleriyle Kuvayi Milliye arasında Mersin grubunda Başnalar, İçmeler, Subendi, Emirler, Kızılyar, Mezitli ve Arpaçsakarlar savaşları yapılmıştır.
Tarsus gurubunda ise Eshabıkehf, Hacıtalip, Bağlar ve Karadırlik Kavaklıhan grubunda da Karboğazı ve Kavaklıhan savaşları yapılmıştır.
20 Aralık 1921 Ankara Antlaşması İmzalanıyor
Asker ve silah bakımından Milli kuvvetlerimizden kat kat üstün olan Fransızlar, Mersin, Adana, Urfa, Antep ve Maraş gibi geniş bir cephede tutunarak Ermenilerle ortak bir devlet hayali içindeydiler. Fakat Milli kuvvetlerimizden beklemedikleri çetin bir gerilla savaşı karşısında umutsuzluğa kapılarak verdikleri ağır kaybı daha da büyütmek istemediler. Fransa’daki iç siyasi çekişmelerde savaşı bırakıp çekilmeyi gerektirdiğinden, önce Ankara’da kurulan yeni Türkiye devletini tanıdılar.
Fransızlarla başlayan temaslar ve görüşmeler sonucu 20 Aralık 1921 tarihinde Ankara’da Franklin Bouillon ile Fethi Okyar arasında Ankara Antlaşması adıyla bilinen bir antlaşma imzalandı. Ankara Antlaşması, özerk bir yönetime sahip olmasını öngördüğü İskenderun Sancağı dışında, bütün Kilikya’nın, bu arada Mersin ve İçel’in Türkiye’ye bırakılmasını öngörüyordu.”
Mersin ve Tarsus’un Kurtuluşu
Ankara antlaşmasının taraflarca onaylanmasından sonra, Fransızlar işgal altında tuttukları Kilikya kentlerini kısa süre içinde boşalttılar. Fransızlar’ın Tarsus’u boşalttıkları gün 27 Aralık 1921’de, Adana’daki Türk alayının bir taburu ve bir süvari bölüğü Tarsus’a, 3 Ocak 1922’de de Mersin’e girdi, böylece Mersin ve Tarsus’un kurtuluşu sağlanmış oldu.
Atatürk’ün Mersin Ziyaretleri
Atatürk yurdun birçok yerini olduğu gibi, Mersin’i de birçok defa ziyaret etmiştir. Mersin’e ilk ziyareti Cumhuriyetten önce 5 Kasım 1918’de olmuştur. Atatürk, bu ziyaretinde Silifke sınırları ve Toros eteklerinde, karakolların artırılmasını ve dağ köylerine depolardaki yeni silah ve cephanelerden bol miktar da dağıtılmasını yetkililere tavsiye etmiştir.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, 17 Şubat-4 Mart 1923 arasında İzmir’de toplanan “Türkiye iktisat Kongresi’nden sonra ilk yurt gezisini Adana ve Mersin’e yapmıştır. Mersin ve Tarsus’u ziyaret etmek üzere Gazi ve yanındakiler, 17 Mart 1923 Cumartesi sabahı 9.45’de Adana’dan trenle hareket etmişlerdir. Yenice istasyonunda Mersin ve Tarsus’tan gelen heyetlerin karşıladığı tren, Tarsus’tan halkın coşkun sevgi gösterileri ve alkışları arasında yavaşça geçerken, Gazi, pencereden Tarsusluları selamlıyordu.
Saat 11.30’da murt dallarıyla süslenmiş Mersin tren istasyonuna halkın coşkun tezahüratlarıyla girdi. Gazi, eşi Latife Hanımla trenden indikten sonra istasyon önündeki merasim kıtasını teftiş etti. Önce hükümet binasına, daha sonra da Belediye binasına gelen Gazi, başkandan belediye hizmetleriyle ilgili bilgi aldı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Gençler Yurdu’nu ziyaretinde, gençlere çok çalışmalarını tavsiye ederek, Türk Ocağı’na katılmalarını önerdi.
Belediyenin şereflerine verdiği ziyafete katılmak üzere hep birlikte Mersin Palas Oteline (Günümüzde Mersin Oteli), daha sonra Askeri Mıntıka Kumandanlığına gidildi (Yandığı yerde şimdi Özgür Çocuk Parkı vardır.). Burada Askeri törenle karşılanan Gazi ve yanındakiler, bir süre dinlendiler. Binanın bir bölümünde öğretim yapılan Mersin Ticaret Rüştiyesi ‘ne geçildi. Girdikleri sınıfta dersi dinleyen ve öğrencilere sorular yönelten Gazi, alkışlar arasında binadan ayrıldı.
Program gereğince Millet Bahçesi’nde çay içilecek, kent adına Hükümet Tabibi ve Türk Ocağı Baş kanı Dr. Reşit Galip Bey konuşacaktı. Bahçede murt dalları, çiçeklerle süslenmiş ve bayraklar asılmış yüksekçe bir yer hazırlanmış; yaldızlı büyük iki koltuk konulmuştu. Ancak, Gazi bahçeye girdiğinde iki tahta sandalye çekti, eşiyle birlikte oturdular, çaylar içildi. Reşit Galip Beyin heyecanlı bir ses tonuyla söylediği, anlamlı ve samimi hitabını dinlerken ve özellikle “senin büyüklüğün, bu milletin bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmendir” sözlerinden çok duygulandı. Sonra kürsü olarak hazırlanan masanın üzerine çıkarak “Mersinliler, memleketiniz, beldeniz Türkiye’nin çok mühim bir noktasında bulunuyor. Çok mühim ticaret noktasıdır. Memleketiniz bütün Dünya ile Türkiye’nin irtibat noktasının en mühim yerindedir. Bunu sizler benden iyi biliyorsunuz…. Aziz Arkadaşlar, bu memleketin hakiki sahibi olunuz” dediği hitabesini söyledi.
Sürekli alkışlar ve övgü sözleri arasında kürsüden indi ve halkın “Yine bekleriz Paşam” tezahüratıyla istasyona uğurlandı. 16.30’da Tarsus’a hareket ederken pencereden uğurlayanlar, selamlıyordu.
Atatürk 20.1.1925 tarihinde yine Eşi Latife Hanımla birlikte Mersin’e gelmiş ve günümüzde Atatürk Evi olarak müzeye dönüştürülen Christmann Köşkü’nde misafir edilmiştir. Bu ziyaretinde Mersin’de iki gün kalmıştır. Atatürk Hac, Beyden, güneyde bir çiftlik almak istediğini ve tavsiye edecekleri bir yer olup olmadığını sormuştu. Hacı Bey, Silifke’de bir yer olduğunu söylemiş ve Atatürk 29.1.1925 günü satın almak istediği Tekir-Olukbaşı çiftliğine gitmiştir. Bu çiftlik Abidin Paşa’dan Bodasakiye, kurtuluştan sonrada hazineye geçmişti. Atatürk çiftliği hazineden satın almıştır. Burası modern bir çiftlik haline getirilmiş, bağış üzerine yine hazineye devredilmiştir.
Atatürk, 10.5.1926 tarihinde Konya üzerinden trenle Mersin’e gelmiş ve doğruca limandaki Ertuğrul yatına binerek Taşucu’na gitmiştir.
Atatürk, bundan sonra üç defa daha Mersin’e gelmişse de kentte kalmamıştır.
Atatürk, 19.11.1936 tarihinde yine tren yoluyla Mersin’e gelmiştir. Bu gelişinde Vali Konağı’nda kalmıştır. Mersin Valisi olan Rüknettin Nasihioğlu’na:”Vali Bey, konağı çabuk düzenle ve noksanlarını tamamlayın. Her sene Nisan ayını burada geçirmek istiyorum” demiştir.
Atatürk’ün Mersin’e son gelişi ise 20.5.1938 Cuma günü 13.30’dur. Bu ziyaretinde de Vali Konağı’nda kalmıştır. Konağın balkonunda oturduğu sürece halk karşı kaldırımda, oradan ayrılıncaya kadar, uzun süre sevgi ve ilgi ile büyük kurtarıcıyı izlemiştir.
Atatürk’ün Tarsus Ziyareti
17 Mart 1923 günü Gazi, Eşi Latife Hanım ile beraber Mersini ziyaret ettikten sonra akşamüzeri Tarsus’a geldiler. Akşam yemeğini yemek üzere Mehmet Rasim (Dokur) Bey’in evine gidildi. Mehmet Rasim Bey, İstiklal Savaşı’nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi ordusunun tüm bez ihtiyacını kendi fabrikasında dokuyup göndermişti. Gazi, akşam yemeğinde Rasim Bey’e: “Kurtuluş Savaşımızda bize fabrikanız ile büyük destek sağladınız. Ordunun bez ihtiyacının büyük bir kısmını temin ettiniz. Size borcumuz oldukça çoğalmıştır. Size olan borcumuz nedir ve nasıl öderiz?” diyen minnet dolu sözlerine Rasim Bey’in yanıtı şöyle olmuştur: “Paşam, Türk Ordusuna fabrikam feda olsun. Hükümetimizin bana hiç bir borcu yok.”
17 Mart gecesi Atatürk ve eşi, eski belediye binasının bulunduğu yerde (Bu bina 1958 yılında yıkıldı.) kaldılar. Binanın etrafı çepeçevre Tarsuslu insanlarla dolup taşmıştı. Etrafta meşaleler, ateşler yakılmış, adeta tüm Tarsuslular nöbet tutmuşlardı. Gazi, arada bir kaldığı binanın balkonuna çıkıp Tarsusluları selamlıyordu Gazi, balkondan: “Vakit geç oldu. Lütfen istirahat edin. Evlerinize çekilin” diye seslenmesine rağmen, Tarsuslular Gazi’nin kaldığı evin etrafında sabaha kadar oturdular.
18 Mart 1923 günü, Şelale civarında bulunan Sadık Paşa’nın un fabrikasına giden Gazi ve eşi, burada sabah kahvaltılarını yaptıktan sonra, Şeyh Sünusi’nin evini ziyaret ettiler. Gazi, buradan Türk Ocağı’na giderek gençlere seslendi. Hatıra defterine de şunları yazdı: “Tarsus Türk Derneği altında birleşen ve Türklük harsını (kültürünü) yükseltmek gibi kıymetli vazife ifa eden Türk Gençliğini takdir ederim. Temenni ederim ki; dernek bu dakikadan itibaren Tarsus’ta Türk’ün sönmez ocağının yandığını ismi ile de ilan etsin. 18-19 Mart 1923 Gazi” Aynı gün çiftçilere hitaben de bir konuşma yapan Gazi, Tarsus’un birçok tarihi ve dini yerlerini de gezdi. Paşayı izleyen Tarsuslular arasında bulunan kadın mücahit Adile Çavuş: “Bastığın toprağa kurban olayım Paşam” diyerek Gazi’nin ayaklarına kapanmıştır. Atatürk, Adile Çavuş’u elinden tutarak kaldırmış: “Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürüklenmeye değil, omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıksın” diyerek o ünlü sözlerinden birini söylemiştir.
Daha sonra İttihat ve Terakki Mektebini (Eski Türk Ocağı İlkokulu) ziyaret eden Gazi Paşa, burada öğrencilerle jimnastik dersi yapmış, sınıfta ise tarih dersi vermiştir. Atatürk, 27 Ocak 1925’de Silifke’yi de ziyaret etmiştir.
Kaynak: http://www.e-sehir.com/turkiye-haritasi/mersinicel-ilceleri.html
• Akdeniz
• Anamur
• Aydıncık
• Bozyazı
• Çamlıyayla
• Erdemli
• Gülnar (Gülpınar)
• Mezitli
• Mut
• Silifke
• Tarsus
• Toroslar
• Yenişehir
İçel Türkiye’nin her bakımında en gelişmiş illerinden biridir. Bu gelişmenin başta gelen sebepleri topraklarının çok verimli olması, sanâyi bakımından ileri durumda bulunması, mâden bakımından zengin oluşu, Mersin limanının faaliyeti ve Mersin petrol rafinerisinin bulunuşudur.Gayri sâfi hâsılanın (Brüt gelirin) % 40’ı sanâyi, % 30’u tarım ve % 10’u ticâret sektöründen elde edilir.İçel her yönüyle zengin bir ilimizdir.Yurdumuzda çokyönlü, gelişmeye elverişli bölgelerden biri de İçel’dir.
Tarım: Faal nüfûsun çoğunluğu tarım sektöründe çalışır.Tarım (bitkisel) yapılan topraklar % 25’tir.
İçel’de yetişen tarım ürünleri çok çeşitlidir. En çok tahıl ekimi yapılır. Tarım ürünleri seneden seneye artmaktadır. Elde edilen başlıca tarım ürünleri, buğday, arpa, çavdar, pirinç, nohut, mercimektir. Sanâyi ürünlerinden en çok pamuk yetişir. Ayrıca yerfıstığı ve susam yetiştirilir. İçel ilinde her çeşit sebze ekilir. Domates, biber, patlıcan, fasulye, kabak, bakla, bamya, hıyar, ıspanak, lahana, marul, soğan ve karnabahar, yetiştirilen başlıca sebzelerdir. Seracılık oldukça ilerde olup,Antalya’dan sonra en çok sera alanı İçel’de bulunur.Turungçiller bol miktarda yetişir.Üzüm, keçiboynuzu, zeytin, nar, muz, incir, erik, bâdem ve kayısı yetiştirilen diğer meyvelerdir.Kavun, karpuz da oldukça fazla ekilir.İçel ilinde modern tarım araçları kullanılır, geniş ölçüde gübreleme ve sulama yapılır.İçel Türkiye’nin tahıl, meyve ve sebze ambarlarından biridir.Türkiye’nin dört bucağına turfanda sebze vemeyve İçel’den gider.İçel, yalnız pamuk ambarı değil turfanda sebze ve meyve ambarıdır.
Hayvancılık: Hayvancılık dağlık bölgede ve yaylalarda yapılır. Arâzinin % 15’e yakını çayır ve mer’alık olmasına rağmen hayvan mal varlığı fazla değildir. Arıcılık gelişmiştir. Balıkçılık: Akdenizde geniş sâhilleri olmasına rağmen,balık üretimi iki bin tondan biraz fazladır.Mut’ta alabalık üretme çiftliği vardır. Tarsus,Berdan ve Tragon çayları tatlısu balıkları ile doludur.İçel balıkçılık için çok müsâittir.
Ormancılık: Mersin ili orman bakımından çok zengindir. Asırlar önce İçel tamâmen ormanlarla kaplıydı.Günümüzde ise arâzinin % 55’i orman ve fundalıklarla kaplıdır. Anamur’dan Tarsus’a kadar kıyı kuşağı fundalıklarla (makilerle) kaplıdır. Makiler arasında “Delice” denilen yabâni zeytin ve fıstık çamları bulunur. Maki kuşağından 2200 m yüksekliğe kadar sık ağaçlı ormanlara, daha yükseklerde bodur ve seyrek ormanlara rastlanır. 600 m yüksekliğe kadar olan ormanlarda meşe, sakız, tespih, mersin ve sandal ağaçları bulunur. Daha yükseklerde çeşitli çam türleri, köknar ve sedir ağaçları fazladır.Ormanların kapladığı saha 785 bin, fundalık alan ise 100 bin hektardır.Ormanlardan her sene 3500 ton reçine ve 250 bin m3 sanâyi odunu elde edilir.
Mâdenleri:İçel mâden bakımından da zengin sayılır. Krom, bakır, demir, kuvarsit, alüminyum, barit ve dolamit çıkarılır ve bir kısmı Mersin limanından dış ülkelere ihraç edilir.
Sanâyi:İçelAkdeniz bölgesinde Adana’dan sonra, sanâyi sektöründe en çok gelişmiş bir ildir. Başlıca sanâyi kuruluşları şunlardır:Anadolu Tasfiyehânesi (Rafineri) A.Ş. (ATAŞ)Senelik kapasitesi 5 milyon tona yakındır.Çukurova Sanâyi İşletmeleri A.Ş., Akdeniz Gübre Sanâyii A.Ş.,Çimento Sanâyii ve TicâretA.Ş. (ÇİMSA), Anadolu Çam Sanâyii A.Ş., Plâstik Sanâyii ve Ticâret A.Ş., Soda Sanâyii A.Ş., Mustafa SamanÇelik Döküm Makinaları Sanâyii A.Ş., AkdenizTuğla Beton Boru Fabrikası, Nârenciye Ambalaj Fabrikası, Kâğıt ve Karton Fabrikası, meyve suyu fabrikaları, mobilya atölyeleri,Çukurova İplik Dokuma Fabrikası, Çukurova Çırçır Pres Fabrikası, Sabun ve Deterjan Fabrikası, Yapıştırıcı Fabrikası, Buzdolabı Fabrikası, Akfa Akümülatör Sanâyii, Metal Kapak Fabrikası, Oska Profil Eşya Fabrikası, Güneş Isıtıcı ve Çelik Büro Sanayii, Treyler Îmâlâtı,Çelik Döküm ve Makina Sanâyii.
Ulaşım:İçel ili karayolu, denizyolu ve demiryolu ulaşımı bakımından çok müsâittir. Adana Havaalanından havayolu ulaşımı bakımından faydalanır.Türkiye’nin her köşesi ile ulaşım bakımından irtibâtı vardır. Akdeniz sâhillerini paralel olarak kat eden E-24 karayolu Anamur, Silifke,Erdemli,Mersin ve Tarsus’tan geçer. Ankara-Konya E-35 Karayolu Silifke’ye inerek E-24 karayolu ile birleşir. Ayrıca kaliteli devlet yolları ile Niğde-Sivas-Kayseri; Adana-Hatay; Adana-Gaziantep-Urfa ve Kahramanmaraş-Malatya yönlerine giden yollarla bağlıdır.İlçeleri köylere bağlayan yollar oldukça iyidir.
İçel denizyolu taşımacılığı bakımından çok önemli bir merkezdir. Bu limana senede gelen büyük gemi sayısı ortalama üç bindir. Bu liman Avrupa ve ABD ile Ortadoğu arasında bir transit merkezidir.Limanda 140 gemi barınabilmekte ve aynı anda 15 gemiye yükleme ve boşaltma yapılabilmektedir. 1961’de yapılan limanda biri 1593 m, diğeri 3933 m uzunlukta iki mendirek uzanır. 15 bin m2lik sundurmalı ve 40 bin m2’lik açık depolama alanı mevcuttur. Ayrıca ToprakMahsulleri Ofisinin Silosu,Et ve Balık Kurumunun Soğuk Hava Deposu, ATAŞ’ın akaryakıt depoları ve araçlar için park yeri ve limanda 20 rıhtım vardır. Mersin limanından başka Anamur,Taşucu ve Aydıncık’ta iskele; Aydıncık ve Karaduvar’da ise balıkçı barınakları bulunur. İçel, yurdumuzun batı, orta ve doğu bölgelerini birleştiren demiryolu ağına bağlıdır.Kütahya-Afyon-Konya istikâmetinden gelen demiryolu hattı Ulukışla’dan sonra iki kola ayrılır.Güneydoğuya uzanan kol Adana-Mersin sınırını tâkip ederek Yenice, Tarsus ve Mersin’e ulaşır. Bu hat daha çok yük taşımada kullanılır.
Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/mersin/ekonomi.html
KÜLTÜR
İçel yöresi, geçmiş de olduğu gibi günümüzde de renkli ve canlı bir kültür yaşamına sahiptir. Toros dağları ile denizin kaynaştığı bir coğrafyada; kökleri Orta Asya’ya dayanan Türkmen ve Yörük kırsal kültürü, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşam biçimi, bayram ve kutlama günleri ile kaynaşarak modern bir sentezi oluşturmuştur.
İçel Yöresi Türk Kültür Yaşantısının Öncüleri
Yörükler ve Türkmenler
Deveyi deveye çattım,
Yularını üstüne attım,
Ninni nazlı bebeğim de ninni.
Yörük ninnisinde dile getirildiği gibi, bebeğini dahi çoğunlukla yürürken uyutan Yörük anaları,bölgede “Yörük kaçırtan sıcağı” denilen yaz günlerinde develeri ile bir yayladan diğer yaylaya göç ederler; hareket halinde bile ihtiyaçlarını ve bazı el sanatlarını da üretirlerdi.
Toros dağlarında birçok yayla, otlak ve meranın bulunması, yüksek rakımı, Asya tipi yaşam koşullarına elverişli olması; 11. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya gelen Yörük ve Türkmenler’in başlıca yaşama alanı olmuştur. Claude Cahen’in, Anadolu’da kırsal alanların Türkleşmesine yol açanlardır dediği Türkmenler, yüzyıllar boyunca Anadolu kırsalının efendileri olan konar göçer topluluklardır. Fatih Kanunnamesi’nde “Yörük” tabir olunan Türkmenlerin teşkilat ve vazifeleri, yerli ve yabancı çok sayıda halkbilimcinin öncelikle araştırma konusu olmuştur. Koçi Bey Risalesi’nde:”Ve Rum ili eyaletlerinde yirmi bin defterlü akıncı ve kırk bin yürükân ve müselliman var idi.” diye yazar.
C.Cahen de Türkmen sözcüğünü şöyle açıklar: “Göçebe Müslüman Türkleri, bir yandan yerleşik Türkler’den, bir yandan da göçebe ama Müslümanlığı kabul etmemiş Türkler’den ayıran bir deyim olmuştur” Uğraş alanları hakkında ise: “Selçuklular döneminde sık ormanlarla kaplı Toroslar’daki Türkmenler’in çoğunun ve bunların arasında ağaçeri denenlerin ormancılıkla uğraştıkları bilinmektedir”.
Kilikya Ermeni Krallığı’nın, Mısır’da bulunan Türk Memluk Sultanlığı tarafından ele geçirilmesi sırasında, Mısır ordusunda Türkmen toplulukları da bulunmaktaydı. Bu Türkmenler’in çoğu Üç Ok koluna mensuptu ve Üç Oklar’ın en güçlü boyu da Yüreğirler idi. 14. yüzyılın ortasında Yüreğirler ve onunla birlikte Çukurova’nın fethine katılmış olan Kınık, Bayındır ve Salurlar; Çukurova ve Toroslar’ı yurt edindiler. Bu sıralarda Yüreğirler’in başında Ramazan Bey bulunuyordu. Dulkadiroğlu Karaca Bey’in bazı Memluk emirleri ile birlikte 1352-1353’te Memluk Sultanı’na başkaldırması üzerine kendisi azledilerek Türkmen Emirliği Üç Oklu Ramazan Bey’e verilmişti. Yörükleri oluşturan oymaklar arasında; Kayılar, Bayatlar, Döğerler, Avşarlar, Bozoklar’dan; Çepniler, Salurlar, Eymirler ve Kınıklar’da Üçoklardandır.
Türkmenler, Konya başkentli Anadolu Selçukluları’nın Orta Anadolu’da yerleştikleri dönemde, Güney Doğu Anadolu Toroslar’ında ve Antitoroslar’da dolaşıyorlardı.
Yörükler, büyük bir olasılıkla Türkmenler’in bir kolu ise de, giysileri, yerleşme biçimleri, gelenek görenek ve ağız değişiklikleri, bu iki topluluğu birbirinden ayırmaktadır. Bunun, Anadolu’ya değişik tarihlerde gelmiş olmalarından kaynaklandığı söylenebilir. Güneybatı ve Güney Anadolu’daki Yörük ve Türkmen oymaklarına bağlı boylardan Abdal, Akçakocalı, Takami, Karakeçili, Çepni, Avşar, Sancaklılar Türkmen; Yağcılar, Tahtacılar, Kınıklar ve Alpaslanlar gibi boylar, ağız özellikleri bakımından daha çok Yörük öbeğine girmektedirler.
“Yürüyenler” anlamına gelen “Yörük” sözcüğü, Kutadgu Bilig’de, “yürüme, tavır, hayat tarzı ve maişet” karşılığında kullanılan “yarık” sözcüğünden türemiştir. Güz ve kış mevsimlerini ovalarda, ilkbahar ve yazı yaylalarda geçiren Yörükler, Çukurova kültürünün özgün bir parçasını oluştururlar. Osmanlı İmparatorluğunun sayısız toplumsal çalkantısı içinde Yörükler, Ege ve Orta Anadolu bölgelerinden bu yöreye kaymışlardır.
Selçuklular’dan başlayarak, Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine kadar, merkezi yönetimle sık sık çatışmaya giren Türkmenler ve Yörükler, yaşama alanlarının dışa kapalılığı nedeniyle özerkliklerini koruyabilmişlerdir. Selçuklular’dan Osmanlı İmparatorluğu’na uzanan yüzlerce yılda, yaşamsal ve kültürel özelliklerini fazla değişmeden koruyan Yörükler, 19. yüzyılda yörede önemli bir yer tutmaktadır. Bunların 19. yüzyıl ortalarından itibaren pamuk üretimi için Çukurova’da zorunlu iskana tabi tutuldukları, zaman zaman dağ geçitlerini tutan Devlet güçleriyle çatışmalara girmeleri, pek çoğunun imparatorluğun çeşitli bölgelerine sürülmeleri; çok sayıda araştırma ve yayına konu olmuştur.
Halkbilim araştırmacısı Ali Rıza Yalkın, 2O. yüzyılın başlarındaki duruma değinirken, oymakların zengin kültür birikimine ve özgün halk mirasına dikkat çeker. Yalkın’ın gözlemlerine göre, 1920-1930 arasında Çukurova’da, Toros dağlarındaki yaylalarda görülen oymaklar, Aladağ, Kozandağı ve Binboğalar’da yaşıyorlardı. Bu yarı yerleşik ya da yerleşik yaşamda ortaya çıkan Türkmen Yörük kültürü, yörenin yüzlerce yıllık kültür birikiminin etkilerini taşımaktadır.
Yörük Çadırı (Kara Çadır)
Binlerce yıldan buyana bölgede üretilen ve antik yazarların “Cilicium” (Kilimin kaynağı olabilir) olarak adlandırdıkları “Kara Çadırlar; yaşamlarını hayvancılıkla sürdüren, yazın serin yaylalara, kış mevsiminde ise ılık ovalara göç eden eski konargöçer Türkler’in barınağı olmuştur. Keçi kılından kaba olarak dokunan kara çadırın; sıcağı, soğuğu ve suyu izole edebilmesi, istenilen yere kolayca taşınabilmesi nedeniyle çok kullanışlıdır. 1,2,3,4,5,7 direkle kurulur. Oymak başının, aşiret başkanının çadırı en çok direği bulunan çadırdır. Çadırın içi yatılacak, oturulacak, yemek: yenilecek bölümler olarak düzenlenmiştir. Düğünlerde gelin ve güvey için beyaz çadır kurulurdu. Çadır kelimesi, Türkçe “Çat” kökünden gelir.
İçel Yöresi Halk Oyunları
İçel yöresinde oyunlar, Silifke yöresi ve Çukurova yöresi olarak iki bölümde incelenir.
1 – Silifke Yöresi Oyunları
2 – Silifke, Mut, Anamur ve Gülnar ilçelerinde oynanır ve kendi aralarında ikiye ayrılır.
Silifke Oyunları : Hareketlerindeki kıvraklık, müziğindeki canlılık nedeniyle görsel, işitsel ve duygusal özellik taşır. İlçelere göre oyuncuların giysileri, müziğin sözleri değişiklik gösterir. Çalgı olarak davul, keman, klarnet kullanılmaktadır. Önemli oyunlar; Silifke zeybeği, portakal zeybeği, yayla yolları, keklik, Silifke’nin yoğurdu, Anamur yolları, tanışman, kullar olam, çay zeybeği, tıbıllı, sallamadır. Bu oyunlar genellikle kaşık kullanılarak dört erkek, dört kızla oynanır.
Kırtıl Köyü (Tahtacı Oyunları) : Daha çok Silifke’nin Kırtıl köyünde oynandığı için bu ad verilmiştir. Her ilçede Tahtacılar tarafından çalınıp oynanır. Hareketleri ve müziği ilçelere göre değişiklik gösterir. En önemlileri mengi, samalı, keklik mengesidir.
Çukurova Yöresi Oyunları : Bölgesel olmayan bu oyunlar, diğer illerin folkloruyla yakından ilgilidir. Çevrede oynanan halaylar, horlar ve halebi oyunları bu bölümün içine girer. İlde en çok Mersin, Tarsus, Erdemli’de oynanır. Belirgin bir kıyafet düzeni yoktur. Çiçekdağı, şirvani, korki, acem (gelin alma), üçayak, Toros halayı, Tarsus halayı Çukurova yöresi oyunlarının çeşitlerindendir. Bu oyunlar davul zurna eşliğinde oynanır.
Giyim Kuşam
Yörenin giyim kuşamında, öteden beri değişik etkiler görülmüştür. Ekonomik durumdan, etnik ayrılıklardan, doğa koşullarından kaynaklananlar bunların başında gelir. Yörüklerin önemli bir bölümü yerleşik yaşama geçmişse de; yaşamın her alanında ve giyim kuşamda geleneksel özelliklerini büyük ölçüde korumaktadırlar.
İçel’in köylerinde kadınlar, özellikle yaz mevsiminde şalvar ve üzerine uzun kollu yakasız renkli bulûz giyerler. Başlarına da tülbent denilen beyaz örtü veya renkli boncuklarla işlenmiş yağlık bağlarlar. Erkekler ise ceket ve kasket kullanırlar. Kışın yaşlı kadın ve erkekler boyunlarına çalma denilen geniş ve uzun boyunbağı bağlarlar.
Yörük kadınları üç etek adı verilen elbiseler giyerler. Altına da göz alıcı renklerden yapılmış şalvar çekerler, bulûz yerine ceket kullanırlar. Başlarına renkli poşu bağlarlar. Yörük giysilerinin hemen tümü dokumalardan yapılmaktadır. Yazlık giysiler ince ve boyanmamış ipliklerden dokunur. Kışlıklar dokunduktan sonra sıklaşması için suda çiğnenir. Buna depme denir. Sonra karaya boyanır. Giysiler parçalar katlanarak değil de, üst üste getirilerek dikilir. Kadın başlıklarında kalın dokuma poşular egemendir. Kimileri poşunun altına, alnı kapatacak biçimde, kimileri de üstüne yağlık bağlarlar. Ak, mavi ya da sarı, uzunlamasına çizgili gömlek giyilir. Yaz mevsiminde erkekler pantolon veya şalvar üzerine gömlek giyerler. Dağ köylerinde bu gömlekler üzerine yün kazaklar giyilir. Buralarda el dokumacılığı gelişmiştir. Pamuklu düz ve çizgili bezleri dokuyup, kendilerine giysi dikerler. Ayakkabı olarak çarık ve yemeni giyilmez olmuştur. Kentleşme hareketi modern kıyafetin en uzak köylere kadar girmesini kolaylaştırmıştır. Günümüzde erkeklerin pantolon, ceket giymeleri, başı açık bulunmaları bölgenin alışılmış kıyafeti olmuştu. Kadınlar şalvar yerine entari, ceket yerine manto kullanmaya başlamışlardır.
El Sanatları
İçel yöresinde iğne oyası ve kilim dokumacılığı yaygındır.
Erdemlide dağ köylerinde göçebe olan Türkmenler’in (Yörük) yaşama biçimini yansıtan motiflerle dokunan kıl heybe, çuval ve kilimler üretilmektedir.
Silifke’de halk eğitim merkezinin açtığı kurslarda makrome, tül bez, seramik çiçekler; Say Mahallesi’nde sıcak döğme, demir araç ve gereçler, ayrıca evlerde nakış, piko, trikotaj işleri; Akdere ve Işıklı köylerinde sepet, bıçak, çatak, kıca ve kavak; Kırobası, Sarıyadın, Karadedeli, Hasanaliler köylerinde çul, çuval vb dokumaları yapılmaktadır.
Gülnar’da Kazanlı ve Saray Mahalleleri’nde bölgeye özgü halılar kilimler dokunmaktadır.
Mut’da kilim dokumacılığı çok yaygındır. Kıldan dokunan bu kilimler geometrik ve bitki motifli olup, renk uyumları çok güzeldir. Bu kilimler desenlerine göre değişik adlar alırlar; “Mor Ayak”, “Yürek Üstü” gibi. Dağ köylerinde koyun ve keçisini otlatan çoban boş zamanlarını, ya kaval çalarak ya da ağaçtan yaptığı tek mil ile çorap örerek, ip eğirerek geçirip Özellikle Hacıahmetli köyünde dokunan kıl heybe, kilim ve çullar; renk, desen ve dokunuş bakımından yörenin bütün özelliklerini taşır. Mut’un yakın köylerinde genç kız ve kadınların işledikleri beyaz danteller de çok ünlüdür.
Bozyazı’da boncuktan çanta, kolye, bilezik, su kabağından biblolar, abajurlar yapılmaktadır. Anamur’da Bozdoğan, Güleç, Karalar bahşiş köylerinde koyun yününden bölgeye özgü desenlerle karakteristik “Ala Kilim’ ve seccade dokunmaktadır.
Tarsus’da Halk Eğitim Merkezi ve Kız Meslek Lisesi öncülüğünde kamıştan biblo, buğday sapından tablo ve benzeri eşyalar yapılmaktadır.
Çamlıyayla’da, Sebil’de yapılan iğne oyaları yörenin en özgün etnoğrafik eserleridir. Biçimlerine göre bu iğne oyaları “Kızlar Coşturanı”, “Mindilli”, “Adalya”, “Menekşe”, “Sevda Çiçeği”, “Kayıklı”, “Karpuz Çiçeği”, “Berber Aynası”, “Elma Çiçeği”, “Gül Domuru” gibi adlarla anılmaktadır.
Mersinde Bulunan Kültür Dernekleri
İçel Sanat Kulübü Derneği, İçel Kafkas Kültür ve Dayanışma Derneği, Amerikan Kültür Derneği, Alman Kültür Derneği, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Mersin Şubesi, Mersin İngiliz Kültür Derneği, Mersin Kültür Merkezi Derneği, Mersin Fransız Kültür Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Mersin Şubesi,Çukurova Tarih, Arkeoloji, Kültür, Folklor Araştırma Derneği, Mersin Kültür Sanat Evi Derneği, Hacı Bektaş Kültür Tan. Derneği Mersin Şubesi, Akdeniz BeI.KüI.San.Derneği, İçel Fotoğraf Amatörleri Derneği.
Kütüphaneler
1920’lerde Türk Ocağı’nın açtığı okuma odaları bu alandaki ilk kurumlardır. Türk Ocağı 1931’de Halkevi’ne (1931-1950) dönüştürülmüş ve bu dönemde okuma odaları yaygınlaşmıştır. Halkevi; tiyatro, sinema ve yayın alanlarındaki girişimleriyle önemli çalışmalar yapmıştır. Ancak 1950’de Halkevi ile birlikte okuma odaları da kapatılmıştır. 1979’da ilde 4 kitaplık bulunmakta olup bunların 2’si okuma odalarından, 1’i de çocuk kitaplığından dönüştürülmüştür. 1982’de ilde toplam 10 kitaplık bulunmaktayken, 1997’de sayısı 18’e ulaşmıştır.
Yayınlanan Gazete ve Dergiler
Mersin’de ilk gazete “Doğru öz” adı ile 1922 yılında çıkarılmıştır. 24.7.1928’de “Yeni Mersin” gazetesi yayın hayatına başlamış ve günlük olarak yayınlanmıştır. 26.8.1932’de “Ege” Gazetesi yayın hayatına girmiş, haftada iki bazen de üç defa çıkmıştır. “Ticaret Sicili ve Piyasa” Gazetesi bir süre, 2.6.1943″de “İçel Postası” ve 1944 yılında “Akın” Gazetesi Mersin’de çıkan yayınlardır. 1930’lu yıllarda Ankara, İstanbul gazeteleri de trenle üç gün gecikmeli olarak gelmekte ve Mersin’de satılmaktaydı. Bunlar Ankara, İstanbul gazeteleri Hakimiyeti Milliye (Ulus), Cumhuriyet, Vakit, Kurum, Akşam, Tan, Son Posta, Karagöz, Köroğlu’dur.
Gazeteler
Çukurova, Güney, Hakimiyet, İçel Ekspres, Katılım, Yenigün, İçel Ticaret, Yüksel, Mersin Haber, Yeni Sabah, Anamur-Ekspres, Yeni Haber, Yeni Ufuk, Hürses, Yöre, Gülnar’ın Sesi, Mut’dan Haber, Silifke, Göksu, Tarsus’un Sesi, Yenises, Tarsus Ekspres.
Dergiler
İçel Sanat Kulübü, Mersin Ticaret ve Sanayi Odası, Mersin Deniz Ticaret Odası, Genç Toros, Yelken, Maki Kültür Sanat ve Edebiyat, Menas ve İleti.
İçel ilinde, kültür, sanat ve tanıtım ağırlıklı yayınlar; valilik, çeşitli meslek kuruluşları, sanayi kuruluşları, vakıf, dernekler ve şahıslar tarafından yoğun biçimde gerçekleştirilmektedir.
Kaynak: http://mersinim-net.blogspot.com.tr/2007/12/mersinin-kltr.html