Kırşehir

KIRŞEHİR HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Kırşehir, İç Anadolu Bölgesi’nde yer alan ve tarihi Hititler dönemine kadar uzanan bir ildir. İmparator I. Justinianos devrinde (527-568) Justinianopolis adıyla anılan şehre, Türkler uçsuz bucaksız kırın ortasında yükseldiği için ‘Kır şehri’ adını vermişlerdir. Kır şehri zamanla halk dilinde Kırşehir olmuştur ama özellikle köylerde yaşayan yerel halk, hala Kır şehri demektedir.

Yüzölçümü 6 bin 750 kilometrekare olan Kırşehir’in, son sayıma göre nüfusu 225 bin 500’dür. Kayseri ve Nevşehir’le birlikte Kapadokya bölgesinin kuzeyinde bulunan Kırşehir, bir adı da Güzel Atlar Ülkesi olan turizm cenneti Kapadokya bölgesinin giriş kapısı konumundadır.

Binlerce yıl birçok devlete ev sahipliği yapan Kırşehir, kışları soğuk ve yağışlı, yazları da sıcak ve kurak olduğundan, özellikle bahar aylarında turist akınına uğrar. Genel olarak bozkır görünümündeki şehrin vadi tabanlarında ve sulak bölgelerinde, yer yer kavaklık ve meyve bahçeleri vardır.

Artan turist sayısı nedeniyle son yıllarda hem sayısı hem de kalitesi artan otel seçenekleri, Kırşehir’i İç Anadolu Bölgesi’nin cazibe merkezlerinden biri haline getirmiştir.

Kırşehir tarihi, kaplıcaları, bu topraklarda yetişen ve Türkiye’nin kültürel dokusunu oluşturan ozanları, aşıkları, yazarları ve adı Kırşehir’le özdeşleşen Hacı Bektaş Velisiyle, turizmin gözdesi konumundadır. Yüzyıllarca Anadolu'nun ticari ve ekonomik hayatında büyük rol oynamış olan Ahilik, 13. yüzyılda Kırşehir'de kurulmuştur. Bir esnaf örgütü olan Ahiliğin temeli doğruluk, karşılıklı yardımlaşma ve saygıya dayanmaktadır.

Ankara-Kayseri D-765 Devlet Karayolu üzerinde bulunan Kırşehir’e, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere pek çok ilden otobüs seferi mevcuttur. Henüz bir havaalanı olmamakla birlikte, yakın çevredeki illerde bulunan havaalanları sayesinde havayolu ile ulaşım da mümkündür. Nevşehir Tuzköy Havalimanı, Kırşehir merkezine 80 km uzaklıktadır. Yolcular servislerle Kırşehir’e taşınmaktadır.Ayrıca Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan sonra 3 saatlik bir yolculukla da Kırşehir’e ulaşılabilir. Kayseri üzerinden gitmek isteyenler ise yaklaşık 2 saatlik karayolu yolculuğuyla Kırşehir’e ulaşma imkânına sahiptir. Otobüs terminali kent merkezine yaklaşık 2 km uzaklıktadır. Terminale belediye otobüsleri, dolmuş ve özel taksiler çalışmaktadır.

Aşık Paşa Türbesi

Aşık Paşa Türbesi
Aşık Paşa Türbesi

Kırşehir’in merkezindeki yüksek bir tepede bulunan Aşık Paşa Türbesi, 14. Yüzyılla tarihlendirilmektedir.

Türbe, halk şairi olan Aşık Paşa’ya aittir. Her ne kadar kitabesi günümüze ulaşamamış olsa da, türbeyi Aşık Paşa’nın yeğeni Eretna Veziri Köse Peygamber Alaaddin Ali Şah tarafından yaptırıldığı bilinmektedir.

Aşık Paşa Türbesi II. Beyazıt tarafından 1481 yılında onarılmıştır. En son onarım ise 1935 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yapılmıştır.

Aşık Paşa Türbesi’nin mimarisi kare planlıdır. Giriş kısmı ise dikdörtgen planlı olup, türbenin üzeri bir kubbe ile örtülüdür.

 

Kesikköprü Kervansarayı

Kesikköprü Kervansarayı
Kesikköprü Kervansarayı

1206 yılında yaptırıldığı tahmin edilen Kesikköprü Kervansarayı, Kırşehir’in Merkez ilçesine bağlı olan ve aynı ismi taşıdığı Kesikköprü Köyü’nde yer almaktadır.

Her ne kadar 1206 yılında yaptırıldığı ileri sürülse de kitabesindeki bilgi 1248 yılında Nureddin Cebrail bin Cacabey tarafından inşa ettirildiğini söyler. Kesikköprü Kervansarayı’nın yapımında kesme taş kullanılmıştır.

Kervansarayın güneyindeki giriş kapısı basık kemerlidir. Bu giriş kapısının geometrik motiflere sahiptir. Kervansarayın diğer köşelerinde de geometrik motifler görülebilmektedir. Son zamanlarda harap bir durumda olan Kesikköprü Kervansarayı Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır. Kırşehir Merkez ilçesinde yer alan Kesikköprü Kervansarayı kolay bir ulaşım yoluna sahip olduğu için gez rotalarınız arasında yerini alabilir.

 

Seyfe Gölü Kuş Cenneti

Seyfe Gölü Kuş Cenneti
Seyfe Gölü Kuş Cenneti

Kırşehir’in tabiat güzellikleri arasındaki Seyfe Gölü, il merkezine 35 kilometre uzaklığıyla kolay bir ulaşım yolu sunuyor misafirlerine.

187 çeşit kuş türüyle, tarihi İpek Yolu’yla, endemik bitkileriyle doğanın en güzel parçaları arasındaki Seyfe Gölü, I. Derece Doğal SİT Alanı olarak kabul edilmiştir. Tabiat koruma alanları arasındaki bu bölgede piknik ve foto safari yapabilirsiniz. Aynı zamanda biyolojik araştırmalar için de oldukça ziyaret görmektedir Seyfe Gölü Milli Parkı.

Mucur ve Boztepe sınırlarında bulunan bu gezi noktası Mucur’a 16 kilometre uzaklıktadır ve ulaşabileceğiniz en yakın yol yine Mucur’dur. Seyfe Gölü Kuş Cenneti’ni ziyaret ettiğinizde, burada sizleri tarihi kalıntıların da beklediğini unutmayın.

 

Kalehöyük Arkeoloji Müzesi

Kalehöyük Arkeoloji Müzesi
Kalehöyük Arkeoloji Müzesi

2009 yılında Kırşehir Müze Müdürlüğü’ne bağlanan Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, Kaman ilçesine bağlı olan Çağırkan beldesinde bulunmaktadır.

Kalehöyük Arkeoloji Müzesi, Kültürel Mirası Koruma Programı ile Japonya hükümetinin öncülüğünde kurulmuştur. Farklı bir müzedir esasında. Yapıldığı sırada höyük görünümü ile şekillenmiş, bu sayede ziyaretçilere kazı yöntemlerini gösterip, kalıntıları höyükte görmek imkanı sunmuştur. Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’nde sergi salonunun dışında kütüphane, sinevizyon köşesi de bulunmaktadır. Geniş kapsamlı bir gezi sunan müze, Kırşehir’e gelen insanların ilk ziyaret ettiği noktalarda biridir.

Kırşehir’e bir gün yolunuz düşerse Kalehöyük Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret etmenizi öneririz. Aynı zamanda Mucur Yeraltı Şehri de gezi listenizde mutlaka yerini almalı.

 

Kırşehir Müzesi

Kırşehir Müzesi
Kırşehir Müzesi

Tarihi M.Ö. 3000’li yıllara dayanan Kırşehir’de yapılan arkeolojik kazılar sonucu gün yüzüne çıkmış birçok kalıntılar için 1936 yılında müze çalışmalarına başlanmıştır.

İlk olarak Alaaddin Camii’nde toplanan eserler daha sonra 1980 yılında Eski Eser Komisyonu kurulmuştur. 1985 yılında ise şehir merkezinde bulunan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü binasında sergilenmiştir. Uzun çalışmalar sonucunda 1996 yılında ziyarete açılan Kırşehir Müzesi zengin içeriğiyle yıl içerisinde ziyaretçilerini ağırlamaya devam etmektedir. Üst katı etnografik, alt katı ise arkeolojik eserlere ayrılan müzede birçok önemli kalıntı bulunmaktadır. Kırşehir gezinizde bu müzeyi kesinlikle ziyaret etmelisiniz.

 

Mucur Yeraltı Şehri

Mucur Yeraltı Şehri
Mucur Yeraltı Şehri

Kırşehir’in Mucur ilçesinde yer alan Mucur Yeraltı Şehri, Roma döneminde savaş ve baskınlardan halkın korunmak amaçlı kullanılabilmesi için yapıldığı bilinmektedir.

Mucur Yeraltı Şehri yumuşak kayaların oyulmasıyla yapılmış ve derinliği yaklaşık olarak 7-8 metredir. Geniş bir görünüme sahip olan bu yeraltı şehrinin ziyaretçi potansiyeli oldukça büyüktür.

42 odası, her odaya geçilmesi için yapılmış dehlizler, küçükbaş hayvanlar için yapılmış ahırlar, ibadet yerleri, kapak taşları ve havalandırma bacaları yeraltı şehrinin ne kadar kapsamlı olduğunun göstergesidir. Farklı bir dünyaya tanık olmak istiyorsanız Mucur Yeraltı Şehri sizi değişik bir zaman dilimine götürmeye hazır.

Kaynak: http://www.gezilebilecekyerler.com/kirsehirde-gezilecek-yerler/

MADIKMAK

KIRŞEHİR’İN TARİHİ

1 – Tarih Öncesi Çağda Kırşehir (Tunç Dönemi MÖ. 3000-2000)

Kırşehir ve çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda Kırşehir’in tarih öncesi çağda,özellikle Tunç çağı döneminin etkisi altında kaldığı görülüyor. 1943’te Hashöyük kazılarında ilk Tunç çağı’na ait beş-altı tabaka tespit edilmiştir. Bu tabakalarda taş ve kerpiç yapı temelleri, siyah renkli seramik parçaları, çömlek ve çanaklar bulunmuştur. Bu ka­lıntılar bölgede ilk Tunç çağı döneminin (MÖ. 3500-2000) yaşandığını açıklar. Hashöyük ve şehir merkezindeki Kale’de başlayan kazı çalışmaları ile Kaman’a bağlı Çağırkan kasabasında yapılan kazılardan yeni bilgiler de elde edilebilir.

Çağırkan kasabası yakınında bulunan Kalehöyük’ün tarihinin MÖ.. 1750-600 yıl­larına kadar uzandığı sanılmaktadır. Kazılar sonunda 25 metre yüksekliğindeki höyük ve buradan çıkarılan iki büyük küp ve diğer buluntular, yörenin tarih öncesi dönemini aydınlatır. Kırşehir’in kuruluşunu, ilk çağlarda Anadolu’yu kuzey-batıdan, güney-doğudan bir baştan bir başa kesen eski ve işlek bir anayolun ortasında bir durak ve yerleşme yeri olmasında, Asya’dan Avrupa’ya giden önemli karayolları üzerinde bulunuyor olmasında, ayrıca Kapadokya bölgesine de yakın olmasında arayan bilim adamları olmuştur.

2 – Hitit Dönemi (MÖ.. 1850-1200)

Kırşehir Hititlerin yerleşim yeri olan Kızılırmak yayı içinde olduğundan, Hititler döneminin Kırşehir’de yaygın bir şekilde yaşandığı kesindir. Kale höyük’te yapılan kazılarda yerleşim alanının en alt tabakasını Hitit döneminin teşkil ettiği ortaya çıkmıştır. Bu kazılar sırasında erken ve geç Hitit çağlarına ait kalıntı ve eserler gün ışığına çıkarılmıştır. Resmi veya saray yapılarına ait olduğu ,sanılan duvar temelleri ile mühürler, takılar, seramik mutfak eşyaları ve Hitit çapına ait çivi yazılı bir tablet parçası da bulunmuştur.

Kırşehir’e bağlı Sevdiğin Köyü’nün 10 km. kadar kuzeydoğusunda bir Hitit Prensi’nin adının geçtiği yazılı taş blok bulunmuştur. Bu taş bloğun bir yol işareti olduğu ve yakınlarından Hitit dönemine ait bir yolun geçtiği sanılmaktadır.

Kırşehir’de Hitit dönemi tarihi için önemli bir belge olan ve “Mal kayası” olarak bili­nen bir yazıt bulunmuştur. Prof. Dr. H. Th. Bossert bu yazıtı incelemiş ve bunun bir yol levhası olduğunu açıklamıştır. Mal kayası yazıtının bir yol levhası olması Kırşehir’in de Hattuşaş’tan güneye inen yol üzerinde bulunması ilin Hititler döneminde önemli bir mer­kez olduğunu açıklar. Bunun dışında yine Hitit döneminden kalma önemli bir eser de Öküz taşı olarak bilinen Hitit Sunağı’dır. Bu sunak, üzerinde bir adak havuzunun yer al­dığı kare prizma bir gövde de iki öküz başının bulunduğu bazalt taşından yapılmıştır.

1950’de yapılan Merkez Kalehöyük’deki araştırmada Hitit dönemine ait çanak ­çömlek parçaları bulunmuştur. MÖ. 1600’lerden MÖ. 1200’lere değin Hititlerin yaşadığı bu yöre MÖ. 675’e kadar Frig’lerin yönetimi altına girmiştir.

3 – Frig Dönemi

Hititlerin zayıflayıp gücünü yitirmesi üzerine yöreye Frigler hakim olmuştur. Kızılırmak ve Tuz Gölü’ne kadar sınırlarını genişleten Frigler, MÖ. 1200’den itibaren başta Batı ve Orta Anadolu olmak üzere geniş bir alana yayılmışlardır.

Kimmerler Frigler’i yenilgiye uğratınca Lidyalılar Anadolu’nun batı kısımlarını ele geçirdiler ama Kırşehir’e kadar ilerleyemediler. Kırşehir daha sonra MÖ. VIl.yy.da Medlerin egemenliğine sonra da Perslerin egemenliğine girmiştir.

4 – Pers Dönemi (MÖ. 546-332)

Med Devleti, MÖ. 550’de Persler tarafından yıkılmış ve ardından Anadolu Pers hakimiyetine girmiştir. Kırşehir, Perslerin Katpotukya (Kapadokya) yani “Güzel Atlar Ül­kesi” adını verdikleri bölgenin batısında yer alıyordu. Persler, vergi yoluyla yöreye hakim olmuştur. Yöre halkı ise, ağır vergiler altında ezilince çeşitli kaleler yapmak zorunda kalmıştır. Kırşehir ise bu çabaya girmemiştir. Çünkü toprakları çok kıraçtı. Persler ise MÖ. 334’de Büyük İskender’in ordusuna yenildiler ve Makedonlar Kırşehir’i ele geçirdiler. Yöre halkının ayaklanmasından sonra Kapadokya kralı olarak MÖ. 332’de Ariarates bağımsızlığını ilan etmiştir.

5 – Kapadokya Krallığı Dönemi (MÖ. 333-M.S. 18)

Kapadokya (Kappadokia) krallığı MÖ. 333’de kurulmuştur. Bu krallık döneminde Kırşehir ve yöresi yoğun bir baskı yaşamıştır. Komutan Evmenes ve Antipatos dönem­leri ise bu kişilerin Kapadokya bölgesini ele geçirme istekleri yüzünden savaşlarla geç­miştir. Ariarates öldü. Büyük İskender’in ordusunu yenilgiye uğratan ii. Ariarates ise Kır­şehir’in kuzeyine egemen olmayı başarmıştır. Daha sonra bu bölge toprakları Orta Av­rupa’dan Galat (Kelt) topluluklarının akınına uğramıştır. (MÖ. 220-163) MÖ. Il.yy. son­larında Pontus Kralı Mithradaset buraları denetimine almıştır. Bu dönemde yöre “Aqu­aesaravenea” adıyla anılıyordu.

MÖ. 85 yılında Roma egemenliğine girmiştir. Kapadokya yöresi MÖ. 18’de Ro­ma imparatoru Tiberius tarafından Roma’ya bağlanmış ve Tiberius burayı eyalet yapmıştır. Kırşehir sınırları içinde Kapadokya krallarına ait sikkeler bulunmuştur.

6 – Roma Dönemi (MS.. 18-395)

Kapadokya, Roma eyaleti haline geldikten sonra yörede Hıristiyanlık hızla yayılma­ya başlamıştır. (3.yy.) Buna karşılık Roma İmparatoru’nun desteklediği puta tapan rahip­lerle Hıristiyanlar arasında büyük bir mücadele olmuştur.

Kapadokya bölgesinde III. ve IV. yy.lara ait Hıristiyanların sığınmak ve korunmak amacıyla yaptıkları pek çok yeraltı şehri bu sebeple ortaya çıkmıştır. İlimiz ise bu döne­me ait; Mucur yeraltı şehri, Dulkadirli inli Murat yeraltı şehri, Aşıkpaşa yeraltı şehri, Kümbet altı yeraltı şehri gibi on tane yeraltı şehri bulunmaktadır. Kırşehir 395’e kadar Ro­ma’ya bağlı kalmıştır. İlimizdeki höyüklerin bir kısmında Roma dönemine ait çanak-çöm­lek parçaları ile bu döneme ait sikkeler bulunmuştur.

7 – Bizans Dönemi (395-1071)

Bizans döneminde Makissos, daha sonra da Justinianapolis adıyla anılan Kırşehir’i aynı yüzyılda yaşayan tarihçi Prokopios’un bildirdiğine göre; Justinianus Kırşehir’i yeniden imar ederek kent durumuna getirmiştir. Mazaka’da (Kayseri) ekonomik hayatın daha canlı olması nedeniyle Kırşehir halkı buraya göç etmiştir. M.S. 605 yılında İran Sa­sani Devleti, Kırşehir’i istila etmiştir. 626’ya kadar bölge Sasani ve Bizans akınlarıyla sarsılmıştır. 647’de Emevi devletinin Şam Valisi Muaviye Kayseri ve Kırşehir dolaylarını işgal etmiştir.

Kırşehir merkezine bağlı Taburoğlu Köyü yakınlarındaki Üçayak Kilisesi, Kaman Temirli’ deki kilise, Mucur Aksaklı ve Aflak köylerindeki Kaya kiliseleri, Derefakılı kilisele­ri, Mucur Manastır ve Keşiş Sarayı, Bizans dönemine ait mimari kalıntılardır. Kırşehir ci­varında da Bizans dönemine ait kandiller, takılar, sırlı mavi ve sarı renkli seramik eşya­lara rastlanmıştır.

8 – Anadolu Selçuklu Dönemi (1071-1308) 

1071 ‘de Bizans’ı yenilgiye uğratarak Anadolu’yu Türk yurdu haline getiren Türk orduları, Anadolu içlerine kadar yayılarak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurdular. 1075’de Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Kırşehir’i topraklarına katmıştır. Anadolu’ya ve Kırşehir’e gelen Oğuz boyları, yerleştikleri yerlere genellikle kendi boy, oba ve yer adları ile kişi ad­larını da vermişlerdir. Bugün Kırşehir içinde kasaba ve köy adı olarak Oğuz boylarından “Çepni, Bayındır, Buğduz (Büğdüz), Kargın, Yazır, Kınık, Avşar” boylarının adları ile oba, oymak ve diğer Türkçe adlar yaşatılmaktadır.

Haçlı seferleri sırasında Orta Anadolu toprakları elden çıkmıştır. Danişmentliler 1120’de Kırşehir’i kendilerine bağlamışlar ve o dönemde Kırşehir “Gülşehir” olarak ad­landırılmıştır. 1174’de Kılıçaslan, Kırşehir’i yeniden Selçuklu Devleti’ne bağlamıştır. II. Kılıçaslan 1186’da Türk geleneğine uyarak devletin topraklarını on bir oğlu arasında paylaştırınca Kırşehir, Muhiddin Mesud’a düşmüştür. Kardeşi Rukneddin Aslan Konya’yı ele geçirdikten sonra Ankara ve Kırşehir’i de kendine bağlamıştır (1203). 1220’de Ala­addin Keykubat Mengücekler’in Kemah koluna son vermiş, Mengücek boylarından Mu­zaffer Muhammed’e Şebinkarahisar’ı kan dökmeden teslim ettiği için Kırşehir’i tımar olarak vermiştir. Kırşehir bu dönemde imar edilmiş ve bir kültür kenti haline getirilmiştir.

Moğol istilası döneminde Kırşehir, Moğol ordularının yaylak ve kışlağı durumunda idi. Kırşehir Muzaffer Muhammed’e verildikten sonraki dönemde Baba ishak çevresinde toplanan Türkmen boylarının silahlanması üzerine Selçuklu Sultanı II. Gıyasettin Key­hüsrev 60.000 kişilik bir orduyu yardıma çağırmıştır. Selçuklu ordusu Türkmenleri ve ba­şında bulunan Baba İshak’ı Kırşehir’in Malya ovasında yenilgiye uğratmıştır (1240).

1243 Kösedağ savaşından sonra Moğollar Anadolu’yu kesin bir şekilde hakimiyetleri altına aldılar Sultan II. Keyhüsrev, Şemseddin İsvahhani’yi Moğol sultanı Batuhan’a elçi göndermiş, anlaşma yapılmasını sağladığı için o Kırşehir ita amirliği ile subaşılığına getirilmiştir. IV. Kılıçaslan zamanında Caca oğlu Nureddin, 1262’de Kırşehir’ suba­şısı olmuştur. İl onun zamanında çok gelişmiş, bayındır bir il haline gelmiştir. Caca oğlu Nureddin Bey güvenlik ve barışa önem vermiştir. İlde Cacabey Medresesi ve külliyesini kurmuştur. Memluk Sultanı Baybars 1277’de Anadolu’ya gelerek Elbistan’da Moğolları yenilgiye uğratmış, Selçuklu ordusunun bir bölümü bu savaş sırasında Memluklular’a katılmıştır. Cacabey de, kardeşi ile Mısır Memluk Sultanı Baybars’a esir düşmüştür. Baybars, esirleri serbest bırakınca Cacabey Kırşehir’e dönmüştür.

Cacabey, Türk halkını koruması, yüksek bir ahlaka sahip olması özü-sözü pek bi­ri olması dolayısıyla Anadolu’da çok sevilmiştir. Öz Türkçe konuşup Türk kültürünün ve eserlerinin Kırşehir ve Anadolu’ya yayılmasına öncülük etmiştir. Cacabey XIII.yy.da Anadolu’da yaşamış olan diğer Türk büyüklerinden Hacı Bektaşi Veli, Mevlana Celalettini Rumi ile de görüşmüş, hatta onların övgülerine bile mahzar olmuştur.

Nureddin Cacabey’in 1272’de Kırşehir’de kurmuş olduğu Cacabey Medresesi onun adını ebedileştirmiştir. Bu medrese aynı zamanda bir rasathane idi. Batı Türkis­tan’da Uluğ Bey’in rasathanesine ise Selçuklular zamanında Kırşehir Cacabey rasatha­nesi de o derece önemli idi. Bugün cami olarak kullanılan bu medresenin dış köşelerin­de sütunlar, uzay araçlarına benzetilmektedir. Cacabey medresesinde eğitim tamamen Türkçe idi. Türk dilinin Fars kültürü içinde erime tehlikesi altında bulunduğu sırada Cacabey, bir kurtarıcı olarak Türklüğü ayakta tutmuştur. Bu sebeple Ahi Evran, Aşıkpaşa, Hacı Bektaşi Veli, Ahmet Gülşehri gibi alim ve şairler eserlerini öz Türkçe yazmışlardır. Bu nedenle Türk tarihinde Cacabey’in önemi büyüktür. Cacabey, Rum tekfurları ile yaptığı bir çarpışmada şehit düşmüştür (1301). Türbesi Cacabey Medresesi yanındadır.

Selçukluların başına II. Mesut’un geçtiği dönemde İlhanlı komutanı Baycu Noyan, Anadolu’da bağımsız davranıyordu. Malya ovasında 300.000 kişilik bir ordu Baycu No­yan’ı yenilgiye uğratmıştır. Bundan sonra Kırşehir ve çevresi yakılıp, yıkılmıştır. Ülke dörde ayrılmış; Kırşehir ve yöresi Şerafettin Osman’a bırakılmıştır. Yöre halkı bu dö­nemde vergilerin ağırlığından bunalmıştır. 1317’de İlhanlı hükümdarının kardeşi Timurtaş Anadolu’da düzeni sağlamış ve 1322’de bağımsızlığını ilan etmiştir. Timurtaş, Anadolu karışınca Memlükler’e sığınmıştır.

9 – Beylikler Dönemi

Kırşehir 1365’de Eretna Beyliği’nin hakimiyetine girmiştir. 1381 ‘de Kırşehir yöre­sinde yaşayan Tatar boylarından Samağarlılar, Türkmenlerin otlaklarına saldırdıklarını iddia edince, Kadı Burhanettin, Emir Pir Ali ile Seyidi Hüssam komutasında bir ordu gön­dererek Türkmenleri cezalandırmıştır. 1389’da Mürüvvet Bey, Kırşehir’i ele geçirerek Kadı Burhanettin’e vermiştir. 1389’a gelindiğinde Yıldırım Beyazıd, kendisine karşı itti­fak kuran Kadı Burhanettin ile Candaroğlu Süleyman Paşa üzerine yürümüştür. Kadı Burhanettin savaşmak istemediğinden Kırşehir yöresine çekilmiştir. Kırşehir Valisi Adil Şah’ın teklifiyle kentin surlarını onartmıştır.

Timur’un 1394’de Anadolu’ya geldiği sırada, onu destekleyen Karaman oğulları Kırşehir’e saldırarak, şehri yağmalamışlardır. 1396’da Timur’un geri dönmesi üzerine Kadı Burhanettin, Karaman oğulları’nın üzerine yürüyerek onları cezalandırmıştır. Kadı Burhanettin öldürülünce Kırşehir halkı şehri Yıldırım Beyazıt’a vermiştir. Bu sıralarda Beyazıt’a sığınan Karakoyunlu hükümdarı Kara Yusuf, kendisini Timur’a teslim edilece­ğinden endişe edince Kırşehir ve çevresini yağmalamıştır. Timur 1402’de Ankara sava­şında Yıldırım’ı yenmesi üzerine Kırşehir, Karaman oğullarına verilmiştir.

Anadolu’da Fetret Devri (1402-1413) yaşanırken Karamanoğlu Mehmet Bey, Çelebi Mehmet’ten yardım istemiştir. Şimdiki Çayağzı kasabasında Cemele kalesinde görüşmüşlerdir. Karaman oğulları ve Dulkadiroğulları’nın saldırısına uğrayan, yağma edi­len ve zamanla eski canlılığını yitiren Kırşehir, II. Murat döneminde (1402-1451) Osmanlılara kesin olarak bağlanmıştır.

10 – Osmanlı Dönemi

Anadolu’da Osmanlı egemenliğinin kesin olarak kurulmasından yani Fatih Sultan Mehmet’in Anadolu Türk birliğini sağlamasından sonra Kırşehir’de Celali isyanları dışında XIX.yy.ın sonlarına kadar kayda değer önemli olaylar görülmez,

Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda Ahiliğin büyük rolü olmuş, düzenli ordunun yani Yeniçeri Ocağı’nın kuruluşu sırasında Hacı Bektaş Veli’nin etkileri görülmüştür. Yeniçeriler Hacı Bektaş’ı “Pir” olarak kabul etmişlerdir. Katip Çelebi Seyahatnamesinde; Kırşehir için, havası güzel bir sahrada kurulduğunu, üzerinde bir kalesi olduğunu yazmaktadır.

1527’de Hacı Bektaşi Veli’nin torunlarından Kalender Çelebi Ankara-Kayseri yöresinde ayaklanmıştır. Bu ayaklanma büyüyünce Kanuni Sultan Süleyman, Sadrazam İbrahim Paşa komutasında bir orduyu 1528’de Kırşehir yöresine yollamıştır.

1560’lı yıllara gelindiğinde Anadolu’da yoğun bir kargaşa daha yaşanmıştır. Halkı zorla soyan Hakibe Sührap adlı eşkıyaları cezalandırmak için Kanuni Kırşehir beyi Memiş Bey’e emir vermiştir. Fakat durum, yani halktan zorla vergi toplandığı Kırşehir kadısının İstanbul’a gönderdiği mektuplardan anlaşılmaktadır. 1580’de Kırşehir’de bazı medrese öğrencilerinin ayaklandığı görülmüştür. Bu öğrencileri cezalandırmak için Çıkartılan ferman, bazılarının işine gelmiş, bunları fırsat bilen bir kısım görevliler halka zul­metmeye başlamıştır. 1584’de bu ayaklanmayı bastırmak için gönderilen Mısır valisi Şehzade Mehmet’in adamları bir çete oluşturarak Kırşehir’deki köyleri basmıştır ve suçsuz insanları öldürerek mal ve paralarına el koymuşlardır.

1604-1605’de Hızır isimli bir eşkıya 500-600 kişilik bir güç ile Niğde ve Kırşehir sancaklarını istila edip, yağmalamıştır. Onun öldürülmesinden sonra yerine geçen Bıyık Ali’de, Kuyucu Murat Paşa’nın Celali isyanlarını bastırmak için çıktığı sefere kadar, böl­gede zulüm ve baskısını sürdürmüştür. Yine ünlü Celalilerden Tavıl Ahmet Paşa’nın kar­deşi olan Meymun, çevresine topladığı 7.000 kişi kadar bir kuvvetle Kırşehir ve çevre­sini talan etmiştir. Kuyucu Ahmet Paşa, Meymun ve adamlarını yenilgiye uğratarak öldürmüştür (1607).

Devlet otoritesinin zamanla zayıflaması “ayanları” ortaya çıkarmıştır. Ayanlar Kır­şehir ve dolaylarında da etkili olmuştur. Bunlardan Çapanoğulları Kırşehir’de de etkili olmuştur. Devlet ise, ülke düzeninin sağlanması ve asker toplanmasında ayanlardan yar­dım istemek zorunda kalmıştır. 1797 sonunda Vidin ayanı Paspanoğlu Osman ayaklanınca, devlet Çapanoğlu Süleyman Bey’den yardım istemiştir. O da Kırşehir ve yöresin­den asker toplamıştır. 1799’da Fransızları Mısır’dan çıkarmak için yapılan hazırlıklar sırasında Çapanoğlu Süleyman Bey’in 1866’da başlayan Osmanlı-Rus savaşına asker göndermesine karşılık, II. Mahmut, Süleyman Bey’e 1808’de Şarkikarahisar sancağı, 1810’da Kayseri sancağı mütesellimliğini, 1811 ‘de Kırşehir sancağı mütesellimliğini ver­miştir.

Kırşehir XIX.yy. ortalarında önemini yitirmiş ticaret yolları üstünde küçük bir durak yeri haline gelmiştir. Bu sıralarda nüfusu yaklaşık 3500 kadardır. Yüzyılın sonlarına doğ­ru Ankara iline bağlı sancak merkezi halindeki şehrin nüfusu 8.462 olarak gösterilmek­tedir. Kırşehir kazası merkez kazadır. 185 köy Kırşehir’e bağlıdır. Bu dönemde Kırşe­hir’de 4 medrese, 1 idadi, 1 rüştiye, 2 iptidaiye, mahalle ve köylerde 25 sıbyan mektebi ve 1 Ermeni mektebi vardır. 1603 ev, 10 han, 600 dükkan, 6 kahve, 25 cami, 19 mescit, 1 kilise, 1 kışla 1 depo, 1 cephanelik bulunmaktadır. İdadi mektebi 1889’da yapılarak eğitime açılmış, 1903’de bir tadilat gördüğü belirtilmektedir.

Osmanlının ilk dönemlerinde Kırşehir, Karaman eyaletine bağlı bir sancak duru­mundadır. 1867’de sancak haline gelmiştir. 1902’de Ankara’ya bağlı bir sancak olan Kır­şehir’e Avanos, Keskin ve Çiçekdağı ilçelerinin bağlı olduğu görülmektedir.

Kırşehir 1874’de büyük bir kıtlıkla karşılaşmıştır. 15 Mayıs 1874’de İstanbul’da ya­yınlanan Basiret Gazetesi, Kırşehir’den gönderilen mektuplara dayanarak; köylünün,kıtlıktan ölmüş hayvan, ağaç kabuğu ve ayrık otu yemek zorunda kaldığını yazmaktadır.

11 – Yakın Tarih Döneminde Kırşehir 

Kırşehir 1921 ‘de bağımsız mutasarrıflık haline gelmiştir. Cumhuriyet döneminde il merkezi olmuştur. 1924’te Kırşehir’e; Avanos, Çiçekdağı, Hacıbektaş ve Mucur bağlan­mıştır. 1944’de Kaman da ilçe haline gelince, Kırşehir’in ilçe sayısı beş olmuştur.

20 Temmuz 1954 tarih ve 6429 sayılı kanun, Nevşehir’i il, Kırşehir’i de ona bağlı bir ilçe haline getirmiştir. Çiçekdağı Yozgat’a, Kaman Ankara’ya, Hacıbektaş, Avanos ve Mucur ise Nevşehir’e bağlanmıştır. 1 Temmuz 1957’de çıkarılan 7001 sayılı kanunla Kırşehir yeniden il olmuştur. Bu yeni düzenlemede Kırşehir’e Çiçekdağı, Kaman ve Mu­cur bağlanmıştır. Hacıbektaş ve Avanos ise Nevşehir’e dahil edilmiştir. Akpınar (1987), Akçakent (1990), Boztepe (1990) yılında Kırşehir’in yeni ilçeleri olmuştur. Halen Kırşe­hir’e bağlı yedi ilçe vardır.

Kaynak: http://www.kirsehir.gov.tr/tarih

  • Kırşehir (merkez)
  • Akçakent.
  • Akpınar.
  • Boztepe.
  • Çiçekdağı
  • Kaman.
  • Mucur.

İlimiz sanayisinin toplam üretim ve istihdama katkısı sınırlıdır. Sanayi sektörünün payı il gayri safi hasıla içinde % 12,4 pay ile beşinci sıradadır (2001 yılı). İl GSYİH sının Orta Anadolu Bölgesi ve Ülke içindeki payı ise, 2001 rakamları ile Orta Anadolu Bölgesi hasılasının % 1,14’ sını, ülke hasılasının %o 12 ‘ini oluşturmaktadır.

İstihdam yönünden bakıldığında sanayi sektörünün payı ise Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 1980’ de % 5,2, 1985’ de % 4,5, 1990’ da % 6 ve 2000 yılında % 5,9 olmuştur.

Cumhuriyetin başından 1970’ lere kadar sanayi sektörü gelişmemiştir. Bu dönemde ilimizde tarımsal ürünler işleyen (buğday) birkaç işletme vardır. 1964 sanayi sayımında İlin tek kamu kuruluşu Kırşehir Şarap fabrikasıdır.

1960-1970 arası nüfusun yurtdışına çalışmak üzere gitmesi ve yaratılan sermaye ile yapılan yatırımlarla ekonomide görece bir canlılık yaratılmıştır. Bu dönemde doğal kaynaklara ve tarıma yönelik sanayi tesisleri kurulmuştur. İşçi şirketlerinden bazıları İşçi Emeği Yem ve Bulgur Fabrikası, Meytaş, Türktur Turizm ve İnşaat ve Kimsaş A.Ş ‘dir.

Kırşehir 1973-1981 yılları arasında kalkınmada öncelikli iller kapsamındadır.Bu dönemde sanayi sektöründe bir canlanma yaşanmıştır.
1970 li yılların ikinci yarısından itibaren Petlas Lastik Sanayi A.Ş. ile Çemaş Döküm Sanai A.Ş. kurulmuştur.
PETLAS;19.08.1976 kurulan fabrikanın temeli 21.01.1977 tarihinde atılarak 08.09.1988’ de ilk üretim gerçekleşmiştir. 1992 yılında da ilk uçak lastiği üretilmiştir. 1993 yılında blok satışa çıkarılmış, 05.04.1994 tarihinde kapatma kararı alınan işletme, Özelleştirme İdaresi Başkanlığınca 1997 yılında özelleştirilmiştir.

Türkiye’ de ilk ve tek askeri uçak lastiği üretebilen lastik fabrikası konumunda olan PETLAS, her türlü kara taşıtı için dış ve iç lastik üretmektedir.
2.000.000 m2 lik alan üzerinde, 144.000 m2 lik kapalı alana sahip olan fabrikada, binek araçlarından yol dışı hizmet araçlarına kadar değişik amaçlı araçlar için lastik üretilmektedir.

Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere 50′ nin üzerinde ülkede satışa sunulan Petlas, belirlediği vizyonu gereğince dünya pazarlarında, uluslararası marka olmanın gereği olan araştırma-geliştirme, teknoloji, üretim, yönetim ve pazarlama anlayışı ile yer almakta ve her geçen gün pazar payını artırmaktadır.

Çimento sanayinin öğütücü eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla 1976 yılında kurulmuş olan Çemaş Döküm Sanayi A.Ş., bilya ve silpebs üretimi ile faaliyetine başlamış ve 1994 yılından itibaren otomotiv ve makine sanayii için döküm parça imalatını da hizmet alanına eklemiştir.
Çemaş, günümüzde Türk çimento sanayinin hemen hemen tüm taleplerini sağlamakta olan Çemaş, öğütme elemanları üretiminin %50’sini de Avrupa, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki çimento ve madencilik sanayilerine ihraç etmektedir. ÇEMAŞ, 2004 yılından bugüne Beyaz Eşya sektörüne de döküm parça üretimi yapmaktadır.

1981 yılında kalkınmada öncelikli yöre kapsamından çıkarılmasından sonra, ilde yatırımlar durmuştur. Bu tarihten sonra özel teşebbüsler tarafından küçük öl­çekli ve genellikle gıda sektörüne yönelik un ve yem fabrikaları yapılmıştır.
1990’ lı yılların ortalarında il’ de sanayi yatırımlarında önemli artışlar yaşanmıştır. Kırşehir Organize Sanayi Bölgesi 1993 yılında kuruluş kararı alınması ve ilimizin 22.07.1997 tarihinde Kalkınmada Öncelikli Yöre (KÖY) kapsamına alınması sanayi yatırımlarının artmasında önemli bir etken olmuştur.

İl­deki tek devlet yatırımı şeker fabrikasının temeli, 1970 yılında atılmış 2001 yılı kampanya döneminde üretime geçmiştir. 1.131.443 m2 açık, 29.564 m2 kapalı alanda üretim faaliyetlerini yürütmekte olup, 3.000 ton/gün üretim kapasitesi bulunmaktadır.
Kırşehir Şeker Fabrikasında 6 memur, 66 sözleşmeli personel, 115 daimi- 168 kadrosuz sürekli ve 181 geçici işçi olmak üzere 536 kişi istihdam edilmektedir.

Kırşehir ili ile birlikte çevre illere bağlı 203 köyde toplam 91.653 hektar alanda pancar üretimi yapılarak, bu bölgeye 4 yılda toplam 154.799.673,53 YTL ödeme yapılmıştır. 

Kaynak: https://www.kirsehirtso.org.tr/KIR%C5%9EEH%C4%B0R/K%C4%B1r%C5%9FehirinEkonomikYap%C4%B1s%C4%B1/tabid/2975/Default.aspx

Osmanlı döneminde Ahilik merkezi olan Kırşehir’de toplumsal yaşamda geleneksel ahlaksal değerlerle biçimlenmiştir. 9. yüzyılın ortalarından başlayarak, Ahilik ekonomik ve toplumsal işlevini yitirmiştir. Ancak, üretim ilişkileri pek değişmediği için etkileri süregelmiştir. Ancak dinsel değerlerde günlük yaşamda belirleyici bir yer kazanmıştır. Cumhuriyet sonrasında geleneksel yapı çok az değişime uğramıştır.
1950’lerde, Kırşehir yaşamında belli bir canlanma görülmüştür. Kente en yakın merkez Ankara, bir dönem “yeni geçim kapası” gibi görülmüştür. Tarımsal alanların sınırlılığı ve verim düşüklüğü kent halkını göçe itmiştir. Nüfus artışıyla bu sorun daha önemli bir boyut kazanmıştır. “ev büyüğü” denen baba saygınlığı sürerken, geniş aile yapısının çözülmesi ilişkilerde sarsıntılar yaratmıştır.1960’larda bu süreç hızlanmış, köyden merkez ve Kaman gibi ilçelere göç yoğunlaşmıştır. Aynı dönemde büyük merkezlere ve yurt dışına işçi göçü başlamış, nüfus dalgalanmaları olmuştur.

Kente göçenler, tarımsal alandan, küçük üretim yada hizmet sektörüne geçmekte, ilişkiler pek değişime uğramamaktadır. Kentteki en yaygın iş taşçılıktır. Bu yada benzer işlerde usta-çırak ilişkileri egemendir. Ahilik geleneğinin etkisi bu ilişkiyi koruyuculuk – gözeticilik boyutlarına varmaktadır.

Göçler Kırşehir yaşama biçimini 1980’lerde ekilemeye başlamıştır. İl dışında çalışarak sağlanan parasal birikimler, 1970’lerde kentte yatırama yöneltmiş, kooperatif yada büyük ortaklıklar oluşturulmuştur. Burada da hemşerilik – akrabalık ilişkileri etkilidir. Kent dışındakiler de bu tür bağlarını korumaktadırlar.

Giyim-Kuşam:

kır-kent ayrımı giysilerde belirgindir. Merkezlerdeki kadın giyiminde moda ve pazar, kırsal kesimlerde çalışma koşullarda ve gelenekler etkili olmaktadır. Erkek giyiminde ayrılık daha azadır. Yüksek gelir grubu ve memur çevrelerinde büyük merkezlerdeki giyim biçimine özenme görülürken kent genelinde günlük ve yabanlık giysi ayırtına pek rastlanmaz

Beslenme Biçimleri:

İlin tarımsal ürünleri beslenmenin de temelini oluşturur. Beslenme hamurlu yiyeceklere, et ve süt ürünlerine dayanmaktadır. Kırsal kesimlerde tüketime yönelik fasulye, domates, biber, patlıcan gibi sebzelerde yetiştirilir. Bağcılığın eski önemini yitirmesine karşın üzüm, kayısı, dut gibi meyveler yöre beslenmesinde önemli bir yer tutmaktadır. Erişte, salça, pekmez gibi yiyecekler giderek yerini Pazar ürünlerine bırakmaktadır.
Erik, zerdali, kayısı ve elma kurularına yörede “kak” denir. Elma dışındakiler güneşte kurutulur, kışları çerez olarak yenir yada hoşaf yapılır. Elma, armut ve üzümün “kışlık” denilen özel çeşitleri de yetiştirilmektedir. Üzüm ve armut “hevenk” yöntemiyle kurutulmaktadır; meyveler saplarıyla toplanıp bir gün güneşte bekletilir. Saplar yumuşadıktan sonra kalınca iplere dizilerek kiler yada mahzenlerde tavanlara asılır, saklanır. Meyve kurularından nohutlu tatlıda yapılmaktadır. “haside” denilen zerdali yağlaması, yöreye özgü tatlılardandır.

Ayrıca üzüm, armut, elma gibi meyvelerden pekmez yapılmaktadır. Pazara yönelik üretime dönüştükten sonra, Kırşehir bölgesinin pekmez üretimi merkezlerinden biri olmuştur. Pekmezden evlerde “köftür” denen yiyeceklerde yapılmaktadır. Taze pekmez un karıştırarak pişirilir. Pelte kıvamına gelince büyük tepsilerde soğumaya bırakılır. Soğuyup sertleşince baklava biçiminde kesilir. Bozulmasını önlemek için nemsiz yerde saklanır. Yine pekmezle “kedi batmaz” denen bir tür tatlı yapılır. Kuru yufka ufalanarak bir kaba konulur üzerine sıcak pekmez dökülür, soğuyunca yenir.

Yörenin en yaygın et yemeği tavuk yada hindi etinden yapılan “çullama” dır. Yağ ve unla pişirilen göğüs eti tavuk suyuyla muhallebi kıvamına gelinceye kadar kaynatılır. Pirzola türü etler küllenmiş ateşte pişirilir. Buna “söğürme” denmektedir. Süt ürünlerinden yağ, ayran vb. şekilde yararlanılmaktadır

YEMEK ÇEŞİTLERİ

Tandırda Çömlek paça : Koyun veya kuzunun baş ve ayakları, tüyleri temizlendikten sonra parçalanır. Bir çömlek içine sarımsak ve su ilave edilerek baş ve ayaklar konur. Çömleğin ağzı bağlanarak közlü bir tandırın içine gömülür. Piştikten sonra üzerine limon sıkılır ve servis yapılır.

Keşkef: Döğülmüş buğday birkaç gün ıslatılır. Kabarınca ezilir. İnce lif haline getirilip yağ ve etle muhallebi kıvamına gelinceye kadar pişirilir. Üzerine salçalı yağ dökülerek servis yapılır.

Çömlekte Kuru Fasulye : Kuru fasulye haşlanarak suyu süzülür. Kuşbaşı et biraz pişirildikten sonra üzerine salça yağ, soğan ve tuz ilave edilir. Haşlanmış fasulye ve etler ile içinde sıcak su bulunan bir çömleğin ağzı kapatılarak köz halinde bulunan tandırın içine konur. İki saat kadar piştikten sonra tandırdan çıkartılarak servis yapılır.

Mantı (Kesme Mantı) : Una yumurta katılarak hamur yapılır. Tuz ilave edilir. Hamur yuvarlak bezi yapılır. Oklava veya merdane ile açılır. Hafif kurumaya bırakılır. Açılmış olan ve biraz kuruyan hamur üstüne konup ince dilimler halinde kesilir. Kesilen mantılar kurutulur. Pişirmesi ise makarna gibi olur. Suyu kaynatılır ve biraz tuz atılır. Mantı kaynayan suda haşlanır. Ve suyu süzülür. Önceden hazırlanan sarımsaklı yoğurt ile iyice karıştırılır. Sonra bir başka kapta üzerinin sosu hazırlanır. Sos yağ, bolca, domates, biber, kıyma ile yapılır. Sosa karabiber, pul biber, maydanoz eklenir. Sarımsaklı yoğurt ile karıştırılmış mantının yine üzerine sos dökülerek servise hazır hale getirilir.

Yoğurt Çorbası : Yarma denilen döğme buğdayla yeşil mercimek, biraz haşlanmış nohut güzelce yıkanır. Süzme yoğurt ile bunlar iyice karıştırılır. İçine bir yumurta kırılır. İki kaşık kadar un katılır. Çok az ayçiçek yağı damlatılır. Mevsimine göre içine yaş veya kuru nane katılır. Bunlar iyice karıştırılır. Biraz su ilave edilir. Kaynayıncaya kadar karıştırılır. Devamlı karıştırılmazsa çorba kesilebilir. Çorba ateşe konunca içine patates, yeşil biber, patlıcan atılır. İlkbaharda temizlenmiş kenger atılır. Çorba piştikten sonra başka bir kapta kuru nane ile yağ hafif kavrulup çorbanın üzerine dökülür. Çorba servise hazırdır.

Gendeme (Kemikli et) : yarım kilo kuş başı et tencereye konulur. Suyu çekilinceye kadar ateşte pişirilerek, soğan doğranır. Biraz yağ ilave edilerek, pişinceye kadar beklenir, daha sonra domatesi ve biberi ilave edilip çok miktarda su konur. Yarım kilo yarma ilave edilirse 2 kilogram su konur. Tuz ilave edilip yarma dağılacak duruma gelinceye kadar pişirilerek servise hazır hale getirilir.

Pelte : ½ kg un, 250 gr. Tereyağı, 250 gr pekmez. Un yağ ile pembeleşinceye kadar kavrulur. Biraz su ile pekmez ilave edilir. Karıştırılarak suyu çekilinceye kadar pişirilir. Biraz tuz ilave edilip ateşten indirilir. Tabaklara konduktan sonra üzerine tereyağı eritilerek dökülür.

İnançlar Ve Töresel Yapı:

Osmanlı döneminde toplumsal yapıyı biçimlendiren dinsel ahlaksal değerlerle Ahilik gibi iş örgütlenmeleri, Cumhuriyet sonrasındaki inançlar ve töresel yapıyı da etkilemiştir. Geleneksel ilişki ve değerler kent yaşamındaki önemi büyük ölçüde korumaktadır.

Dinsel Yapı Ve Boş İnançlar :

Tekke ve dergahlar çeşitli dinsel yolların eğitim alanı olmuştur. Kapanışlardan sonrada bunların kent yaşamındaki etkileri sürmüştür. Bektaşilik, yaygın inanma kaynağıdır. 1937’de Kırşehir ve dolaylarında oturan Alevi köylüleri, çocuklarını Hacıbektaş Çelebilerine tekke için adak verirlerdi. Din uluları, ermişler ve kahramanların olduğu söylenen birçok gömüt, yada türbe adak ve ziyaret yeridir. Şeyh Süleyman Veli, Ahi Evran-ı Veli, Karakurt Baba, Aşık Baba türbeleri bunlardandır.

Evlenme Gelenekleri : 

Yöre evlenmelerinde görücülük, başlık, gelinlik etme, çokeşlilik gibi geleneksel yöntemler geçerlidir. “gelinlik etmede” yeni gelinler belirli bir süre büyüklerinin yanında konuşmaz, kaş göz işaretleriyle yada fısıldayarak anlaşırlar, sofraya oturmazlar. Merkezlerde bırakılan bu gelenek kırsal kesimlerde geçerliliğini korumaktadır. Gelin belli bir süre doğurmazsa (1-2 yıl) kocası yeniden evlenmeye hak kazanır. Özellikle kırsal kesimlerde doğal olan bu durumlarda gelinde görümcelere katılır. Kocasına yeni bir eş arar. Yakın köylerden beğenilen 14-15 yaşlarındaki yeni eşe “ferik” denir.

Evlenme çağında oğlu olanlar için nişan, düğün törenleri, hamamlar kız beğenilecek yer arasındadır. Mucur’da ise bu amaçla ilkbahar, yaz aylarında “köme” denilen kır gezisine çıkılır. Buralarda beğenilen kızlar, bir bahaneyle oğlana da gösterilip, görüşü alındıktan sonra görücü gidilir.

İlk görüşmeden sonra ailenin yada çevrenin saygınlarından birkaç dünür gider. Kız istemede tekerlemeye dönüşmüş şu sözler kullanılır. “ Yedik içtik, ölçüp biçtik, gelene niye geldin denilmez, Allah’ın emrine hiç karşı gelinmez, bizim buraya gelişimizin bir maksadı vardı, kerimenizi Allah’ın emri peygamberin kavliyle bizim mahduma istemeye geldik. Sen bu işe ne dersin?” Kız babası ya da evin büyüklerinden biri de danışıp görüşmek için zaman ister. Kimi yörelerde yanıt olumsuz olursa kızın evde kalması için, evin bir yerine çivi çakılarak büyü yoluna baş vurulduğu da görülür. 

“küçük şerbet” denen söz kesiminde şerbetler içildikten sonra kolye yada altın takılır. Buna “bellilik etme” denir. Başlık kesilir. Ailenin durumu uygunsa “iki başın görülmesi” yoluna gidilir. Başlık alınmaz kız evinin tüm harcamaları nişan ve düğünde alacağı eşya ve takı, erkek evince karşılanır. Kırsal kesimde iki başın görülmesi yanında başlık alındığı da görülmektedir. Başlık kararlaştırıldıktan sonra kız evince konuklara ağız denilen şeker, lokum yada şerbet sunulur.

Nişan kimi zaman 2 aile arasında yapılır.Evlerdeki takı ve yüzük takma işlemine “küçük nişan” denir. Ev dışında “okuntu yeri” denen konuklarında çağrıldığı nişanlar merkezlerde salonlarda yapılır. Nişanlılık döneminde bayramlarda geline armağanlar götürülür. Bu genellikle boyalı koçtur. Gelinin anasından yada kendisinden armağan alınmadan koç verilmez.

Kiralanan bir okuyucu kadın konu komşuyu düğüne çağırır. Düğünler genellikle perşembe günü başlar, Pazar günü biter. Düğün evinin belli olması için çatıya bayrak dikilir. Köylerde bayrak direğinin ucuna soğan ve elma takılmaktadır. Kırşehir düğünlerinde davul zurna yanında genellikle köçekte olur. Kadın kılığına girerek keman, saz ve def eşliğinde oynayan erkeğe köçek denirdi. Kentin Bağbaşı mahallesinden tutulan köçeklerle çalgıcılar bir ekip oluşturur. Cuma günü öğleden önce gelin, öğleden sonrada güvey hamamı yapılır. Cumartesi öğle üzeri de kız evi, komşularıyla birlikte düğün evine “hayırlı olsun a” gider, yemek yenir. Düğün evinin erkek konukları da onları izler, davul zurna eşliğinde kız evine gidilir, 2 saat kalınır. Dönüşte gündüz kınası yapılır. Bu törende kına yakılmaz, gelinin yeni giysileri konuklara gösterilir. 

Köçekler kadınların önünde oynar, gelin bahşiş verir, orada bulunanlarda alınlarına para yapıştırır. Gelin, kınacı kızlara akşam yemeği verdikten sonra akşam kınasına geçilir. Konuklar toplanır. Gece köçeklerin oyunu ile başlar. Gelin yeniden giyinir. Kına bir tepsi içinde kırılırken “kına özenmiyor” diye bir söz atılır. Gelin bahşiş verdikten sonra kına sulandırılır. Önde tefçi kadın, arkada gelin, onun ardından da mumlar, kına tepsisini taşıyan kızlar kına türküleri söyleyerek konukların bulunduğu odaya girer.

Gelin kaynanası armağan verdikten sonra avucunu açar ve kınası yakılır. Eli sarılmadan önce evin bir duvarına basarak iz bırakılır. Sonra konuklara çerez dağıtılır. Tef eşliğinde türküler söylenir, oyunlar oynanır. 

Kimi yörelerde kına gecesi dağıldıktan sonra ana-kız ağıtı yakılır.Yüzü tülbentle örtülen gelin ortaya oturtulur.Anası kız kardeşleri ve akrabaları “sen bana dert arkadaşıydın, seninle dertleştim. İşlerime şimdi kim bakacak? Hasta olsam sen bakardın bana şimdi kim bakacak?” gibi sözlerle onu ağlatırlar. Aynı gece kız evinin delikanlıları, oğlan evine baskın yapar. Buna “kayın gitme” denir. Masalar kurulur. “dokuz butlu tavuk” istenir, içkiler içilir. Sabaha doğru “dan pilavı” denilen tavuklu pilav yenildikten sonra herkes dağılır.

Sabah gelin adayı hazırlanırken gelin bir odaya kapatılır. Yakınlarına “gardaş – emmi dayı yolu” gibi armağanlar alındıktan sonra dışarı çıkılır. Babası gelini kayınbabasına teslim eder. O da “ yengesi”denen gelinin arkadaşı yada akrabalarından biriyle gelin arabasına bindirilir. Geçmişte atlı araba, fayton yada yalnız atlılardan oluşan gelin alayının yerini günümüzde otobüs ve minibüsler almıştır. Köylerde alay gömütlük, ziyaret yeri gibi kutsal yerlerden geçerek, kentte tüm çevreyi dolaşarak düğün evine gelinir.

Arabanın sürücüsü güveyden bahşiş almadan gelinin indirilmesine izin vermez. Güvey gelini koltuğunun altına alarak eve girer. Eşikte cebindeki bozuk paraları ve çerezleri gelinin başına saçar.

O akşam komşulardan 5-10 genç “güvey başı” yemeğine çağrılır. Hoca dua okuyarak gelin ve güveyi odalarına götüreceği sırada gençler güveyi bir odaya kapatır. Tavuk baklava gibi armağanlar almadan bırakmazlar. Güvey kurtulunca dini nikah kıyılır.

Doğum Ve Çocukla İlgili Gelenekler :

İlde çok çocukluluk yaygındır. Aileler daha çok erkek çocuk ister. Bu amaçla gelin eve girer girmez kucağına erkek çocuk verilir. Gebelik döneminde erkek çocuk için hazırlık yapılır. Kadının erkek doğurması ona saygınlık yaratır. Kız doğuranlar için kullanılan “oğlan doğurmuş gibi ne yatıyorsun” sözü yörede tekerlemeye dönüşmüştür.

Sancılar başlayınca gebeye şerbet içirilir, boyuna ayet yada Kuran takılır. Kırsal kesimlerde genelde doğumlar ebesiz olur. Doğumdan 3 ezan geçtikten sonra bebek gürbüz olsun diye, ailede en iştahlı birinin yardımıyla emzirilir. Aynı amaçla çocuğun boyuna tereyağı sürülür.

Yıkanıp kundaklanan bebeğin baş ucuna nazar değmesin, al basmasın diye Muska ve kuran asılır. Yastığı yanına sarımsak soğan ve yumurta konur. Çocuğun rahatlaması için altına elenmiş toprak konur.

Sabahleyin çocuk uyanınca büyükler toplanır ad koyma töreni yapılır. Ailenin en yaşlısı çocuğu kucağına alarak kulağına ezan okur. 3 kez adını söyler 40 gün dolmadan dışarı çıkarılmayan bebek kırkından sonra komşulara gezmeye götürülür. Buna “40 kovalama” denir.

Erkek çocuklarında sünnet dönemi 6 haftalıktan başlar. Sünnet düğünü ve kirvelik gelenekleri yaygındır. Kırsal kesimde yemek ve eğlenceyle yapılırken, merkezde fayton yada taksiyle sünnet çocuğu ve arkadaşlarının çevrede gezdirilmesi, hamama götürülmesi gelenekler arasındadır.

Ömrünün kısalığı düşüncesiyle çocuk 1 yaşına gelmeden saçı kesilmez. Dişi çıktığında ilkin kimsenin duyup görmemesine çalışılır. Ana evin büyüklerinden birine “şunun dişi çıkmış mı?” diye sorar. O da çocuğun azına bakarak dişinin çıktığını söyler. Armağan verir.

Geleneksel Şenlikler :

Kırşehir’de yakın zamana değin gençler arasında muhabbet toplantıları sürmekteydi. Özellikle Kayabaşı gençleri belli aralıklarla, yatsı namazından sonra bir yerde toplanırlardı. Muhabbet, çevreden gizli tutulurdu. Şenliğin başkanı, düzenleyicisi efe olmakla birlikte yönetici durumundaydı. Efe köşede mindere oturur, gençler yaş saygınlık sırasına göre onun yanında otururlardı. Sofra düzeniyle, içkilerle ve çalgılarla saki ilgilenirdi. Muhabbet peşrevle açılır, divan koşma ve semailerle sürerdi. Yöresel türküler söylenip oyunlar oynanırdı. Sabaha karşı dağılan muhabbetlerde, ağırbaşlılık ve dürüstlük temel esastı.

Köylerde sürdürülen şenlik türü geleneklerden biride “ kış yarısı gezmeleridir ” 
genellikle mart ortalarında yapılır. Gençlerden biri ayı postuna bürünür. Buna ayı donatma denir. Kuyruğuna çan takılır. Zil takılarak ev ev gezdirilerek oynatılır. Ev sahibi onun gönlünü almak için para, yağ, pekmez, üzüm verir.

OYUNLARI

Folklor:

Kırşehir Türk’ün genel karekterini tipik olarak ve hiç bozmadan sürdüren insanların yaşadığı ildir. 
Kırşehir yöresi ve insanları sevinç ve kederlerinde hep ölçülüdürler. Bahar ve yaz aylarında özellikle düğünlerde ağır başlı ve içten bir söyleşi havası vardır. Yemekleri ölçülü ve doyurucudur. 

Halk yaşantısının halk diliyle tipik anlatımını veren türküler Kırşehir’de muhabbet adı altında ağaç altlarındaki sohbetlerde ve düğünlerde bol bol çalınıp söylenir. Bunlar genellikle ya bir bozlaktır, ya da bir uzun havadır. İnsanı yakar kavurur içten içe, Bazen bir oyun havasıdır, kaşıkla oynatır, parmakları şaklatır. Bazen de bir halaydır, dizer kol kola omuz omuza

Halk Müziği Araçları: 

İlde, tezeneli sazların üç telinden dokuz telliye dek tüm çeşitleri çalınır. Divan, bağlama, tambura ve cura yaygındır. Yaylı sazlardan en yaygını diz üstünde çalınan kemanedir. 

Üflemeli sazların başında orta kaba zurna gelir. Yörede çalışlarıyla ünlü sanatçılar vardır. Zurnayla halay havaları, cirit ve güreş havaları yanında bozlaklar da çalınır. Dilli ve dilsiz kavallar daha çok köylerde yaygındır. 

Vurmalı sazlar arasında davul, tef, kaşık, zil, zilli maşa yaygındır. Oyunlarda fincan ve bardak da çalınır. Bardak oyunu bitince, bardaklar atılıp kırılır. 

Halk Oyunları: 

Yörede kaşıklı oyunlar Konya oyunlarıyla, halaylarsa doğu illerimizdeki oyunlarla benzerlik gösterir

Halay: 

halaylar davul-zurna eşliğinde ve erkeklerce oynanmaktaydı. Günümüz KIRŞEHİR’deki çeşitli folklor derneklerinin gösterimlerinde kızlar da oyunlara katılmaktadır. “Halay”denilen halaylarda bireysel oyunları etkisi belirgindir. Oyun topluca başlar, “başçeken”(halay başı) tek başına gösteri yapar. Daha sonra da halayın sonuna geçer. Bu kez yeni başçeken gösterisin yapar. Oyun böylece sürer. 

Halaylar genellikle belli bir sıra izleyerek birbirine ekli oynanır. Oyunların düzeni şöyledir: 

Ağırlama
Kıvrak halay
Türkü halayı
Üç ayak
Yanlama
Sekmen(seymen)halayı 

Başka bir halay düzeninde de şu sıra izlenmektedir:

Üç ayak halayı
Hasandağı sekmesi
Sivrik halayı
Cirit halayı
Avşar ağırlaması
Keçeli 

Ayrıca Anşa halayı, narinli halayı, yıldız, kuşlar, sepetçioğlu ve sinsin gibi halaylar da yaygındır. Aynı ezgilerle oynanan Cirit halayı ile Sinsin figürleri değişiktir. Halaylarda “Başçeken”in elinde mendil vardır. El ele tutuşan oyuncular, birbirine yaklaşıp ayrılırlar. 

Kaşıklı oyunlar(Karşılama): Geçmişte “muhabbet”lerde ince saz denilen bağlama, keman ve darbuka eşliğinde erkeklerce oynanırdı. Kadınlar arasında da oynanan oyunlara ud ve tef eşlik etmekteydi. Günümüzde kimi köylerde sürdürülen bu geleneği, kurulan dernekler yaşatmaya çalışmaktadır. Bu oyunlar düğün, karşılama ve uğurlama törenlerinde davul-zurna eşliğinde oynanmaktadır. 

Kaşıklı oyunların en yaygınları şunlardır:

Bad-i zabah(Bad-i Saba), Üç oğlan(kırşehir zeybeği), Biter Kırşehir’in gülleri, Yürü güzel, Çiçekdağı 

Üç oğlan: İki ya da daha çok erkek oyuncunun oynadığı bu oyun ağırlamayla başlar, gitgide hızlanır. Oyuncuların ellerinde tahta kaşıklar vardır, ezgiye göre kaşık vuruşları değişir; zeybek özellikleri görüldüğü için Kırşehir Zeybeği de denmektedir. Oyun çökmeler ve beceri isteyen devinimlerle sürer. 

Çiçekdağı: Erkeklerin oynadığı kaşıklı oyunlardandır. Geçmişte kaşık yerine bardakla oynanan oyun, ağırdan başlar ara nağmeyle hızlanır. 

Biter Kırşehir’in Gülleri: Erkeklerce oynanan türkülü oyunlardandır. Türkünün başlangıcında “heyyyt”diye nara atılır, dizler çapraz biçimde yere vurulur. Ellerdeki kaşıklar bir-iki vurularak ayağa kalkınır. En önemli figür, sol topuğun sağ ayak arkasında sertçe yere vurulmasıdır. 

Oyunun türküsü şöyledir:

Biter Kırşehir’in gülleri biter
Şakıyıp dalında bülbüller öter
Aman amman gülüm amman
Amman amman efendim amman 

Atladım Dinekdağa
Alnım değdi yaprağa
Kız koynunda ölürsem
Koyma beni toprağa
Çoktur güzelleri hep yeni yeter
Kaşının üstünde keman görünür 

Aman amman sebep amman
Amman amman efendim amman 



Aynam düştü yerlere
Karıştı gazellere
Tabiatım kurusun
Bakarım güzellere 

(….) 

Yürü Güzel: Üç, dört kişiyle karşılama biçiminde oynanır. Öbür oyunlardan daha canlıdır. Hafif bükülerek oynanır. Oyunun en belirgin figürleri son bölümdeki çaprazlamalardır. 

Özellikle Abdallar arasında muhabbet toplantılarında görülen köçek oyunları geçmişte oldukça yaygındı. Düğünlerde, erkek toplantılarında köçekler oynatılırdı. Günümüzde bu gelenek ortadan kalkmıştır. 

Seyirlik Oyunlar, Orta oyunları: Geçmişte yöre köylerinde, düğünlerde, özel toplantılarda yaygın olarak oynanan oyunlar, günümüzde de kimi düğünlerde oynanmaktadır. Kalaycı, Kaz ve Koca oyunları bunlardandır. 

Koca Oyunu: 1942’de Mucur’dan Mehmet Ali Çamlıca’nın derlediği bu oyunda kişiler, koca, kahya, Arap,menevşeler(Arap zenneler) sazcılar ve köylülerdir. Koca uzun bir koyun postu giyer, ğöğsüne ve sırtına yastıklar yerleştirmiştir. Sakallı,bıyığı, yüzü una bulanmıştır, elinde uzun sopası vardır. 

Arap, yalınayaktır. Yüzünü, dirseklerine dek kollarını ve diz kapağından aşağısını karaya boyamıştır. Başında poşu, kemerinde fişeklik, tabanca, kama vardır. Menevşeler, kadın kılığında erkeklerdir. Alana önce koca girer, kahyanın adının cafer olduğunu, ancak birçok kez yinelettikten sonra anlar. Bu seyircileri güldürür. Koca, değirmen ustası olduğunu, köye değirmen yapmak istediğini söylerse de kahyayı inandıramaz. Bir iskemle isteyince, seyircilerden biri iskemle olur, koca tam oturacağı sırada adam çekilir, koca yere düşer, bu da gülüşmelere neden olur. Koca, manilerle kahyaya Söz atar: 

Dam başında bıtırak
Akşam gelin oturak
Kahya senin dinin imanın kıtırak
Hay benim Cafer Ağam, Cafer Ağam 

Bir gölüğüm (eşek) var da sürerim gitmez
Üstündeki yükü de haneme yetmez
Kahyalar it olmuş da bizim kapıdan gitmez 

Daha sonra iki kızından birini iki gölük karşılığı kahyaya verebileceğini söyler. Bunun üzerine köylülerden ikisi eşek olur, binmeye çalışanlar eşekler binemez, düşerler. Koca, saz çalınırken alandan ayrılır, menevşelerle döner, çeşitli türkülerle oyun oynarlar.Bu arada Arap hızla alana gelir. Kızlar kaçışır, koca bir masanın altına saklanır. Arap kızlarını ister. 

Yaşlı bir adamın kızlarını kaçırdığını, eğer onları bulmazlarsa her yeri yakıp yıkacağını söyler. Masanın yanundan geçerken kocayı tekmeler ve yüksek sesle Arapça yarı Türkçe söylenir. Kahya önce kızlarının yerlerini söylemez, Arap kor halinde kömür dolu sepetle gelince korkar, kurtulmak için kızları vermeye razı olur. Kızlar gelir, Arap onları oynatır, alır gider. 

Bu kez koca, kızları bulun diye tutturur. Kahyanın verdiği iki eşekle kızları aramaya çıkar. Bir süre sonra kızları bulur, birlikte oynamaya başlar. Bir ara durup Arap kızlara bir şey yapmış mı? diye bakınca kızlar gücenir, oynamazlar. Ancak “tilki gibiçenlerse”, oynayacaklarını söylerler. Koca da zorunlu olarak dediklerini yapar, kızlar hoşlanıp oynarlar. Kahya ve koca da onlara katılır. Bu sırada Arap gelir, kocayı öldürerek kızları sürükleye sürükleye götürür. Oyun böylece sona erer.

Çocuk oyunları: Öbür yörelerde oynananlar yanında özgün oyunlarada rastlanır. Kimi oyunlar değişik adlarla anılır. Zıkka, birdirbir; amecik,evcilik oyunu; çelik çomak yerine kullanılır; acerim bir tür kovalamacadır. Aşık oyunları, yağ satarım bal satarım da oynanır. Çota, balık kaçtı, horpiç, cimboru yöreye özgü oyunlardır.

Balık Kaçtı: Kızlı erkekli oynanan bu oyunda sekiz-on çocuk halka olur, oturur, ayaklarını öne uzatır. Ebe olan,ortada oturur. Balık biçiminde büktükleri mendili bacaklarının altından dolaştırarak ebeye vururlar. Ebenin balığı elinde yakaladığı kişi ebe olur.

Çota(cota): Oyuncuların ellerinde birer değnek vardır. Ortada yumurta büyüklüğünde bir taş ya da tahta bulunur. Bunun 2-3 metre uzağında taşın büyüklüğünde çukur açılır. Ebe taşla çukur arasında durur. Oyunculardan biri sopasıyla taşa vurur ve kaçar. Taş yuvarlanırken ebe, onu kovalar. Sopasıyla dokunabilirse ebelikten kurtulur, dokunduğu çocuk ebe olur. Dokunamazsa, öbürleri taşa değnekleriyle vurup uzaklaştırır. Bu kez ebe taşın ardından koşup onu güderek çukura sokmaya çalışır, ebe taşı çukura sokarsa oyun biter.

Horpiç: Erkek çocuk çocukların oynadığı bir değnek oyunudur. Ebe değneğini iki çizgi arasına koyar. Öbür oyuncular da uzaktaki bir çizgiden attıkları değnekleriyle ebenin değneğine vurmaya çalışırlar.

Cimboru: Erkek çocukların oynadığı oyunlardandır. Kağıt, kumaş parçaları ya da hayvan kıllarından yapılmış bir topla oynanır. Topun büyüklüğünde bir çukur açılır. Belirli uzaklığa bir çizgi çekilir, oyuncular sırasıyla topu çukura sokmaya çalışır. Bir kez sokan, bir kez daha atmaya hak kazanır. En çok sayı yapan oyunu kazanır.


KIRŞEHİR’İN OZANLARI 

Halk edebiyatı çok zengindir. Pek çok halk şairi yetişmiştir. Zengin halk oyunları ve müziği vardır. Oyunlarda kaşık ve zil havaları ve halaylar yaygındır. Çok sayıda türküleri ile meşhurdur. Üç ayak, demirağa, koca oyun ve Kırşehir ağırlaması meşhurdur. 

Türkülerinde aşkı, sevgiyi, yalnızlığı bolca işleyen Kırşehirliler, yanında yöresinde gördüğü doğa olaylarından etkilenmiş duygu dolu insanlardır. 

Kırşehir, Türk Ulusunun genel kültür karekterini bozmadan sürdüren insanların yaşadığı bir şehirdir. Kırşehir, gözü tok, gönlü zengin insanlarla doludur. Kırşehir yöresi insanları sevinç ve kederlerinde hep ölçülüdürler. Bahar ve yaz aylarında genellikle düğünlerde ağırbaşlı ve i çten bir söyleşi havası vardır. Kırşehir’in bir türküsünü dinlemeden bir manisini duymadan, bir çullamasını yemeden, bir höşmerimini tatmadan, bir düğününe konuk olmadan Kırşehir halkını ve folklorunu tanımak mümkün değildir. 

KIRŞEHİR’Lİ OZALAR

1. Aşık Musa 6. Neşet Ertaş 
2. Aşık Said 7. Aşık Boyacı ( Esat Hüseyin Canıtez) 
3. Aşık Seyfullah 8. Şemsi Yastıman 
4. Aşık Hasan (Nebioğlu) 9. Çekiç Ali 
5. Muharrem Ertaş 10. Hamit’li Dursun Kaya 

KIRŞEHİR YÖRESİNİN ÜNLÜ TÜRKÜLERİ 

ÜNLÜ TÜRKÜLER: Merdivenim kırk ayak, Bir ok attım vızıldadı, Ekin ekilen yere, Yürü güzel Biter Kırşehir’in gülleri, Üç oğlan, Suda balık oynuyor, Karanfil suyu neyler, Şu dağlar ulu dağlar, Sevda gitmiyor serden, Dana dane benleri var yüzünde, Başında altın tacım, Ahu gözlerini sevdiğim dilber, Çiçek dağı, Kızılırmak, Kova kova
indirdiler yazıya, Acem kızı, Çubuk uzun, Yar yandım. 

UZUN HAVALAR: Gök yüzünde bölük bölük durnalar, Afşar bozlağı, Yağmur yağdı da hava, Beypazarı kıratı, Ceren kaçar, Aşağıda çıktı bir akça geyik, Neyleyim dünya mali ziyneti, Gönül ne gezersin seyran yerinde, Ağ ellerini sala sala gelen yar, Aşağıdan Yusuf paşa, Sarılı yazma gelin ağlatma, Cirit havası, Güreş havası, Tura havası, Afşar halayı. 

Ağıtlar: Ağıt yakma geleneği yaygındır. Aşağıdaki ağıt bir öldürme olayı üstüne 
söylenmiştir. 

Akşam oldu da kırat yemez yemini
Çaktım Zikkesini gever gemini 
Ben sürmedim cingan sürsün demini
Beypazarı mesken oldu ilimiz 
Kurt belinden aşar doğru yolumuz 

Körolası cingan nereden geldi
Kuyumcuyum deyi çayıra kondu
Alnı top kaküllü Halili vurdu 
Beypazarı mesken oldu ilimiz 
Kimbilir de nerde kalır ölümüz

Kıratın üstü de bir ulu yayla 
Neyleyim kardaşım kaderim böyle
Varınca perede doğruyu söyle 
Beypazarı mesken oldu ilimiz 
Kimbilir de nerde kalır ölümüz 



1 – AŞIK MUSA (…. 1833 veya 1843= ) 

Ünlü halk ozanının, Kaman’a bağlı Savcılı Ağzıboz Köy’ünde Yaşadığı anlaşılıyor. Doğum tarihi bilinmemektedir. 1833 ya da 1943’de öldüğü sanılmaktadır. Ayrı bir dille şiirler yazmıştır. Saz çalarak köy odalarında şenliklerde söylediği şiirler şimdi bile halkın dilindedir. Toklumenli Aşık Said ile aynı yıllarda yaşadığı ve ona saz öğretttiği söylenmektedir.

2 – AŞIK SAİD (1835-18 OCAK 1910)

Kırşehir’e bağlı Toklumen Kasabasın’da doğdu. 18 yaşlarında Kayseri’ye giderek ikibuçuk yıl medrese eğitimi gördü. Köyüne döndükten sonra kayıkçılık yaptı. Şiirleri onun çok yer gezmiş olduğunu gösteriyor. Aşık Said’in türkülerinin çoğu Kırşehir ve çevresinde halen yaşamaktadır. T.R.T. repertuarına geçmiş çok sayıda eseri vardır. 75 yaşında ölen Aşık Said’in mezarının yerini bilene rastlanmadı. Toklumen Köy’ünde adına dikilmiş anıt heykeli vardır.

3 – AŞIK SEYFULLAH (1896-1972) 

Aşık Said’in dördüncü oğludur. Toklumen’de doğdu. Kendi kendine okumayı öğrendi. Doğaya vurgundu. sıla özlemiyle doluydu. Çok yer gezmiş, çalıp söyleyerek, ününü her yana duyurmuştur. 20 Aralık 1972’de vefat etmiştir. 


4 – AŞIK HASAN(NEBİOĞLU) (1902-1989) 

Mucur’a Bağlı Geycek Köy’ünde doğdu. Okuması olmayan Aşık Hasan’ın şiirleri ve söyleyişi ile ün kazanmış. Sevda, Doğa, Yurt ve Tanrı sevgisi ile şiirler yazmıştır. 10
çocuk babası olan Aşık Hasan şiirlerini “Aşık Hasan’ın Bütün Şiirleri” adlı kitabında toplamıştır. 

5 – MUHARREM ERTAŞ (1913 – 3 ARALIK 1984) 

Muharrem Ertaş Osmanlı’ya kafa tutan Avşar Türkmenlerinin ünlü şairi Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın dağlar bizimdir.” Deyişini havalandırıp, Abidin ertemin deyimi ile “ bozlağı Çukurova dan Kırşehir’e indirince” ne söylediğini bilmeyecek kadar cahil değildir. Nitekim Cumhuriyetçiler, Muharrem Ertaş’ın sazında ve sözünde güzelleşen “Avşar Bozlağını” TRT’nin repertuarına almakta hiç de tereddüt etmemişlerdir

Yanık sesi, dertli sazı ile adını Türk saz ve söz sanatının ustalar arasına yazdıran ünlü “bozlakçı” Muharrem Ertaş Kırşehir’e bağlı Yağmurlu Büyükoba’da doğdu. Okumayı kendi kendi kendine öğrendi ve saz dersleri aldı. Yağmurlu Yusuf Usta’dan aldığı derslerle yetişti. 300’ün üstünde şiir ve koşmayı bozlak haline dönüştürdü. Kendisinin de muhtelif deyişleri bulunmaktadır. Ezgileri ile Kırşehir’in adını duyuran Muharrem Ertaş’ın 8 çocuğu vardır. Oğlu Ünlü saz ve sez ustası Neşet Ertaş, babasının yolunda yürüdü ve kırşehir’in adını duyurmaya devam etti. Kırşehir Belediyesi tarafından 1990 yılında şehrin merkezine yakın Askerlik şubesi binasının karşısına anıtı dikildi. 

6 – NEŞET ERTAŞ (1938-…..) 

Sezi ve sazı ile babası muharrem ertaş’ın yolunu sürdüren Neşet Ertaş, 1938 yılında Kırtıllar’da dünyaya geldi. Keman ve saz öğrenerek. Ankara Radyo Evi’ne girdi. Güçlü derlemeleri olan ozanın, Kendisine ait çok sayıda güfte ve besteleri vardır. Halen
Almanya’da müzik evi çalıştırmaktadır. 

Neşet Ertaş, babası Muharrem Ertaş ile adeta Anadolu’daki en olgun seviyesine erişen bu Türkmen/Abdal müzik birikiminin yeni bir yorumcusudur. Yoğun yöresel özellikleri ve baskın mahallilik unsurları ile donanmış bu müziği yöresinin dışına çıkarmış, ülke genelinde ve hatta yurt dışında bilinmesini ve tanınmasıını sağlamıştır.

Neşet’in hocalığını babası Muharrem usta yapmıştır. Neşet Ertaş bunu son türküsünde açıkça şöyle dile getirmiştir. 

Okula gidemedim, bu dert benimdir 
Hemi benim derdim, hem babamındır, 
Hemi babam, hem de öğretmenimindir 
Yüreği yaralı o kerem nerede 

Uzak yoldan geldim hasretin için 
Yaralı ceylanım ses vermez niçin 
Ecin nice hani boranın nerede 


Bir babanın onur duyması evladıyla olur. Muharrem üstat oğlu Neşetle onur
duymuştur. Neşet Ertaş uzun yıllar Almanya’larda gözden ırak olmuş, görünür olmaktan mahrum kalmış ama gönüllerde taht kurmuştur.

Neşet’in gerek ailevi yaşantısı olsun, gerek ortamın verdiği durumlardan olsun memleketimizi terketmesi, Almanya’ya yerleşmesinden dolayı maalesef 
hemşerilerinin huzuruna şimdiki sanatçılar gibi haftada bir, ayda bir çıkmadı. Ama yurt
dışında da olsa öz kültürümüzü, türkülerimizi ayaklarımıza kadar seslendirerek getirdi.

Neşet’in büyüklüğünü sanatı anlayan bilir. Neşet ne türkü çığırıyor, ne türkü söylüyor. Neşet türkü yaratıyor. Neşet gittiği her yerde kendi kendine yanında arkadaşı yokmuş gibi inler gelirdi. Demek ki kendisinde daha önce bir şeyler varmış ki meğer o iniltisi kafasında bir şeyler aratmaktan gelirmiş.

1960’lardan itibaren binlerce yıllık sazımız bağlama ile birlikte anılan; sadece geniş halk kesimlerinde değil, ciddi müzik çevrelerinin ve gerçek türkü dostlarının da gündeminden hiç düşmeyen Neşet Ertaş’ı farklı bir bağlamda değerlendirmek gerekir. Çünkü o aslında bir anlamda tam bir yöre sanatçısı olmasına rağmen yaygın şöhreti ve
söylediği türküleri ile ülke genelinde tanınan biri olarak, hem babası Muharrem
Ertaş’tan, hem de bu geleneğin diğer usta isimleri olan Hacı Taşan ve Çekiç Ali’den de
ayrılır. Bir başka deyişle onun sanatı için, başta Muharrem Usta olmak üzere. Hacı
Taşan, Çekiç Ali Abdal/Türkmen Müziği geleneğinin çeşitli yörelerde farklı tavır ve üsluplarda karşımıza çıkan diğer ustaları da dahil olmak üzere hepsinin üst seviyede bir
sentezi ve esrarlı bir bileşkesi denilebilir.

7 – AŞIK BOYACI (ESAT HÜSEYİN CANITEZ) (1914-4 şubat 1999 

“Aşık Boyacı” mahlasıyla şiir yazan halk ozanı Esat Hüseyin Canıtez’in 3500’den fazla milli, dini şiirleri bulunmaktadır. Kırşehir’de doğan Aşık Boyacı, ilk ve ortaokulu burada okudu Ünlü Ozan’ın “Kalbimin Işıkları “, “Bayrak ve Toprak”, “Türk Oğluyum Türk Oğlu” adlarında üç şiir kitabı yayınlandı. 

8 – ŞEMSİ YASTIMAN (1923-1994) 

1923 yılında Kırşehir’de doğdu, ilk ve ortaokulu burada okuduktan sonra saz çalmayı öğrendi 1950- 1968 yılları arasında Radyo ve sahnelerde çalıştı. İlk şiirini 1938’de ortaokula başladığı yıl yazdı. 1966 yılında Konya’da düzenlenen “Aşıklar Bayramı’nda “Muradım” destanıyla birincilik kazandı. İstanbul’da kendine ait saz evi bulunan Şemsi Yastıman’ın binden fazla siiri vardır. 1994 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu Edirne’de vefat etmiştir. 

9 -ÇEKİÇ ALİ (1933-13 Ağustos 1973) 

Mahalli sanatçı yöre türkülerini içten ve özlü söylerdi. Genç yaşta kaybettiğimiz sanatçı 40 yaşında aramızda ayrıldı. Kırşehir yöresi türkü ve bozlaklarının isim yapmış usta icracılarından biridir Çekiç Ali hemen hemen tüm plak ve kasetlerinde “Kırşehir’li Çekiç Ali namıyla anılır. sanatçımız, aslen Kaman’ın Meşe köyünden ve asıl soyadı Ersan dır. 1932 yılında doğan Çekiç Ali’ye, “çekiç” lakabı; çevikliği ve ataklığının yanı sıra, saz çalışındaki canlılık, dinamizm dolayı verilmiş. Henüz çocuk yaşlarında iken köy odalarında saz çalmaya başlayan sanatçıya büyükleri tarafından takılan çekiç lakabı o kadar yaygınlaşmış ki, asıl adı olan Ali’nin önüne geçerek, adeta asıl ismi olmuştur.

Çekiç Ali’nin hem sesinde, hem sazında öylesine kendine has bir renkle karşılaşırız ki, bu daha ilk müzik cümlesinde kendini hemen belli eder. Başta Muharrem Ertaş olmak üzere Hacı Taşan’ın, Neşet Ertaş’ın da okuduğu bazı türküleri ve havaları (Biter Kırşehir’in Gülleri Biter, Acem Kızı , Oy nari Topak taşın kenari vb.) tamamen kendine has bir tavırla yorumlayarak, adeta okuduğu her eserin altına kolay kolay silinemeyecek güçlü bir imza atmıştır. 

Çekiç Ali’nin yaşadığı dönemde memleketimizde büyük kıtlık olmuş. Bu 
kıtlıkla evlerde bekletilen unlar azmış. Adam evine gelene “unum yok” demiş saklamış.
Bekletilen unlar zamanla acımış. Acıyan unun ekmeği de olamaz, yenmez de… İşte o
kıtlığın içinde Meşeköy’de dünyaya gelmiş çekiç Ali 

Bizim büyüklerimiz bir yerde mesken tutup kalmamışlar. Boy boy gezmişler.
Geçimlerini temin ettikleri yerde ekseriyetle kalmışlardır. Fakat öyle zaman zuhur
eylemiş ki 1940’larda Kırşehir’e intikal etmiştir 

Çekiç Ali’nin ünü halk arasında giderek yaygınlık almış. “Çekiç” lakabı ile anılır olmuş. Fakat Çekiç Ali açısından talihsizlik şu ki, bugün yurdumuzda büyük yaygınlık kazanan televizyon yayınlarına yetişememiştir. O dönemde Ankara radyosu ancak Gölbaşı’na kadar yayın yapabiliyordu. 

10 – HAMİT’Lİ AŞIK DURSUN KAYA (1934 – …. )

1934 yılında Kırşehir Kaman ilçesinin Hamit kasabasında doğdu. Küçük yaşında bir ayağı sakat kalan aşık dokuz kardeşinin en küçüğüdür. İlkokulu kasabasında okuyan aşık Dursun Kaya halen Hamit kasabasında çiftçilikle uğraşmaktadır. Dört oğlan üç kız olmak üzere 7 çocuk babasıdır. Güçlü taşlamaları ve güzelleme tarzında da şiirleri ünlüdür. Halen şiir yazmaya devam eden Hamit’li Aşık Dursun Kayan’nın zamanında plaklara okunmuş destan türünde eserleri de vardır.
Kaynak: http://ahilerdiyari.blogspot.com.tr/2013/02/krsehir-in-kulturel-gelenegi-ve.html