MARDİN HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Türkiye'nin güneydoğusunda bulunan bir büyükşehir olan Mardin, 779.738 kişilik bir nüfusa sahiptir. Dicle Nehri yakınında bulunan kent kayalık bir tepe üzerine inşa edilmiştir. Mardin halkının büyük bölümü tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Kentin ekonomisine diğer bir katkı da turizm sektöründen gelir. Mardin'deki halkın sosyolojik yapısı zengin çeşitliliğe sahiptir. Kentte Kürtler, Süryaniler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Ezidiler, Araplar, Ermeniler ve Türkler yaşamaktadır.
Mardin’e gitmek isteyenler havayolu ve karayolunu kullanarak şehre ulaşabilirler. Mardin çoğu büyükşehre uzak bir konumda olduğu için havayolu ile ulaşım karayolundan daha kullanışlıdır.
Havayolu ile ulaşım:
Mardin merkezine 20 km uzaklıkta olan Mardin Havalimanı’na birçok şehirden direkt veya aktarmalı uçuş vardır. Havalimanına iniş yaptıktan sonra servislerle, minibüslerle veya taksilerle şehir merkezine ulaşabilirsiniz. Havalimanında bulunan Mardin-Kızıltepe minibüslerine 3 TL’lik bir ücret ödeyerek şehir merkezine kolaylıkla gidebilirsiniz. Mardin’e İstanbul’dan 1.5 saatte, İzmir’den 1 saat 40 dakikada, Ankara’dan 1 saatte uçakla ulaşabilirsiniz.
Karayolu ile ulaşım:
Mardin’e karayolu ile ulaşmak isteyenler otobüslerle veya özel araçlarıyla şehre ulaşabilirler. Büyükşehirlere olan uzaklığı nedeniyle karayolu ile ulaşım çok tercih edilmese de Mardin’e keyifli bir yolculuk sonucu varabilirsiniz. Ortadoğu ve Avrupa arasındaki lojistik ulaşımın sağlandığı E-90 karayoluna sahip kente özel aracınızla kolayca gidebilirsiniz. Ayrıca Türkiye’nin birçok şehrinden direkt veya aktarmalı otobüs seferleriyle de Mardin’e ulaşabilirsiniz.
1. Dara Harabeleri
Dara Harabeleri, Mardin”in güneydoğusunda, Nusaybin’e 30 kilometre uzaklıkta, Mardin-Nusaybin karayolu üzerindeki Oğuz Köyü’ndedir. Ziyaret açısından Mardinin en çok turist çeken yerlerindendir.
2. Altunboğa Medresesi
Altunboğa Medresesi Mardin’e geldiğinizde uğrayacak yerler listesine eklenebilir. Tarihi olarak Kitabesi bulunmadığı için ne zaman yapıldığı hakkında sağlam bir delil yoktur. Fakat bazı kaynaklara göre Melik Mansur’un veziri olan Altunboğa tarafından inşa edilmiştir.
3. Deyrulzafaran Manastırı
Tarihinin Mardin kuruluşuna kadar indiği düşünülen Deyrulzafaran Manastırı’nın özellikle tavanı dikkatinizi fazlasıyla çekecek. Tavanındaki taşlar sıra halinde dizilmiş fakat taşların aralarında harç olmadan birbirine kenetlenip geometrik şekil verilmiştir.
4. Savurkapı Medresesi
Mardin’in tarihine ışık tutan yapılardan biri olan Savurkapı Medresesi Merkez ilçedeki Bab es Sur Camii’nin yanında bulunduğu için ulaşım açısından kolay bir noktadadır. Medresenin kitabesi günümüze kadar ulaşamamıştır ve yapılış tarihi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Tahminlere göre Artukoğulları döneminde inşa edilmiştir.
5. Sabancı Kent Müzesi
Mardin Merkez’de, ünlü iş adamı Sakıp Sabancı’nın ismini taşıyan Sabancı Kent Müzesi bulunmaktadır.
Şehrin merkezinde ve merkeze yakın gezilecek yerlere de kolay bir ulaşım sağlayan Sabancı Kent Müzesi, 2009 yılında hizmete girmiştir. Müzede, Dilek Sabancı Sanat Galerisi de bulunmaktadır.
Sabancı Kent Müzesi, şehrin kentsel oluşumunu ve kültürünü anlatmaktadır.
6. Mardin Kalesi
Adına şarkılar dahi yazılan Mardin Kalesi, Gezip görebileceğiniz listenin en başında olması gereken yerlerdendir.
Şimdi tarihini gözler önüne sermek için hala ayakta olan Mardin Kalesini uzaktan gördüğünüzde bayılacak, kaleye yaklaştıkça hem yapısına hem de sunduğu manzaraya hayran kalacaksınız.
7. Mardin Ulu Camii
Caminin kim tarafından ve hangi yıl yapıldığı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Caminin kapısındaki tarihe göre 1190 yılında inşa edilmiştir. Görselliği ve mimari yapısı ziyaret edenleri büyülemektedir. Caminin iki minaresinden biri kimine göre bir yıldırım düşmesi yıkılmıştır, kimine göre ise deprem sonucu yıkılmıştır. Mardin Ulu Cami’nin en önemli özelliği dört büyük meshebe hitap etmesidir. Caminin minaresinde on sahabenin ismi yazmaktadır.
8. Mor Gabriel Manastırı
Mardin’de bulunan Mor Gabriel Manastırı Midyat ilçesine 23 kilometre uzaklıktadır ve Süryani cemaatine aittir. Deyrulumur Manastırı olarak da bilinmektedir.
9. Gelüşke Hanı
Tarihi dokusu, işlemeli taşları ile geçmişin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkmak gibi Gelüşke Hanı’nı arşınlamak. Mardin‘in her köşesi bambaşka bir havayla bürülü zaten. Gelüşke Hanı da bu yönüyle Mardin’in farklı havasına yakışan tarihi bir yapı.
10. Kasımiye Medresesi
Mardin’in her köşesi tarih, o kadar fazla ki gezilecek ve görülecek yerleri. Kasımiye Medresesi de bunlardan biri. Burada en çok dikkat çeken havuzlu avlu olması. Bu havuz hayatı simgeliyor. Suyun ilk aktığı havuz bebekliği, ikinci akan havuz çocukluğu, üçüncü uzun ince havuz gençliği, dördüncü kısa havuz yaşlılığı, suyun döküldüğü havuz ise mahşeri simgeliyor. Mimarisi oldukça etkileyici.
Kaynak: https://www.gezilesiyer.com/mardinde-gezilecek-en-guzel-10-yer.html
İşkembe dolması: Kibbe
Kimilerine göre kibbe kimilerine göreyse kibe olarak bilinen bu yemek, aslında bir tür işkembe dolması.Kuzu ya da oğlak işkembesi kullanılarak yapıldığından fazlaca özen gerektiren kibbe, işkembenin et, pirinç, nane, yeni bahar ve isteğe bağlı olarak nohutun dahil olduğu, doyuruculukta üstüne tanımayan lezzetlerden.
Mardin usulü içli köfte: İrok
İçli köftenin güzelliğinin baharatlarla taçlanıp lezzetini katladığı tariflerdendir irok. Binbir emekle hazırlanan köftelerin kızartılmasıyla damaklara şenlik bir hal alır.
Mardin’e gitmişken yemeden dönmek en büyük hatanız olabilir, o yüzden hemen listenize ekleyin bizce. 🙂
Kızartması olur da haşlaması eksik kalır mı: İkbebet
İrok için Mardin usulü içli köfte dedik ama ikbebeti atlamak da olmaz. Hani kızartma yerine daha sağlıklı beslenmeye dikkat ediyorsanız ya da haşlaması daha güzel olur diye düşünüyorsanız Mardin’in en özel lezzetlerinden haşlama içli köfte ikbebeti mutlaka deneyin.
Tadı damağınızdan uzun süre silinmeyecek, nerede yerseniz yiyin Mardin’de yedikleriniz kadar güzel olmayacak, öyle bir lezzet.
Kokusu bile iştahınızı açmaya yeter: Soğan kebabı
Soğan, özenle hazırlanan kıymalı bir harç ve salçalı suyun bir araya gelmesiyle oluşuyor soğanlı kebap.Ceviz büyüklüğündeki kıymalı harcın yarım soğanların içine doldurulup salçalı suya bulanmasının ardından fırındaki yolculuklarına uğurlanmasıyla mis kokular sarmaya başlıyor her yanı. Sonrası ziyafet, sonrası mutluluk oluyor.
Başlı başına bir ziyafet: Kaburga dolması
Bazen şölen gibi bir sofra kurmak için tek bir yemek yeterli olur ya hani, işte Mardin mutfağında o yemek, kaburga dolması bizce. bir kere dev gibi bütün bir kaburga kullanılıyor. Bu yetmezmiş gibi içi için yine kuşbaşı doğranmış dana eti, pirinç ve çeşit çeşit baharat devreye giriyor.
Tam bitti sanıyorsun, yanına ayrıca yapılan, içinde maydanozdan dolmalık fıstığa, bademden kuş üzümüne kadar çeşit çeşit malzemenin olduğu pilav çıkıyor bir de karşına. Bir kaburga dolmasıyla sofra ne kadar kalabalık olursa olsun doyuyorsun kısaca.
Mardin ete doyurmaya kararlı: Dobo
Siz de fark etmişsinizdir zaten ama biz yine de söyleyelim. Mardin mutfağı bolca et yemekleriyle dolu, enfes bir mutfak.
Dobo adlı bu yemek de yine şehrin en yöresel ve en lezzetli yemeklerinden. Kuzu kol ile hazırlandığından yine bir tanesiyle birçok kişi rahat rahat doyabiliyor üstelik. Mis.
Çok farklı, çok özel: Firkiye
Şehrin en özel ve farklı tariflerinden olan firkiye, içinde kuşbaşı doğranmış kuzu eti ve çağla bulunan bir lezzet. Genel olarak üzerine limon sıkılıp incecik kıyılmış maydanozlar serpildikten sonra yeniyor. Misler gibi oluyor.
Mardin çöreğini de tatmadan olmaz: Kiliçe
Kiliçe, kliçe ya da Mardin çöreği… Farklı farklı isimleri olsa da bu çörek özünde un, şeker, süt gibi temel malzemelerin mahlep, tarçın, anason ve rezene gibi farklı tatlarla buluşmasıyla oluşuyor. O nasıl bir karışım ki diye düşünürken alınan ilk ısırıkla kendine hayran ediyor.
Her hali nefis: Sembusek
Sembusek, kapalı lahmacun ya da pide olarak düşünebileceğiniz et ve hamurun bir araya geldiği yemeklerden. Sac üzerinde evlerde yapılabildiği gibi fırınlara verilerek de enfes bir şekilde teslim alınabiliyor. Tadına doyum olmadığından insan karnı doyunca bile yemeye devam etmekten kendini alamıyor.Erikten yahni de mis olur hani: Alluciye
Yine başrolde kuşbaşı doğranmış kuzu eti olan bu tarifte bu kez kuzu etine yeşil erikler eşlik ediyor. Yemek, daha sofraya çıkar çıkmaz şekliyle tüm dikkatleri üzerine topluyor. Şaşkınlık, alınan ilk çatal sonrası dev bir mutluluğa bırakıyor yerini. Çünkü her yiyene afiyet, bal, şeker oluyor.
Peki ya şu görüntünün güzelliği: Accin
Mardin mutfağının zenginliklerini anlat anlat bitiremeyeceğiz, kabul ettik artık. Ama bu meşhur lezzetinden de söz etmeden geçemeyeceğiz. Şu güzelliğe bakar mısınız, al kaşına saatlerce izle bıkmazsın. Üstelik içinde de yok yok, dana eti, bulgur, türlü çeşit baharat ve yumurta. Daha ne olsun.
Pekmeze güzellik: Harire tatlısı
Pekmez, un, toz şeker ve tarçın gibi basit ve birbirine pek yakışan malzemelerle hazırlanıyor harire tatlısı. Üzerine de bolca ceviz koyulunca bir kasesinden bir günlük enerji ihtiyacı karşılanabiliyor. Tadına da öyle lezzetli oluyor ki kaşıklar dolusu yeniyor.
Sadece ağız tatlandırmaz, doyurur da: Zingil
Lokmaya benzer bir tatlı olan zingil, hamuru hazırlandıktan sonra kızgın yağda buluşan, nar gibi kızardıktan sonra şerbetiyle bir araya gelip lezzetine tam anlamıyla kavuşan bir hamur tatlısı. Mardin’e yolunuz düşerse tadına bakmadan dönmemeniz gerekenler arasında başı çekenlerden, bizden söylemesi.
Sert kahve mi demiştiniz: Mırra
İçtiğiniz kahveler size hafif geliyorsa ya da şöyle sert bir kahve olsa nasıl da güzel olur diye aklınızdan geçiriyorsanız ara ara, henüz Mardin’in efsane kahvesi mırra ile tanışmamışsınız demektir.
Kahvenin birkaç kez demlenmesi ile hazırlanan bu özel kahve öyle sert ki bildiğimiz Türk kahvesi fincanından bile küçük ve kulpsuz bardaklarla ikram ediliyor. O kadarcık kahve bile insana zindelik vermeye yetiyor da artıyor.
Kaynak: https://yemek.com/mardin-yemekleri/sayfa/12
Mardin’in bilinen târihi 3000 sene öncelere dayanır. Mardin bölgesi, Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit İmparatorluğunun sınırları dışında kalmıştır. Hititler zamânında bu bölge, Hurri Mitanni Krallığının elindeydi. Uzun müddet Bâbil ve Asur hâkimiyeti altında kalan Mardin’i Medler ele geçirdi. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Anadolu ve İran’ı işgâl ederek imparatorluğuna ilhak etti. İskender’in ölümü üzerine imparatorluk parçalandı. Bu bölge Anadolu gibi Selevkos Devletinin payına düştü. Pers ve sonra Sâsânî hânedanları, bu bölgeyi ele geçirdiler.
M.S. 1. asırdan îtibâren Roma İmparatorluğu, Toros ve Fırat ötesi Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu için İran’la mücâdele etti. Her iki ülke arasında bu bölge el değiştirdi ve Roma tam bir hâkimiyet kuramadı. M.S. 395’te Roma İmparatorluğu bölününce Anadolu gibi bu bölge de, Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü.
640 târihinde hazret-i Ömer’in halîfeliği zamânında, İyaz ibni Ganm kumandasındaki İslâm ordusu, Mardin’i fethederek, İslâm devletine kattı. Sonraki asırlarda Hamdânîlerle Mervânîler, Bağdat’taki Abbâsî Halîfeliğine tâbi olmak şartıyla bu bölgeyi ellerinde tuttular. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Mardin toprakları Selçuklu Türklerinin eline geçti. 1098’de Türkmen boylarından Artuklular, bölgede Selçuklulara bağlı iki devlet kurdular. Hısn Keyfâ (Hasankeyf)da kurulan Artukoğulları Beyliği “Sökmenîler” diye tanınır. Bu beylik, 1098’den 1231’e kadar 133 yıl devâm etmiştir. Artukluların Hısn Keyfâ dalı, Eyyûbîler tarafından ortadan kaldırılmıştır. Eyyûbîler, 1232-1524 arasında 292 sene devletlerini muhâfaza etmişlerdir. Mardin’de kurulan ve “İlgâzîler” diye tanınan beylik, 1104’ten 1407’ye kadar 303 yıl devâm etmiştir.
Cezire-i ibni Ömer, Cizre’de 1160-1596 arasında 436 sene devâm eden küçük bir beylik kurmuştur. Zengilerin, yâni Musul Türk Atabeylerinin bir kolu, üç beyle Cizre’de 1170-1227 arasında 47 yıl hâkimiyet kurmuştur. Mardin bölgesine Büyük Selçuklulardan sonra Eyyûbîler, Türkiye Selçukluları, İlhanlılar, Mısır-Suriye-Türk-Memlûk İmparatorluğu, Timurlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular hâkim olmuştur. 1507’de İran’daki Safevîler, Mardin’i ele geçirdiler. Yavuz Sultan Selim Han, 1517 Çaldıran Zaferi ile Safevîleri Anadolu’dan attı. Bıyıklı Mehmed Paşa, Mardin’i fethederek, Osmanlı Devletine bağladı.
Yavuz ve Kânûnî’nin, Salâhaddin Eyyûbî’ye büyük saygıları olduğundan “Hısn Keyfâ”daki Eyyûbî Melikliğinin bir müddet devâmına müsâade etti. Osmanlı devrinde Mardin “Diyâr-ı Bekr” Beylerbeyliğinin (eyâletinin) 24 sancağından (vilâyetinden) biriydi. Tanzimattan sonra “Diyâr-ı Bekr” eyâletinin üç sancağından biri oldu. 5 kazâsı vardı. İstiklâl Harbinde Mardin halkı mücâdelesini silâhsız, fakat birlik içinde düşmanı korkutarak yapmıştı. İcap etseydi Mardin de düşmana karşı kahramanca savaşırdı. Mardin’de düşmana karşı mücâdele şu şekilde verildi:
Mardin önce İngilizler tarafından işgal edilmek istendi. Irak Siyâsî Komiseri Nüel, Mardin’e gelerek, şehrin ileri gelenlerinden Mardin’in teslimini istedi. Mardinliler işgâle karşı silâhlı mücâdele yapacaklarını söylediler. 1919 senesinde Londra’da imzâlanan îtilâfnâme îcâbı Fransızlar, Mardin’in teslimi için Fransız kumandanlarından Norman’ı gönderdiler. Fransız kumandanı Norman, iki Fransız subayı ve kaleye çekilmek üzere bir Fransız bayrağı ile istasyona indi. Mardinliler sırtlara ve tepelere bolca çadır kurarak bu çadırlarda asker olduğu şâyiasını yaydılar. Ellerindeki silâh ve atlarla çeteler kurdular. İstasyonda silâhlı, eli kazma, kürek, satırlarla dolu halk Norman’ı karşıladı. Norman, Mardin’in teslim olmasını istedi. Mardin’in Avrupa şehri gibi onarılıp mahallî hükümet kurulacağını söyledi. Mardin ileri gelenleri; “1071’den bu yana Türk ve 640’tan bu yana Müslüman olan Mardin Müslüman ve Türk kalacaktır, asırlardır Türk toprağı olan Mardin Suriye’ye de bağlanamaz, zor kullanırsanız savaşa hazırız.” dediler. Mardin şehir halkı, Norman’ın yanındaki subayın elindeki Fransız bayrağını alıp parçaladılar. Mardin ileri gelenleri, Norman ve iki Fransız subayına bir ziyafet verip bu yemekte kendilerine; “Mardinliler tek bir vücut gibi birlik içindedir. Tek bir Mardinli kalmayıncaya kadar ölmeye yemin ettik” dendi. Norman korktu ve trenle Mardin’den ayrıldı ve Diyrabakır’a da gitmekten korktu. Mardinlilerin bu kahramanca hareketi, hem Mardin’i hem de Diyarbakır’ı Fransız işgalinden kurtardı. Cumhûriyet devrinde Mardin, 1923’te il merkezi olmuştur.
Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/mardin/tarihce.html
• Dargeçit
• Derik
• Kızıltepe
• Mazıdağı
• Merkez
• Midyat(Estel)
• Nusaybin
• Ömerli
• Savur
• Yeşilli
Mardin ilinin ekonomisi geniş ölçüde tarıma dayanır. Fakat tarım yeteri kadar gelişmemiştir. Faal nüfûsun % 80’ine yakını tarım sektöründe çalışır. Sanâyi geri kalmıştır.
Tarım: Modern tarım araçları ve usûllerinin kullanılmasına yeni başlanmıştır. Başlıca tarım ürünleri buğday, arpa, pirinç, nohut ve pamuktur. Dicle Nehri kıyısında sebzecilik yapılır. Turfanda sebzecilik de gelişmiştir. En çok domates, patlıcan, hıyar, kavun-karpuz ekilir. Meyve üretiminde üzüm başta gelir. Ceviz, nar, antepfıstığı da yetişir. Mardin’e üzüm diyarı diyenler vardır. 150 bin tonu geçen üzüm istihsali ile Türkiye’de dördüncü sıradadır. Karpuz da onuncu sırada yer alır.
Hayvancılık: Hayvancılığın il ekonomisinde önemli yeri vardır. Tarım üretiminin üçte biri hayvancılıktan sağlanır. Yerli göçerler, hayvanlarıyle yaylayla ova arasında göç ederler. Devamlı yerleşim merkezi olmayan göçebe aşiretler vardır.
Ormancılık: Mardin orman bakımından fakir sayılır. 200 bin hektarlık orman ve fundalık alanı vardır. Ormanların hepsi bozuk baltalık orman sınıfına dahildir.
Mâdenleri: Mardin ili mâden bakımından da fakir sayılır. İlde sâdece linyit ve fosfat işletilir. Güneydoğu Anadolu Fosfatları İşletmesinin merkezi Mazıdağı’dır. Senede 250 bin ton cevher üretilir. Linyit üretimi çok azdır.
Sanâyi: Mardin sanâyi bakımından az gelişmiş bir ildir. Sanâyi kuruluşları 15 civarında olup, bunlar devlet desteği ile 1968’den sonra kurulan sanâyi tesisleridir. Başlıca sanâyi kuruluşları Güneydoğu Anadolu Fosfatları Mazıdağ İşletmesi, Mardin Yem Fabrikası, Çimento Fabrikası, Nusaybin Pamuk İpliği ve Dokuma Sanâyii, Et Kombinası, Kızıltepe İplik Fabrikası, Çırçır ve Prese Fabrikası ile un fabrikalarıdır.
Ulaşım: Karayolları: Mardin karayolları ağının kavşak noktalarından biridir. E-24 karayolu ile Urfa ve Gaziantep üzerinden Adana’ya; 69 numaralı yol ile Diyarbakır ve Elazığ üzerinden İç Anadolu ve Kuzeydoğu Anadolu’ya; E-24 karayolu ile doğuya uzanarak Nusaybin, Cizre ve Silopi’den sonra Irak topraklarına geçer. Devlet yollarının uzunluğu 952 km, il yolları 370 km’dir. Demiryolu: Bağdat-Berlin demiryolu Mardin ilinden geçer. Ana yoldan ayrılan 30 km’lik bir hatla Mardin bu hatta bağlanır. Havaalanı yoktur. Diyarbakır Hava alanından faydalanılır.
Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/mardin/ekonomi.html
Eski zamanların ihtişamını yaşatan Mardin’de evlerin şato gibi yüksek duvarlarının arasında akan sokakların sahibi çocuklara kulak verin, size bir doğu masalı fısıldasınlar…
Taş ustalarının, göz kamaştırıcı bir zarafetle ilmek ilmek bezediği asırlık Mardin konaklarıyla süslü daracık sokakların baş aktörü çocuklar… Her köşe başında, merakla izleyen, duyan, konuşan onlarca çift siyah göz… Sadece Mardin’in değil, insanlık tarihinin en eski uygarlıklarını koynunda büyütmüş, kültürler kavşağı Mezopotamya’nın gözleri onlar. Sayısız medeniyete tanıklık etmiş taş sokaklarda rastladıkları her yabancıyı ‘hello’ sesleriyle karşılayan coşkulu bir koro… Kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin, oyun alanı belledikleri Mardin sokaklarında gördükleri her yabancıya bildikleri ingilizce kelimeleri sıralayıp çocukluğun masumiyetini gizleyemeyen yüzler… Onlara şeker dağıtmak, başlarına dokunmak ya da yanaklarını okşamakla yetinmeyin, oyunlarına da katılın. Kulak verin onlara, size Mardin’in sırlarını anlatsınlar…
Çok Kültürlü Miras
Faysal, Gabriel ve Bejan… Türk, Kürt, Arap ve Süryani kardeşliğini asırlar boyu yaşatan Mardin’in kaderi gibi bir arkadaşlık onlarınki… Mardin’in genelinde görüldüğü üzere onların ailelerinde de üç dil birden konuşanların sayısı fazla. Okulda geliştirdikleri Türkçe’nin yanı sıra, kimisi annesinden ötürü Kürtçe’yi, kimisi ise babasından dolayı Arapça’yı biliyor az da olsa… Kolay mı? Kadim uygarlıkların torunları onlar. Mardin’de çocuklarla arkadaşlık yaptıkça anlıyoruz ki, Mardin’de olmak çok dinli, çok kültürlü, çok dilli bir şehirde soluk alıp vermek demek. Sohbetin bir yerinde, prenseslere layık ışıltılı bir gerdanlığa benzetilen Mardin gecelerinin en renkli eğlencesinin yaşlı hikaye anlatıcıları olduğundan bahsediyorlar. Hani şu, her akşam başka bir evde çocukları çevresine toplayıp, saatlerce hiç yorulmadan eski zaman hikayeleri anlatan halk ozanlarından. Taşların dilini öğrenme hevesiyle çocukların peşine takılıp, dev bir labirenti andıran Mardin sokaklarına dalmak gerek yeniden. Kentin homojen yapısına aykırı olan tek şey, ana caddeden aşağı ve yukarı doğru tırmandığınızda, karşınıza çıkan daracık nemli sokaklar. Rüzgârlı terasların altından geçerek sokakları birbirine bağlayan ve ‘abbara’ denilen kestirme tünellerde güvendesiniz artık. Taş merdivenlerde seke seke inip çıkarken çocuksunuz. Bir evin terasına konuk olduğunuzda alabildiğine ferah ve enginsiniz. Tıpkı Mardin’in çocukları gibi…
Dinler Kavşağı
Mardin, Diyarbakır Havzası’nın hemen kıyısında dev bir yüzük taşını andıran kalenin etrafında, usta bir el tarafından yapılmış göz alıcı bir süsleme gibi duruyor. Yine her fotoğraf karesinde bir çocuk yüzü. Taş konakların işlemeli pencerelerinden Mardin Ovası’nın sonsuzluğunu izleyen; medrese, dergâh, kilise önlerinde mendil, toka, nazarlık, kolye satan, gümüş işleme atölyelerinin önünde ustalarını bekleyen çocuklar…
Gündüzleri, bazılarının en büyük eğlencesi turist gezdirmek. Bir saniye peşinizi bırakmadan etrafınızda dönüp duran amatör rehberler onlar. Yanınızda rehber kitaplar olsa bile bir – iki lira verecek olursanız onlara, gün boyu anlatırlar size Mardin’i hiç sıkılmadan. Siz kulak verin yeter ki… Hemen başlarlar anlatmaya kenti: Şurası Kırklar Kilisesi, burası Deyrulzafaran Manastırı, tam karşıdaki Kasımiye Medresesi, bu gördüğünüz de Ulu Cami… Bir tarafta Revaklı Çarşı, ötesinde Bakırcılar Çarşısı. Bu da Mardin Kalesi… işte bütün Mardin evlerinin ve teraslarının, az çok aynı açıyla yüzünü döndüğü manzara; Yukarı Mezopotamya Ovası’nın baş döndürücü bozluğu… Ovanın kıpırtısızlığına karşı, binlerce düşüncenin uğultusuyla ağırlaşmış bir başı andıran kadim kent. Bu boz denize dalıp gitmek isteyenler için en ideal mekân ise, kalenin eteklerindeki Zinciriye Medresesi’nin kubbeli çatısı. Kente yeni gelenler, sokakların labirentine kendilerini bırakmadan önce, burada soluklanmalı mutlaka.
Doğu’nun Bereketi
Yorulmak bilmez ‘küçük dostlarımız’ın peşinde koştururken, ana yolun güneyinde genişçe bir alana yayılan çarşı bölgesine düşüyor yolumuz. Burada, sadece birbirinden güzel kadifelere değil, her çeşit işlemeli ve işlemesiz kumaşa, Ortadoğu’dan getirilmiş şallara ve başörtülerine, Hint işi batiklere, Suriye’den gelen siyah ve kırmızı puşilere, kısacası her zevke göre bir şeylere rastlamak zor değil. Çocukların dev bir panayır alanına bakar gibi meraklı gözlerle incelediği çarşı bölgesi, Mardin’in bir zamanlar sahip olduğu ticari canlılığın izlerini taşıyor hâlâ. Değişik zanaat gruplarına göre ayrılan sokaklarda gezinirken, her yerde kadife gibi yumuşak, ama derin ve vurgulu bir lehçenin konuşulduğunu duyacaksınız. Burada, eski bir Ortadoğu veya Kuzey Afrika kentinde sanabilirsiniz kendinizi. Kentin ana caddesi de bugün, geleneksel ve modern dükkânların bir arada bulunduğu bir çeşit çarşıya dönüşmüş durumda. Çocukların düş dünyasına ayak uydurup, ana yol üzerinde fazlasıyla dikkat çeken stüdyoların vitrinlerindeki Mardin hatırası fotoğraflarına yöneliyoruz. Çoğunluğunu, gece çekilmiş ışıklar içindeki kent fotoğraflarının süslediği stüdyo vitrinleri, Mardin fotoğrafları sergisi keyfi yaşatıyor insana. Tok bir çekicin ritmik melodisinin izinden giderek bir köşebaşını döndüğümüz anda, Bakırcılar Çarşısı’nda buluyoruz kendimizi bu kez. Bakırın, ustaların elinde bakraçlara, tepsilere, cezvelere dönüşmesine; ince ince desenlerle bezenmesine tanık oluyoruz çocuk gözlerle… Gün boyu aynı gri havayı soluyarak ter döken kalaycılar da bakırcılarla yan yana. Ama tahta kepenkli bu geleneksel dükkânlar, zamana direnemeyip azalıyor birer birer…
Taşın Şiiri
Yeni Şehir’in, kentin eteklerini çekiştiren huysuz çocukları andıran çok katlı betonarme binalarına inat, geçmişin tüm inceliğini korumayı sürdürüyor geleneksel Mardin evleri. Ortaçağ zarafatini günümüze taşıyan Mardin, taş evlerinin siluetini Süryanilere, taş işçiliğini ise Ermeni ustalara borçlu. Cercis Murat Konağı, Erdoba Evleri ile günümüzde Gazipaşa ilköğretim Okulu olarak kullanılan Cebburilerin Evi’ni ziyaret ettiyseniz eğer, Munganlar, Ensariler ve Tatlıdedeler gibi Mardin’in köklü ailelerine ait zarif konaklara düşürün yolunuzu mutlaka. Hatta çalın kapısını ve konuk olun bir Mardin evine. işlemeli ağır mobilyalar, camlı gömme dolaplar, avizeler, mangallar ve dev aynalarla süslü Mardin evlerinde bir Halil İbrahim Sofrası kurarlarsa da size, şaşırmayın sakın. Kapalı bir tür lahmacun olan sembusek, haşlanmış içli köfte, kaburga dolması, cevizli sucuk, sumak şerbeti, zerde ve yemek sonrası ‘mırrası’nı eksik etmeyen Mardinlilerin sofrası, Doğu’nun mistik tatlarının bir resmi geçidi sanki. Unutulmaz bir ziyafetten sonra yapılacak en iyi şey yine küçük dostlarımızın peşine takılmak…
Çarşı, Mırra, Güvercin
Her adımda başka bir sokağa doğru kıvrılan daracık nemli sokak aralarından, iç içe geçmiş çarşılardan geçerek; kapıları, tokmakları ve oymalı pencereleriyle kentin ilmek ilmek dokunup taşın şiirine dönüşmüş tarihi dokusuyla tanışıyoruz köşe başlarında. Ta ki, kısa bir sağanak bu oyuna ara verene dek. Kagir bir konağın saçak altında yağmurun dinmesini beklerken, kılavuzumuz Faysal, ellerimizden tutup eski bir kapıdan içeri sürüklüyor bizi. Marangozlar Çarşısı’ndaki atölyelerin arasında, giriş kapısı zar zor fark edilen bir esnaf kahvesi burası. Genellikle yaşlıların müdavimi olduğu kahvenin duvarlarında, Meryem Ana tasvirleri ve Arapça ayetler bir arada. Sabah saatlerinde taş duvarları safran sarısı bir ışıkla yıkanan mekânın içinde, tahta masa ve sandalyelerde oturan müdavimler, hoşkin oynayıp tatlı sohbetlere dalıyor bütün gün. Derken, ‘güm güm’ adı verilen geleneksel cezvelerden minicik fincanlara doluyor yörenin geleneksel acı kahvesi olan ‘mırra’larımız… Teraslarda uçurulan paçalı Mardin güvercinlerine dalıyor gözlerimiz bir ara. Hızla yere dalan, daha sonra da taklalar atarak yeniden minare boyu yükselen barışın simgesi güvercinler, masmavi göğe karışırken, güneş uçsuz bucaksız Mardin Ovası’nı mora boyuyor ağır ağır…
Kaynak: http://www.mardinliyim.com/kultur-sanat.html