Rize

RİZE HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER
Karadeniz’in en eski merkezlerinden biridir. Rize’nin 2014 verilerine göre 329.779’tur. Doğu Karadeniz bölümünde en büyük üçüncü şehir Rize’dir. Rize tarihi kaleleri, köprüleri ve yaylalarıyla gezilmesi gereken doğal zenginliğe sahip şehrimizdir. Rize, ülkemizin Doğu Karadeniz bölgesinde bulunmaktadır. Türkiye’nin çay ihtiyacını karşılayan tek şehir olma özelliğiyle ön plana çıkmaktadır. Buna bağlı olarak Rize’nin en önemli geçim kaynağı çay yetiştiriciliğidir. Çay, Rize’de emektir, sabırla beklemektir.

Rize’ye gitmek için ulaşım alternatifleri oldukça rahattır. Karayolu ile gitmek isteyenler için de Türkiye’nin her yerinden karayolu bağlantısı mevcuttur. Arabanızla rahatlıkla gidebileceğiniz gibi, birçok otobüs firmasının otobüs seferleriyle de Rize’ye gidebilmeniz mümkün. Rize demiryolu ve havayolu seçeneğine sahip değildir. Ancak Trabzon’a havayolu ulaşımı ile geldikten sonra buradan Rize’ye geçmek için otobüse binebilirsiniz. Rize’ye yaz mevsiminde gidecekseniz İstanbul–Samsun–Trabzon uzantılı feribota binerek Rize’ye geçebilirsiniz.

Rize’ye ulaşım karayolu  ulaşımı bazı mesafeler  şöyle

  • İstanbul/Rize: 1158 km
  • Ankara/Rize: 840 Km.
  • Trabzon/Rize: 70 Km.
  • Antalya/Rize:1312 Km.

Alternatif turizmin, özellikle de yayla turizminin ülkemizdeki ilk adreslerinden olan Rize’de yeşilin hiç görmediğiniz tonlarını görecek, eşsiz doğaya hayran kalacaksınız.

Rize, Karadeniz’in en önemli ve gelişmiş turizm bölgelerinden biri. Özellikle bahar ve yaz aylarında ülkemizin her yerinden onbinlerce kişinin ziyaret ettiği Rize’de eşi bulunmaz güzellikler yer alıyor. Siz de bu güzellikleri keşfetmeye karar verdiyeniz Rize gezilecek yerler listemizie bakmayı unutmayın.

Köprüler: Rize’de muhteşem doğa içinde, dereler üzerinde yapılmış onlarca köprü var. Çoğu taştan yapılmış olan bu köprülerin pek çoğu en az 100 yaşında. Fırtına Deresi üzerinde yer alan Kemer Köprüler bu köprülerin en ünlüleri. Mikron Köprüsü, Şenyuva Köprüsü, Köprüköy Köprüsü, Çağlayan Köprüsü, Güneyce Köprüsü de görebileceğiniz köprüler arasında.

Kaleler: Rize’de tarihi yapılar da doğanın kalbinde yer alıyor. Muhteşem vadiler arasında bulunan Rize kalaleri de bu tarihi yapılar arasında. Rize Kalesi, Ciha Kalesi, Zil Kalesi, Bozuk Kale ve Yukarı Kale Rize geziniz sırasında görmenizi tavsiye ettiğimiz tarih duraklarından.

Camiler: Şimşirli Köyü Camii İslampaşa Camii, Büyük Gülbahar Sultan Camii, Küçük Gülbahar Hatun Camii Rize’de gezebileceğiniz tarihi camiler arasında ilk sıralarda bulunuyor.

Yaylalar: Rize denince akla ilk gelen görüntüler elbette yemyeşil doğası ve eşsiz güzellikleri ile yaylalar. Rize’de yayla turizmi de oldukça gelişmiş; burada onlarca yayla var. Dünyaca ünlü Ayder Yaylası Rize’de ilk görülen yerlerden biri. Ayder’in yanı sıraÇağrankaya Yaylası, Ovit Yaylası, Hazindak Yaylası, Gito Yaylası, Polakcur Yaylası, Çeymakçur Yaylası, Avusor Yaylası, Kavrun Yaylası, Samistal Yaylası, Kale Yaylası, Sal Yaylası, Pokut Yaylası, Palovit Yaylası, Elevit Yaylası, Anzer Yaylası Rize’de gezebileceğiniz yaylalardan.

Rize Evleri: Rize yaylalarına çıktığınızda onlarcasına rastlayaksınız Rize Evleri’ne. Hemşin Evleri olarak da bilinen tarihi Rize Evleri konak türünde yapılmış taş ve ahşap evlerdir. Hemşin Evleri’nin en güzel örnekleri Ayder Yaylası’nda bulunuyor.

Kaçkar Dağı Milli Parkı: Rize’nin dünyaca ünlü bir diğer doğal güzelliği de Kaçkar Dağları Milli Parkı. Dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmayan bitki ve hayvan türlerine ev sahipliği yapan Kaçkar Dağları Milli Parkı, Ayder Yaylası sınırları içinde bulunuyor.

Müzeler: Eğer Rize’nin tarihine daha yakından tanık olmak isterseniz şehirdeki müzleri de gezebilirsiniz. Rize Müzesi ve Rize Atatürk Müzesi (Mataracı Mehmet Efendi Evi) görebileceğiniz Rize müzelerinden.

Rize Gezilecek Yerler – Tarihi Yerler

Gelintülü Şelalesi

Gelintülü Şelalesi
Gelintülü Şelalesi

Ayder Yaylası’nın rengarenk doğası arasında akar Gelintülü Şelalesi. Özellikle ilkbahar ve yaz aylarında seyrine doyum olmaz.

Kaçkar Dağları’nın eteklerinden Kavrun Deresi’ne sularını bırakan Gelintülü Şelalesi, tabiatın insana sunduğu en benzersiz oluşumlardan biri. Şelalenin suyu akarken gelin duvağına benzediği için Gelintülü Şelalesi olarak anılmasını sağlamıştır.

Şelale aynı zamanda Türkiye’nin en uzun şelalelerinden biridir. Gören herkeste hayranlık uyandıran bir güzelliğe sahip olan Gelintülü Şelalesi, il merkezine yaklaşık 90 kilometrelik bir mesafede yer alıyor. Ayder Yaylası sınırları içerisinde olması da kolay bir ulaşım sağlıyor şelaleye.

Eğer Ayder Yaylası’na yolunuz düşer veya keyifli bir tatil yapmayı planlarsanız gezi listenize Gelintülü Şelalesi’ni kesinlikle dahil etmelisiniz.

 

Rize Müzesi

Rize Müzesi
Rize Müzesi

Rize Müzesi, şehrin hem tarihi hakkında hem de yörenin kültürü ve geleneği hakkında geniş çaplı bilgi vermektedir. İlçe merkezinde bulunur.

Rize gezilerinde ilk görülmesi gereken yerlerden biri olan Rize Müzesi, şehir merkezinde bulunan ve “’Sarı Ev”’ diye adlandırılan bir binada bulunmakta. Müzenin bulunduğu ev, 1984 yılında Atatürk Evi olarak hizmet vermekteydi. Sonraki yıllarda ise Kültür Bakanlığı’nca alınıp, restorasyon çalışmalarının ardından 1998 yılında müze olarak hizmet vermiştir.

Rize Müzesi’nin 70’den fazla arkeolojik eseri, 600’e yakın sikkesi, 1000’i aşkın etnografik eseri bulunmakta. Zengin bir koleksiyona sahip olan Rize Müzesi’nde el yazmaları görmek de mümkün.

 

Anzer Yaylası

Anzer Yaylası
Anzer Yaylası

Rize’nin İkizdere ilçesine 35 kilometrelik bir mesafede yer alan Anzer Yaylası, endemik çiçek türlerinin güzelleştirdiği doğasıyla bulunduğu coğrafyanın en önemli parçalarından biri.

Anzer Yaylası’nın alanı geniş olup, Aşağı Anzer (Çiçekliköy) ve Yukarı Anzer (Ballıköy)’ sınırlarını oluşturur. Ünlü Anzer balının üretildiği alandır aynı zamanda. Bu sebepten dolayı yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı durumunda…

Anzer Yaylası hem doğasıyla hem de ünlü Anzer balına ev sahipliği yapması sebebiyle 1991 yılında turizm bölgesi olarak ilan edildi.

Fauna ve flora bakımından zengin bir bölge olan Anzer Yaylası’nda yamaç paraşütü, zirve tırmanışları ve treeking sporları için elverişlidir. Yani sadece doğada zaman geçirmek isteyenlere değil, aynı zamanda adrenalin dolu sporlara ilgi duyanlara da hitap eden Anzer Yaylası, Rize tatillerine mutlaka dahil edilmesi gereken bir nokta.

 

Büyük Gülbahar Sultan Camii

Büyük Gülbahar Sultan Camii
Büyük Gülbahar Sultan Camii

Rize Merkez’de yer alan ve aynı ismi taşıdığı mahallenin sınırları içerisinde olan Büyük Gülbahar Sultan Camii, şehrin eski ibadet mekanlarından biri de olsa sürekli onarıldığı için çok yeni ve sağlam durur. Bunun sebebi caminin birçok kez yıkılıp tekrar inşa edilmesidir.

Büyük Gülbahar Sultan Camii’nin hangi yıl yapıldığı bilinmemekte. Minareye son cemaat yerinden çıkılır ve minare batı kısımda yer alır. Caminin tamamı dikdörtgen planlıdır. Orijinal mimarisini kaybetmiş olan Büyük Gülbahar Sultan Camii, günümüzde ibadete açıktır.

 

Mikron Köprüsü

Mikron Köprüsü
Mikron Köprüsü

Fırtına Vadisi’nde bulunan tarihi köprüler arasındaki Mikron Köprüsü, Çamlıhemşin’deki Aşağışimşirli Köyü’ne oldukça yakındır.

19. yüzyılla tarihlendirilen köprü Osmanlı döneminde inşa edilmiştir ve bölgedeki diğer köprülerle hemen hemen aynı mimari özelliği taşımaktadır. Yapımı sırasında moloz ve kesme taş kullanılan Mikron Köprüsü’nün uzunluğu 30 metre olup, dere seviyesinden 12 metrelik bir yükseklikte bulunuyor.

Köprü her ne kadar sağlamlığıyla günümüze kadar gelebilmiştir ve 1999 yılında Karayolları tarafından yapılan onarımı günümüzdeki son halidir.

Şenyuva Köprüsü

Şenyuva Köprüsü
Şenyuva Köprüsü

Rize-Çamlıhemşin’in tarihi eserlerinden biri olan ve kullanılmaya devam eden Şenyuva Köprüsü, bulunduğu bölgenin en eski köprüsüdür.

Eski adı Çinçiva olan köprü tek kemerli bir yapıya sahiptir.Fırtına Deresi üzerinde bulunur ve doğu-batı doğrultusunda uzanır. Yöre halkına göre köprünün kitabesi 1946 yılında bir selde kaybolmuştur. Kitabede yazan tarihin ise 1699 olduğu bilgisi yine yöre halkı tarafından söylenmekte. Dere seviyesinden 15-20 metre yükseklikte bulunan köprünün toplam uzunluğu 40 metre.

Çamlıhemşin’in yeşil doğası arasına gizlenmiş olan bu eski tarihi yapı, Karadeniz turunuzun en güzel noktalarından biri olabilir.

 

Şimşirli Köyü Camii

Şimşirli Köyü Camii
Şimşirli Köyü Camii

Rize-İkizdere’de bulunan Şimşirli Köyü Camii, bölgenin tarihi ibadet mekanlarından biridir.

Şimşirli Köyü Camii’nin ilk yapım çalışmaları 1853 yılında başlamıştır. 1857 yılında ise Ahmet Usta tarafından inşa edilmiştir. Caminin inşaatı sırasında ahşap yığma tekniği kullanılmıştır. Mimarisi kare planlı olup, eğimli bir arazide bulunmaktadır. Engebeli bir noktada bulunması yüksek taş duvar kalıplarının kullanılmasını sağlamıştır.

Şimşirli Köyü Camii’nin yakınında bir de medrese bulunuyor. Medrese de camiyle aynı yıl inşa edilmiştir.

 

Rize Kalesi

Rize Kalesi
Rize Kalesi

Rize Kalesi, il merkezinde bulunduğu için kolay bir ulaşım yoluna sahiptir. Kale, iç kale ve aşağı kale olarak ikiye ayrılsa da aşağı kale günümüzde hemen hemen yok olmuştur.

İç kale bir dönem Cenevizliler tarafından kullanılmıştır. Bir zaman harap olmuş ve sonrasında Bizans İmparatoru Jüstinyen döneminde yenilenmiştir. GünümüzdeKaradeniz’in bu güzel şehrine gelen turistlerin ziyaret ettiği noktalardan biridir. Kale hem görkemli yapısıyla hem de Rize şehir merkezinde bulunması sebebiyle yoğun bir ilgi görmektedir.

 

İslampaşa Camii

İslampaşa Camii
İslampaşa Camii

Karadeniz’in havasını, suyunu ve doğasını yansıtan şehirler arasındaki Rize’nin tarihi değerlerinden biri olan İslampaşa Camii’nden bahsedeceğiz.

İslampaşa Camii, il merkezinde bulunduğu için kolay bir ulaşım yoluna sahiptir. Aynı ismi taşıdığı İslampaşa Mahallesi’nde yer alır.

1571 yılında inşa edilmiş olan cami, Kurşunlu Camii olarak da adlandırılmaktadır. Banisi İskender Cafer Paşa’dır.

İslampaşa Camii’nin yapımında moloz taş kullanılmış olup, mimarisi dikdörtgen planlıdır ve Rize’nin en kolay ulaşılabilen tarihi ve dini mekanlarından biridir.

 

Ciha Kalesi

Ciha Kalesi pazar
Ciha Kalesi

Rize, her köşesinde kendi tarihini ve doğasını yansıtan şehirlerimizden biridir. Kendiniz sadece yeşilin hakim olduğu bir dünyada hissedeceğiniz bu benzersiz şehrin, bilinen yerleri kadar bilinmeyen noktaları da vardır.

Sizlere bu sayfamızda turistler tarafından keşfedilmeyi bekleyen Ciha Kalesi’nden bahsedeceğiz. Kale, Pazar ilçesi sınırlarında olup, Cenevizliler tarafından inşa edildiği bilinmektedir. Ciha Kalesi’nin çevresi ağaçlarla çevrilidir. Hakkında pek bilgi bulunmayan kalenin turizme kazandırılması için çalışmalar yapılmaktadır. Ciha Kalesi’ni Rize gezinize dahil edip ilk keşedenlerden biri siz olabilirsiniz.

Çağrankaya Yaylası

Çağrankaya Yaylası
Çağrankaya Yaylası

Karadeniz’in cennet şehirlerinden biri olan Rize, yıl içerisinde birçok yerli ve yabancı turistin gezip gördüğü yerler arasındadır.

Rize-İkizdere’de bulunan Çağrankaya Yaylası, doğal güzelliğiyle dikkatleri üzerine çekmektedir. Çağrankaya Yaylası’nın yerleşimi yazlıktır. Kış aylarında fazla kar yağışı görüldüğü için kullanılmıyor. Yaylaya, Küçükçayır,Çayeli, Güneysu ve İkizdere’den ulaşmak mümkündür. Özellikle Çağrankaya Yaylası’na sis çöktüğünde muhteşem bir manzara sunuyor. Rize’yi keşfetmek için plan yapıyorsanız Çağrankaya Yaylası’nı mutlaka ziyaret etmelisiniz. Sizleri uzaktan kendine davet eden Çağrankaya Yaylası, hem gözlerinize hitap edecek hem de ruhunuza… Rize gezinizde; Hazindak Yaylası’nı, Gito Yaylası’nı ve Fırtına Deresi’ni de ziyaret edebilirsiniz.

 

Ovit Yaylası

Ovit Yaylası
Ovit Yaylası

İçerisinde 40-50 ev bulunan Ovit Yaylası, turizm açısından oldukça önemli noktalardan biridir. Yıl içerisinde birçok yerli ve yabancı turistleri ağırlar ve her yıl yaptığı şenliklerle hem halkı eğlendirir hem de özel konuklarını misafir eder.

Düzenlenen şenlikleri ünlü sanatçılar renklendirir. Karadeniz’in en güzel yaylalarından birini oluşturan Ovit Yaylası; Gito Yaylası ve Hazindak Yaylası gibi güzelliğinden bir şey kaybetmemiştir. Rize-İkizdere’ye bağlıdır Ovit. Karadeniz’in en görülesi yerler arasındadır. Rize gezinizde kesinlikle Ovit’e gelip keşifler yapmalısınız ve bol bol fotoğraf çekerek her anı ölümsüzleştirmelisiniz. Ovit Yaylası şenlikleri her yıl yapılmaktadır ve gezinizi o günlerde yaparsanız yüksek rakımlı bu bölgenin eğlenceyle doruklara çıktığına şahit olma fırsatını da yakalayabilirsiniz.

 

Hazindak Yaylası

Hazindak Yaylası
Hazindak Yaylası

İçinde sadece 20-30 ev bulunur Hazindak Yaylası’nınRize-Çamlıhemşin’de bulunur ve ulaşımda zorluk yaşamazsınız.

Ayder Yaylası üzerinden gideceğiniz bu bölge, Şenyuva Köyü’nden Pokut Yaylası’na varıp oradan Amlekit ‘ten 1-2 saat sürecek olan patika yoldan yürüyerek ulaşabilirsiniz.

Adını Hazin Dağı’ndan almıştır bu yayla. En güzel fotoğrafları çekeceğiniz, yeni güzellikler keşfedeceğiniz yerlerden sadece biridir. Doğallığını yitirmemiş olan Hazindak Yaylası, keşif yapmayı sevenlerin ve doğanın içinde kaybolmak isteyenlerin tercih ettiği noktalar arasında… Rize geziniz sırasında Hazindak Yaylası’nı gezip görmek unutamayacağınız anlar yaşamanızı sağlayacak. Tabii Çağrankaya Yaylası’nın, Gito Yaylası’nın ve Ovit Yaylası’nın büyüleyici manzaralarını da gezinize dahil edebilirsiniz.

 

Palovit Şelalesi

Palovit Şelalesi
Palovit Şelalesi

Türkiye’nin, her şehrine serpiştirdiği doğal güzelliklerinden biri de Palovit Şelalesi’dir. Rize-Çamlıhemşin’de bulunan Palovit Şelalesi, bölgenin en yüksek debili şelalesi özelliği taşıyor.

Yeşil renkler arasında beyaz ve ince bir örtü gibi serilir kendi yatağına. Karadeniz’in benzersiz doğasının önemli parçalarından olan Palovit Şelalesi’ne ulaşım oldukça kolaydır. Çat yönünden Zil Kalesi’ni geçtikten sonra yol ayrımından girerek ulaşabilirsiniz. Yol ayrımında yürüyerek gitmeyi tercih etmelisiniz; çünkü yol araçlar için uygun değildir. Yürüyerek şelaleye doğru gidebilir ve bu yolun sunduğu manzaraları da doyasıya seyredebilirsiniz. Palovit Şelalesinde serinlemeyi de unutmayın. Bölgedeki Palovit Yaylası, Gito Yaylası ve Hazindak Yaylası gezi listenize dahil olabilir.

 

Gito Yaylası

Gito Yaylası
Gito Yaylası

Rize, ziyaretçilerine tüm yeşilliklerini, yaylalarını ve oksijeni bol havasını sunar her yıl. Karadeniz’in en vazgeçilmez şehirlerinden olan Rize gezinizde görmeniz gereken çok yayla olacak. Polakcur Yaylası, Çeymakçur Yaylası, Ovit Yaylası, Çağrankaya Yaylası, Hazindak Yaylası, Avusor Yaylası…

Fakat yaylalarının çoğu bilinmez. Tıpkı Gito Yaylası gibi… Gito Yaylası, turizme yeni kazandırılmış noktalardan biridir. Çok az insanın bildiği bu yayla her adımda en can alıcı manzaralarını sunacak sizlere. Bulutların evidir adeta; buradaki sisler öyle yoğun olur ki gökyüzünden yeryüzüne bulutlar indi zannedersiniz. Ayaklarınızın altında beyaz bir örtü olan Gito Yaylası, bu manzarasıyla yeşili de maviyi de bir başka gösterir.

Rize-Çamlıhemşin gezinizde Gito Yaylası’nı ilk keşfedenlerden biri de siz olabilirsiniz. Muhteşem bir doğanın şehre hakimiyetini görmek, sizi fantastik bir dünyaya taşıyacak.

Fırtına Deresi

Fırtına Deresi
Fırtına Deresi

Adrenalin ve doğa tutkunlarının ilk tercih ettiği yerler arasındadır Fırtına Deresi. Ardeşen’e yaklaşık olarak 2 kilometre uzaklıktan sonra Karadeniz’e büyük bir coşkuyla dökülen Fırtına Deresi, 57 kilometre uzunluğundadır.

Yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olan ve özellikle su sporuyla ilgilenenlerin mutlaka rotasına eklediği bir bölgedir ve raftinge en uygun parkurlara sahiptir. Yıl boyunca su sporları için uygun olması başka bir güzelliğidir Fırtına Deresi’nin. Yalnız çok yağışlı günlerde tercih edilmemesi gerekir. Bu arada Çamlıhemşin’in yaklaşık bir kilometre sonrasında parkura başlayabilirsiniz ve Fırtına Deresi Karadeniz’e dökülmeden önce parkuru bitirmeniz gerekiyor. Rize’nin yeşil doğasında ve bitmek bilmeyen tertemiz havasında yapacağınız raftingin ardından şehrin içinde bulunan; Zil Kalesi, Polakcur Yaylası, Çeymakçur Yaylası sizlerin keşiflerini bekliyor olacak.

 

Hemşin Evleri

Hemşin Evleri
Hemşin Evleri

Genellikle konak türünden yapılan evler taş malzeme işlenerek yapılmış olup 3 katlı ve üst kısımlar ahşap işlemedir. Bazı konaklarda alt katlarda taş işlemeler kullanılmış olup, üst katlarda kimi konaklar dolma taş tekniğiyle ahşap arasına taş doldurmak suretiyle yapılmıştır.

Bazı evler ise ahır bölmesi taştan yapılarak üst katlar ahşap malzeme ile boğaz geçme tekniği tatbik edilmek suretiyle imal edilmiştir. Konakların mutfak bölümünde ateşin yakılabileceği yontma taşlarla işlenmiş kemer bağlantılar dumanın dışarıya atılmasını sağlayan baca teknikleri ev halkının oturması yemek yemesi için avlu, evin yiyecek ihtiyacının depolandığı maran adı verilen ambar, misafir ağırlamak için düzenlenmiş baş oda bu odalarda şömine banyo ve tuvalet bulunmaktadır.

Ahşap yapı tekniğinde uygulanan sistemlerde kapı ve menteşenin dışında hiç çivi kullanılmadan ahşap ev ustaları tarafından oyma sanatının en ince teknikleri, kapı, pencere ve köşe bağlantılarında titiz bir şekilde uygulandığı görülmektedir.

Hemşin evlerini meydana getiren ustalar yer seçiminden malzeme seçimine evin bitirilip teslimine kadar tüm sorumluluğu taşırlardı. Hemşin evlerinin korunması gereken bu evlerin günümüzde ve gelecekte çok önemli kültürel değerleri vardır.

 

Kemer Köprüler

Kemer Köprüler
Kemer Köprüler

Fırtına dersi boyunca Köprüköyünden itibaren muhtelif büyüklükte 10 adet Kemer Köprü bulunmakta, yapım tarihleri tam tespit edilmemekle beraber 150 senelik tarihi yansıttıkları bölgede meydana gelen fırtınalara meydan okurcasına ayakta kalmayı başarmışlardır. Yontmataş tekniğiyle yapılan bu köprülerin mimari yönden taş tekniğinde ayrı bir yeri vardır.

Şenyuva Köprüsü: Eski adıyla Cinciva Köprüsü, bölgenin yaygın taş köprülerinden biridir. Tek bir kemerle Fırtına Deresi geçilmiştir. Köyün yaşlıları H.1111/M.1699 tarihli bir kitabesinin 1946 yılındaki bir selde kaybolduğunu kaydederler. Eğer bu doğru ise, yapı bölgedeki en eski köprülerden birisidir.

Çamlıhemşindeki diğer eserler ise; Şenköy Camii 1900), Aşağı Çamlıca Köyü Camii ve Köprüköy Köprüsü(19.yy.)’dür.

 

Zil Kalesi

Zil Kalesi
Zil Kalesi

Rize ili Çamlıhemşin ilçe merkezinin 15 km güneyinde, Fırtına Deresi Vadisi’ne hâkim noktada, deniz seviyesinden 750 m yükseklikte, kıyıdan da 40 km içeridedir Dere yatağına hâkim bir kayanın tepesinde bulunan bu kale çevreyi kontrol amacıyla yaptırılmıştır Kalenin kimler tarafından yaptırıldığı bilinmemektedir.

Bölgenin tarihini araştıran Prof A. Bryer kale ile ilgili hiçbir bilgi edinememiş ve dağlar arasındaki geçitlere egemen olan bir derebeyi tarafından yaptırılmış olabileceği görüşündedir Prof Dr. Semavi Eyice’ye göre, yöredeki derebeyi hakimiyeti Osmanlı İmparatorluğu zamanında da sürdürülmüş, asi Tuzcuoğullarının, Trabzon Valisi Hazinedaroğulu Süleyman Ağa ve devlet kuvvetleri ile çarpışmasına kadar, 1840’lı yıllara kadar kullanıldığını ileri sürmüştür

Kale düzensiz bir kaya kütlesinin en yüksek kesiminde ve düzgün bir plana sahip olmayacak şekilde yerel moloz taştan yapılmıştır Kalede tarihlemeye yardımcı olacak herhangi bir bezemeye de rastlanmamıştır Kalenin kuzey yönündeki girişine batı yamacındaki bir yol ile ulaşılmaktadır Kale üzeri beşik tonozlu bir dehlizi olan kapının iç tarafında, tepenin kuzey kısmında kademeli teraslar halinde yapılmıştır Bu teraslar fazla yüksekliği olmayan duvarlarla birbirlerinden ayrılmıştır Tepenin güney ucunda birbirine bitişik iki mekân asıl kale bloğunu oluşturmaktadır Düzensiz planı olan bu bölümlerin kale muhafızlarının barınakları olduğu sanılmaktadır.

Duvarlardaki kiriş izlerinden bu mekânların ahşap döşemeli katları olduğu da anlaşılmaktadır Bu mekânın yanında muntazam dikdörtgen planlı, batı ve doğu yönüne uzanan daha küçük bir mekân vardır Bu mekânın kaleye ait bir şapel olduğu düşünülmüş ise de bunu doğrulayacak bir kanıta rastlanmamıştır Ayrıca bir şapelde bulunması gereken apsis ise burada yoktur Yalnızca kapı girişinin karşısında, batıda içerisi nişli bir girintili hücre bulunmaktadır

Kalenin güney ucu duvarla çevrili bir iç kale görünümündedir Bunun batısında dışarıya doğru taşan dikdörtgen burcun başkule olduğu sanılmaktadır Bu kulenin de düzgün bir planı yoktur Ancak bütün kaleye ve çevreye hâkim bir durumdadır Duvarları 1-5-2 m kalınlığındaki başkulenin zemin katından başka, ahşap döşemeli dört katı daha bulunmaktadır Kalenin aydınlatılmazı mazgal delikleri ile yapılmıştır Ayrıca kulenin üzeri teras şeklinde örtülmüştür

İç kaleden başka dış surlar ve orta surlar kaleyi çevrelemektedir Kale duvarları içerisinde dikine uzanan boru yuvalarının da günümüze gelemeyen sarnıçlara ait oldukları sanılmaktadır.

 

Palakçur Yaylası

Polakcur Yaylası
Polakcur Yaylası

Çalışma alanının kuzeydoğu köşesini oluşturan Palakçur yaylası 2100 m rakımda bir vadi yamacında kurulmuştur ve üç mahalleden oluşmaktadır. Ardeşen-Beyazkaya, Hala ve Civik köyleri tarafından kullanılmaktadır. Ayder’e 5.5 km, İlçeye ise 25.5 km uzaklıktadır. Milli park sınırının dışında kalmaktadır. Nüfus Temmuz sonlarından itibaren 85 kişiye kadar çıkmaktadır. Yaylaya çıkışlar 30 Mayıs itibarıyla başlamakta ve Ekim ayının üçüncü haftasında yayla tamamen boşalmış olmaktadır. Hepsi ahşap ancak alt bölümleri taş olan 23 sağlam, 14 yıkık (ocaklık) ev bulunmaktadır.

Elektrik olmayan yaylaya yol 15 yıl önce ulaşmıştır. Konutların içinde su bulunmamaktadır. Konutlarda piknik tüp ve odun yakılmakta ancak tezek de kullanılmaktadır.

Çeymakçur Yaylası

Çeymakçur Yaylası
Çeymakçur Yaylası

Çamlıhemşin’den Çeymakçur Yaylasına Ayder yolu üzeri gelinmektedir. Ayder Yaylası’ndan hemen sonunda olan Galer’in Düzü adı verilen geleneksel boğa güreşlerinin yapıldığı meydanın sonunda yol 2 ye ayrılır.

Bu kollardan sol kol üzeri devam edildiğinde yaylaya ulaşılır.Bu yaylaya daha çok Hala Köyü yerleke göstermektedir.Çeymakçurun hemen yanında bulunan Palakçur Yaylası bulunur.Hemen hemen aynı özelliklere sahiptirler.Günümüzde yaylada 3 ev açıktır.

 

Avusor Yaylası

Avusor Yaylası
Avusor Yaylası

Bölgede Lazlar’ın kullandığı bir yayladır. Ayder’den Kavrun’a giderken, ilk sola sapıldığında Avusor yay lası yoluna girilmiş olur. Avusor yaylasının aşağı bölümü ahşap evleriyle birlikte genellikle taş evlerden oluşmuştur. Yaklaşık 50 ev mevcuttur.

Yukarı yayla ise, çığ tehlikesinden dolayı genellikle bir insan boyundan kısadır. Özellikle soğuğa karşı tezekle örtülen bu evler, 50 civarındadır. Avusor yaylası, Kemerli Kaçkar dağının alt yerleşkesi olup, adını verdiği Avusor Gölü’yle de ünlüdür.

 

Kavrun Yaylası

Kavrun Yaylası
Kavrun Yaylası

Kavrun yaylası 2240 m yükseklikte bulunan Rize ilinin en büyük yaylasıdır. Kaçkar Dağının eteklerinde olması ve araba yolunun çıktığı en yakın yayla olmasından dolayı yayla turizminide de birinci sırada yeralmaktadır.

Rize ilimizde bulunan üç turizm merkezinden birisidir. 240 ev bulunan yaylamızda yaz sezonunda nüfus değişkenlik göstermektedir. Ağustos ayında 2500-5000 kişi arasında değişmektedir

Yaylamızda Ağustos ayının başlarında başlayan ve Eylül ayının ilk haftasın da sona eren şenliklerimiz yapılmaktadır. Yöresel bu şenliğimizin adı “VARTEVOR” olarak geçmektedir.Vartevor zamanı bir çok yerli ve yabancı turisti ağırlayan Yukarı Kavrun Yaylası diğer yaylalara da en yakın geçiş yoludur.

Kavrun Yaylası beşbin yıl önce buzullarla kaplı bir vadi olduğu jeoloklar tarafından söylenmektedir.Kaçkar Dağının eteklerinde bulunan büyük ve küçük buzulların Ayder Yaylası’na kadar inermiş.

 

Samistal Yaylası

Samistal Yaylası
Samistal Yaylası

Rakım 2450 m
Ulaşım: Buraya hem Ayder üzerinden, hem de Palovit yaylasından varabilirsiniz.
Eğer araba ile gidecekseniz Ayder güzergahını kullanmanız tavsiye edilir. Daha kısa zamanda ulaşırsınız. İkinci varış rotası ise;Palovit’e kadar araba ile gittikten sonra yaya olarak yaklaşık 2 saat yürüyerekte varmanız mümkün.Araba ve yaya.Araba ile Ayder’den.Yaya Palovit üzerindne aşılarak

Özellikler
Samistal yaylasının en büyük özelliklerinden biri evlerinin çok eski olması ve de evlerin yapımında kullanılan taşların sal şeklinde ve de büyük kütle halinde olmasıdır. Konaklama tesisi ve Lokanta yok. Bakkal ve kahvehane mevcut.

 

Kale Yaylası

Kale Yaylası
Kale Yaylası

Rize ili, Çamlıhemşin kazasının 40 km uzağında, rakımı 2800 lerde olan en son köyüdür. Fırtına deresinin doğduğu noktada yer alan kale köyü; Kaçkarların bir bölümünü oluşturan ,Tatos dağı eteklerinde kurulmuş tarihi bir köydür. Erzurum İspir ve Artvin Yusufeli ne geçit veren yapısıyla, geçmişte yük kervanlarının geçiş yaptığı, noktalardan biri olma özelliğine sahibti.

Kale-i bala olan ismi Cumhuriyet yıllarında Hisarcık olarak değiştirilmiş ve bu isimle yıllarca anıldıktan sonra, tekrar Kale köyü olarak ismi değiştirilerek bu gün kü ismini almıştır. Köyün yerleşkesi dağınık olup; birkaç mezra ve mahallelerden oluşmaktadır. Varoş ve Kala mezra olarak kullanılırken; Meyele, faikli, Çiçekli yayla, Orta sırt ve Baş çayır yayla olarak kullanılmaktadır. Yayla olarak kullanılan bu bölümlerde; Özellikle, Orta sırt ve Baş çayır da komşu köylerden gelenlerin yayla evleri mevcuttur. Köyün bu yaylasal özelliğinden ötürü karşılıklı kültür etkileşmeleri olduğundan hemşin kültürünün ağırlığı da köy üzerinde görülmektedir. Tarihi araştırmalarda ise Kale köyünün bir Hemşin kültürü ve dili taşımadığı saptanmıştır.

Köydeki evlerin yapısal özelliğini incelediğimizde; Kara taş duvarlar üzerini örten toprak damların olduğunu görürüz. Evler, tandır ve ocağın bulunduğu bir bölüm ve Maran denen ikinci bölümden oluşmaktadır. Maran; yatak ve kiler odası olarak kullanıldığı gibi, vartivordan sonra da ot ların yerleştirildiği alan olarak hizmet verirdi.

Bu kara taş ve toprak damlı evlerin yanı sıra; üst üste dizilmiş ‘keran’ların oluşturduğu evlere de rastlamak mümkündü. Keran: Uzunluğu 10-15 mt ve hatırı sayılır kalınlıkta olan düzgün ağaçlara denirdi. Günümüz de birer müze lik olan bu binalar, yerini piri ket taşlarının duvar olduğu ve damlarının saçla örtüldüğü evlere bırakmıştır. Türistik amaçlı gelenleri, hayrete düşüren binalardaki kapı ve pencere üstü taşların ve kocaman kalasların ilkel koşullarda nasıl bu duruma getirilebildiğidir. O nedenle olsa gerek bu eski evlerin fotoğrafları hemen her turist kafilesince tab edilmektedir.

Toprak damların yanında “harturma” ile örtülmüş damlarda görmek olasıdır. Harturma: Özel olarak seçilen çam kütüklerinin ustaca yarılmasından oluşmuş,ince oluklu tahtalara denirdi.

Önceleri köyde tarım ve hayvancılık yapılırdı. Tarımda tarlalara, Buğday arpa v.s ekilir biçilirken daha sonraları iklim değişikliklerinden olsa gerek bu tahıllar doğru düzgün yetişmez oldu ya da ekilmez oldu. Hayvancılıkta ise her evde 10-15 büyük baş hayvan ve bazı evlerde ise yüzlerle ifade edilen küçük baş hayvan barındırılıp beslenirdi. Bu gün sadece hobi olarak yapılan yaylacılık ekenomik getiri yönünden çok tali kalmıştır.

Dağın eteklerinde kurulu olan köyde bu gün kışları kimse yaşamamasına karşın, geçmişte Kale köyü; Kışları da şen bir köydü. Coğrafi yapısı ve ekonomik yapısı gereği, Köylüler, yaşamlarını daha iyi devam ettirebilecekleri çareleri arayıp, çareyi gurbetçilikte buldukları için köyden yoğun göçler olmuştur. İlk etapta sahilde arazi almak suretiyle; Pazarın değişik köy ve mahallelerinde toplanmaya başlamışlardır. buradan da büyük şehirlere göç ederek; Çeşitli iş ve mesleklerde çalışmaya başlamışlar ve ya, kendi işlerini kurmuşlardır.

Gurbetçilikle birlikte, büyük şehirlere açılan köylülerimizde; Ekonomik ve sosyal koşulların elverişliliği sayesinde okuma yazma oranında büyük bir artış olmuştur. Parmakla gösterilen okur yazarlar artık çoğalmış meslekleriyle anılan insanlar Köyü temsil eder olmuştur.

Bu arada bir ayrıntı olarak ta belirtmek gerekirse; Kale köyünden pazara göç edenler; Pazarın Abdoğlu (yeni isimlerini yaz.), Hüdisa, Kuvakçe, Duduvat gibi mevkilerinde oturmaktadırlar.

Bu genel bilgilerin ışığında; Biraz daha ayrıntılara girip köyün kültürel yapısını incelediğimizde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır. Köyde yaşayanlar; Birkaç sülale şeklinde beklenmişlerdir. Bunlardan sayısal kalabalıklarına göre İslamlar (bunlarda birkaç bölüme ayrılmış durumdalar), Kadıoğulları( Bunlarda birkaç bölüme ayrılmışlardır,) Aziz oğulları (Eyizler) Köseler, Tonyalıler vs .Bu sulalelerde büyüdükçe parçalanmış, değişik sülale gurubu şeklini almaya başlamıştır. Örneğin: İslamlar, Alikalar, ayazlar v.s gibi. Bu durum aile yapılarının parçalanmasını beraberinde getirmiştir. Aynı zamanda geçmişte kapalı bir yapıya sahip olan Kale köyü, bu açılım ve etkileşimler sonucu; yoğun kültür transferi yaşayan köylerden olmuştur. Çeşitli kültüre mensup ailelerle hısımlık düzeyinde akrabalıklar geliştirilmiştir. (Kaleli kızlar önceleri kaleli erkeklerle, kaleli erkeklerde kaleli kızlarla yada hemşinlilerle evlenirdi)

Köyün fiziki yapısına ve mesire yerlerine ilişkin oldukça yazılacak şeyler vardır. Öncelikle; köye ismini veren Kale-i Baladan söz edelim. Köyün vadiye hakim bir noktasında kurulmuştur. Yapıldığı tarihe ilişkin çeşitli tarihler verilmektedir.16 burcu bir gözetleme kulesi olduğu iddia edilen kale, bu gün harabe durumunda olup duvarlarının kalınlığı 0,5 ile 1,5 mt re arasında değişmektedir. Engebeli bir arazı üzerinde kurulduğu için duvarlarının yüksekliği farklılıklar arz etmektedir.

Kaleyle yaşıt olduğu sanılan ancak birkaç kez restore edilen camisi de eski yapılarındandır. Kalenin yakının da şehitlik olduğu iddia edilen mezarlar vardır. Ancak mezarlar gömü olasılığı üzerine kazılmıştır. Tarihi dokusundan sonra, Kale köyünün mesire yerleri de oldukça fazladır. Dağların tepe noktalarında irili ufaklı krater gölleri mevcuttur. İsim olarak sayarsak; Kumlu, Yıldızlı, Şoroğ ve üç göllerdır. Çiçekli yaylanın tepesinde yer alan ve Kale ye gelen herkesin özellikle gitmek istediği köylük sırtından tüm köy ve komşu köyler gözlenebildiği için fotoğraf çekme meraklılarının da ayrıca görmek istediği bir yerdir.

Doğal maden suyu olan “Acı Su” güneşi yakalayan Kalelilerin ilk akla gelen piknik alanı olduğu gibi; Egzama v.s hastalığı olanların da şifa arayıp, yıkandığı bir yerdir. Ancak yıkanmaya musait bir tesisi henüz yapılmamış olup sadece uygun yerler yıkanabilmektedir.

Hüsam suyu özelliği olan bir su dur. Oldukça soğuk olan bu su, kışın bile akmaktadır. Derelerin donduğu mevsimde, bu suyun akabilmesi enteresan bir özelliktir. Kale köyünün diğer kültürel özelliklerini,gelenek ve göreneklerini başka bir bölümde yazacağız.

Sal Yaylası

Sal Yaylası
Sal Yaylası

Pokut yaylasından sırt takip edilirse Sal yaylasına varılır. Her iki yayla 15 dakikalık yürüyüş mesafesinde birbirine yakındır. Sırttan geçilirken aşağılarda Pilunçut Kahvesi’nin artık hiç gelmeyecek katırcılarını bekler gibi durduğu görülür. Sal yaylasında k kenarları evlerle çevrili bir düzlük bulunur. Büyük ihtimalle de bu düzlük yaylaya adını vermiştir..

Bu düzlüğün çevresinde irili ufaklı, geleneksel mimariye uygun Hemşin evleri vardır. Sal’daki evlerin tamamı ahşap olmakla birlikte, son yıllarda yapılanlar da mimari açıdan çok fazla uyum sağlamasa da ahşaptır. Sal da Pokut yaylası gibi susuzluğu ile ünlüdür. Sırt üstünde kurulduğu için yanı başında herhangi bir ırmak veya dere olmaması dezavantajdır.

Kaynak suları ise yaylanın çok aşağılarında çıktığından yaylaya pek faydası yoktur.. Onun için yayladaki birkaç kaynak, ağustostaki yoğunluğa yetmiyor.

Evlerin hemen üzerindeki alana çıkıldığında ise Altıparmaklar’dan Kemerli ve Büyük Kaçkar’a kadar “en yüksekler” görülebilir. Ayrıca görüş açısının net olduğu havalarda Kafkas Dağları’nı ve Karadeniz’i de izlemek mümkün Sal yaylasından. Sal yaylasını diğer yaylalardan ayıran en önemli özelliği sadece bir köy tarafından kullanılması.

Çamlıhemşin’in Çinçiva köyü tarafından kullanılan yayla özellikle Temmuz başından itibaren dolmaya başlar. Bazı yaylacılar Ekim’e kadar yaylada kalır. Sal’ın yayla sakinleri için bir avantajı da köylerine 45 dakikalık araç yolu uzaklığında olmasıdır

 

Palovit Yaylası

Palovit Yaylası
Palovit Yaylası

Palovit Yaylası, Trovit Yaylası’nı geçtikten sonraki aşıttan aşağıya doğru inilerek ulaşılan bir yayladır. Çamlıhemşin’e 4 saatlik araba yolu uzaklığında bulunan Palovit Yaylası’nın hemen karşısında da Meleskur Yaylası bulunmaktadır.

Bu iki yayla Apevanak Yaylası’ndan gelen dereyle birbirinden ayrılmaktadır. Palovit Yaylası, Samistal’a ulaşılan patika yolu tarafındadır.Aşıt’ın hemen karşısındaki yayladır.Palovit Yaylası Çamlıhemşin sınırlarında olmasına rağmen arka Hemşin tabir edilen Hemşin ilçesinin kullandığı bir yayladır.

Palovit ve Meleskur yaylaları günümüzde de hayvancılık faaliyetlerinin yürütülmesi itibariyle “’yayla”’ sıfatını koruyan ve geçiş noktası olması itibariyle önemli yaylalardır.Palovit ve Meleskur yaylalarındaki mimari yapı geleneksel taş işçiliğinden örnekler taşısa da, eski özelliğini yavaş yavaş yitirmektedir. Bunda bu iki yaylaya çıkarılan araba yolunun etkisi büyük olmuştur.

Palovit yaylası, Çayeli’ne bağlı Çilingir, Arsavos, Sefalı köyleri ve Hemşin’e bağlı Çaneva ve Ortaköy köyleri tarafından kullanmaktadı

 

Amlakit Yaylası

Amlakit Rize
Amlakit Yaylası

Kotençur’dan Amlakit yaylasına doğru giderken yaylacıların geleneksel horon yeri Poşğut Düzü’nden geçilir. Patika takip edilince ormanın hemen bitiminde kurulmuş, Palovit deresinin ikiye böldüğü Amlakit yaylasına ulaşılır.

Amlakit coşkuyla kutladığı Vartavor şenliğiyle ünlüdür. Amlakit, Palovit Vadisi’nin bal ambarları olarak bilinen Meğo’ya geçiş noktasındadır. Bu vadiye geçişle birlikte,Palovit’in en tehlikeli bölgelerine girilmiş olur.

Bitki örtüsü zaman zaman insanların ulaşımını aksatabilir. Amlakit yaylasına beş yıl önce yapılan araç yolu daha çok insanın yaylaya gelmesine olanak tanımışsa da, bu vadinin ekolojik dengesini tahrip eden bir seyir almıştır.

Amlakit yaylası halen, Aşağı Vice, Hala, Habak köyleri tarafından kullanılmaktadır.

 

Elevit Yaylası

Elevit Yaylası
Elevit Yaylası

Tipik yayla evlerini görebileceğiniz Elevit 1800 metre yükseklikte. Çoğunlukla büyük kente göçmüş yöre insanları yaz sezonunda iki-üç aylığına bölgeye geliyor. Konaklama imkanı bulanan Elevit’ten Haçevanak yaylasına üç saatlik bir yürüyüş yapılabilir. 80’lerden sonra yaşanan yangından sonra büyük bir yapılaşma sürecine giren Elevit yaylası aslında iki bölümden oluşuyor.Bu bölümlerin en büyüğü evlerin sayıca fazla olduğu ana vanağın(yayla evlerinin bulunduğu yerin) dışında, Tafteni olarak bilinen bölge ikinci gelmektedir.Tafteni aynı zamanda Haçevanak yaylasına geçenlerin de durağıdır.

Elevit aslında yayla olarak bilinmesine rağmen, muhtarlığı da olması dolayısıyla köydür. Yeni adı da Yaylaköy’dür. Ama bu yeni isim pek kullanılmaz. Elevit yaylası Çamlıhemşin’e bağlı Küşüve, Mollaveyis, Omokta ve Golunavb köyleri tarafından kullanılan, gelenekselin yanında modern evlerin de bulunduğu, Yok Yok adlı bir marketin de olduğu, gelenleri “’Rakım:1800, Nüfus:Belirsiz”’ diye karşılayan, yazları da her daim şen olan bir yayla. Elevit’te eğlence her yıl Ağustos ayının 15’inden sonra yapılır. Eskiden bu aylarda ot biçimi olurmuş (Vartivor).Fakat zamanla şehire göçten dolayı bu gelenek yerini daha çok eğlencelere bırakmış. Elevit’te eğlence deyince akla,en çok horon gelir.Gündüz;yayla gezisi,piknikler ve futbol müsabakaları olduğundan genellikle horon akşam saatlerinde olur.Horonun zaman kısıtlaması yoktur.Gençler yorulana, horon evindeki tahtaları kırana ve sevdalılarına attıkları türküler bitenedek horon olur elevitte,her sene gelmek ister Elevitli. İşte böyledir Elevit Eğlenceleri…

Elevit’i anlatırken horon konusunu iki cümleyle geçiştirmek yanlış olur herhalde.Çünkü buraya sırf horon oynamak için gelen halkın oranı %90 diye bilinir.Hatta günü birlik gelip akşam horonunu oynadıktan sonra köyüne ya da şehire(ilçelere) dönenler bile olmaktadır.Elevit’le özdeşleşen horon şenlikleri aynı zamanda profesyonellik gerektirmektedir. Burada herkes horon oynayamaz,dikkat çeker.Bir şeyler bilmek gerekir.Oyuncunun prova sonrası sahne aldığı yer benzetmesini yaparsak yanılmış olmayız.Horonda beklenmedik an ,gelebilecek atma türkülere de hazırlıklı olmak gerek.Zira cevap verememe ezikliğiniz oyunu bırakmanıza sebep olabilir:).Eğer söylenen türküler kırıcı değilse,türküyü kime söylediğinizde fazla önemli değildir.Evli ya da bekar burada kardeşçe ve dostça karşılıklı türkü söylenip kol kola horonlar oynanır.Nispeten bir çoğunun sevdalı horon heyecanı vardır. Horonlar böylelikle daha da anlam kazanır.

 

Kaçkar Dağları Milli Parkı

Kaçkar Dağları Milli Parkı
Kaçkar Dağları Milli Parkı

Rize Kaçkar Dağları Milli Parkı, büyük bir kısmı Rize ili, Çamlıhemşin ilçesi Ayder Yaylası sınırları içerisinde yer alan koruma altında olan 1994 yılında Milli Park ilan edilen 51.500 hektarlık bir alandır.

Milli Park, dünyanın başka hiç bir yerinde olmayan bitki ve hayvan türleri ile önemlidir.

Kaçkar Dağları Milli Park’ında göller, çayırlar, ormanlar, buzul vadileri ile birlikte, yaban hayatından tilki, ayı, domuz, sansar, çakal, dağ horozu, geyik, yaban keçisi park içerisinde görebileceğiniz nadir güzelliklerdir.

 

Ayder Yaylası Kaplıcaları

Ayder Yaylası Kaplıcaları
Ayder Yaylası Kaplıcaları

Ayder Yaylası’nda yıllarca bölge halkı tarafından bilinen ve kullanılan kaplıca, 2005 yılında sağlık merkezine dönüşmüştür.

Tabiat harikası olan Ayder Yaylası’nda kaplıca keyfini yaşamak ve sağlık bulmak amacıyla ülkemizin her yerinden kaplıca severler Ayder Yaylası’nı ziyaret etmektedirler.

Kaynak: http://www.gezilebilecekyerler.com/rizede-gezilecek-yerler/

Rizeli’nin pastası: Hamsikoli

hamsikoli

Bu lezzetli mi lezzetli ekmek için söylenen bir dörtlük var ki, her şeyi açıklamaya yeter cinsten.

“Ah hamsinun tavası
Helanda ızgarası
Hamsikoli yedun mi ?
Rizeli’nun pastası”

Hamsi demişken: Hamsili Pilav

Fırında Hamsili Pilav Tarifi

Trabzon ve Rize’nin ortak lezzetidir. Tereyağlı mis gibi pilavla, özenle hazırlanan hamsilerin mükemmel bir uyumudur kendisi. Fırından çıkınca da çıtır çıtır soğumadan yenir.

Köfteyi andırır: Hamsi çığırtası

safasahin53

Tüm malzemeleri krep gibi tavaya dökerek pişirilen bu güzel yemek, ufak köfte porsiyonları şeklinde de hazırlanabiliyor. Hazırlarken kıyma yerine hamsi kullanıyor, sonrasında da afiyetle yiyoruz.

Bu arada unutmadan ekleyelim: Servis yaparken yanında mutlaka salatalık doğranması gerekiyor.

Yazmazsak olmaz: Hamsi çorbası

aynacunda

Valla bu son. Başka hamsili yemek, ekmek, çorba yok. Ama o kadar lezzetli ki hepsi, art arda yazalım istedik. Bu konuda net konuşabiliriz ki, hamsi çorbası balık yemeyen bir insana bile balık yedirir. Muhakkak tatmalısınız.

Yapımı oldukça kolaydır: Pekmezli kabak

rize.tarim

Kabak tatlısının pekmezle bir arada olduğu, hafif ekşice bir lezzettir kendisi. Pekmezin bir tatlıya bu kadar yakışacağını düşünemezdik. Yakıştırmışlar.

Adını hiç duymamış olabilirsiniz: Korkoto çorbası

neyapsakdayesek

Ana malzemesi mısır olan bu çorba yoğurt ya da ayran aşı çorbasını andırıyor ancak diğerlerinden farkı tereyağ ve  isteğe bağlı olarak salça ile yapılıyor olması.

Mısır ekmeğinin en güzel hali: Çumur

rizegezilecekyerler

Var olan mısır ekmeğinin içinin çökelek ile karıştırıp tekrar pişirmesiyle oluşan bu ekmek, sıcak sıcak çayların yanında mükemmel gidiyor. Yanında servis edilen tereyağı ve peynir ise olmazsa olmazıdır.

Damat bohçalarının olmazsa olmazı: Enişte lokumu

youtube

Adı ile doğru olantılı olan bu tatlı düğün zamanlarında damat bohçasının içinde damat ve ailesine gidermiş. Yıllardan beri değişmeyen bu geleneğin lezzetine de diyecek bir şey yok.

Üzüm sevenler buraya: Pepeçura

anonimcafe

Rize mutfak kültüründe oldukça önemli bir yeri olan üzümün ezilmesiyle yapılmaktadır. Pepeçura tatlısı özellikle bayramların ve ramazan aylarında kurulan iftar sofralarının olmazsa olmazlarındandır.

Kabak sütlisi diye bilinir: Kabak sütlacı

efulim53

Bildiğimiz sütlaçtan az biraz farklı olan kabak sütlacı, 10 dakika gibi kısa bir sürede hazırlanıyor. Sabırsız insanların beklemesini de ortadan kaldırır derecesinde sıcak olarak da yenilebiliyor.

Baklavaya rakip: Kocakarı gerdanı

blogspot

Şerbetli tatlıları sevenler buna bayılacak. İç malzemesi bol fındıkla hazırlanan bu tatlı bayram masalarının olmazsa olmazı olarak anılıyor. Bu arada Karadeniz’in bağrında olup da fındıksız olmasını düşünemezdik zaten. Ayrıca Rizeliler başta bu tatlımız olmak üzere birçok şerbetli tatlının yanında ayran içerler. Bizce bir kere de olsa denenmelidir  

Kaynak: https://yemek.com/rize-yemekleri/

İLİN ADININ KAYNAĞI

Rize’nin tarihi öncesi hakkında bilgilerimiz sınırlıdır. Yöreye hakim olan orman dokusu nedeniyle, Rize’nin tarih çağları ile ilgili bilgilere ışık tutacak arkeolojik bulgular da bu güne kadar ortaya çıkarılamamıştır. Rize’nin tarihi ancak komşu illerin ve bölgelerin tarihleri ile bağlantılı olarak ele alınabilmiştir.

Rize ilinin adı ile ilgili olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür; Yunanca pirinç anlamına gelen Rhisos, Rumca’da “RIZA” olarak dağ eteği anlamında kullanılmıştır. Osmanlıca’da ise “RİZE” ufak kırıntı, döküntü anlamındadır. Ayrıca Erzincan’ın Sakalar dönemindeki “Eriza” olan adının başındaki “e” sesinin düşmesi ile adaş olarak Rize için de kullanıldığı ifade edilmektedir.

İLK TARİHİ İZLER

Rize ili ve çevresinin bilinen ilk hakim ahalisi, bitişken dilli ve Asya kökenli kavimlerdir. Bunlar Rize ve çevresinde tarım ve hayvancılıkla geçinen yerleşik topluluklarıdır. Bu topluluklardan “KULKU-KULKHA”ların adına, Erzurum yöresini kendi ülkesinin topraklarına katan URARTU kralı II. SARDUR (M.Ö. 765-735) ‘un Çıldır gölünün güneyinde Taşköprü köyünün üstündeki kayalıklara kazdırdığı çivi yazılı kitabede rastlanmıştır.

M.Ö. 2000’lerde Kafkas dağları ile Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan Kimmerler’in Ülkesi, M.Ö. 720 yıllarında Sakalar tarafından işgal edildi. Kimmerler’in Azak denizi ile Kafkaslar arasında yaşayan kolu, Sakalar’ın baskısı ile M.Ö. 714 yıllarında yurtlarını bırakarak Aras ve Çoruh nehri boylarınca yayıldılar. Kimmerler’in bu ilk göçleri, en eski destani Gürcistan tarihi olan “Kartlis-Çkhovrebe”da kartli (Gürcistan) ve komşularını esarete aldıkları ilk seferi diye anılmaktadır. Daha sonraları Kızılırmak ve Adana Bölgesine kadar hakim olan Kimmerler’den, Trabzon-Bayburt arasındaki Kemer dağı, Rize Çayeli İlçesi çıkışındaki Kemer köyü, Kızılırmak boyundaki Gemerek ile Kars’ın doğusunda yer alan Ümrü gibi coğrafya adları günümüze kadar gelmiştir.

Aşağı Tuna ve Karpatlara kadar Doğu Avrupa’ya hakim olan Sakalar M.Ö. 680 yılında kendilerine itaat etmeyen son Kimmerler’i de yenerek Azerbaycan ve Gürcistan’a yayıldılar. Saka Kralı MADOVA’nın M.Ö. 626’da Medler’ce hile ile öldürülmesi üzerine Heredot’un andığı “Asya’da 28 yıl süren Sakaların hakimiyetleri” sona erdi.

Saka göçleri sırasında, Aşağı Çoruh ve Rize-Batum arasına “Kalaç” adlı bir Türk boyu yerleşmiştir. Bu boyun yerleştiği bölgeye, M.S. 150 yıllarında yazılan PTOLEMEUS’un coğrafyasında Kalarzen, Gürcü kaynaklarda ise Klarc-et (=Klarç yurdu) denmektedir. Batom-Rize arasında güneyden Karadeniz’e esen sıcak rüzgarlar hala “Kalaş yeli” olarak anılmaktadır. Ayrıca Rize yöresindeki Türkmen/Oğuz topluluğu içinde yer alan Askur Boyunun Rize’nin doğusundaki Askoroz çayı diye bilinen çaya adını vermiş olması gerektir. Yine Sakaların Horosan kolunun gelen Arşaklar ve Balkarlar Bayburt çevresi Çoruh vadisi boyunca yerleşmişlerdir. Bu yüzden Bayburt ve İspir’in kuzeyindeki sıra dağlara günümüze kadar ve hece kaymasıyla “Balkal” ve buradan güneye doğru esen yağmur getiren rüzgara da “Balkal yeli” denile gelmektedir. Rize’de Hemşinlilerin en güzel yaylaları Baykal dağlarındadır.

​  

M.Ö. 5. Yüzyılda Karadeniz’in kuzeyini gezen Herodot sakaların “Alazon” (+Alazlar) boyundan söz eder. M.S. 23-79 yılları arasında yaşayan Romalı PİLİNUS aynı yörede “Laz’lar” (Laz’oi) adlı bir kavim yaşadığını bildirir. 131 yılında Karadeniz kıyılarını gemi ile dolaşan Romalı ARRİANOS, Karadeniz’in doğusunda hakim olan Lazlardan bahseder.

Rize, M.S. 10-395 yılları arasında Roma, 395 yılından itibaren de Bizans hakimiyeti altında yer almıştır.

Sakaların Kars, Iğdır kesimine yakın Gökçegöl ile Alagez dağı arasında yaşayan bir boyu olan Amadunuler 626 yılında İranlıların baskısından kurtulmak için Boy Beyleri Hamam’ın öncülüğünde Çoruh ırmağını aşıp Rize’nin Dampur adlı ıssız yerini şenlendirerek ve bu yöreye HAMAM-A ŞEN (Hamamın şenliği) adını vererek yerleşip yurt tuttular. Bu yöreye bu gün Hemşin denmektedir. 646 yılında yöre Araplar tarafından vergiye bağlanmış olup 737 yılında da kısa bir süre Araplar’ın eline geçmiştir.

XI. Yüzyıldan itibaren Rize’ye Türkmenlerin akınları yoğunlaşır. 1071 Malazgirt zaferi ile birlikte Bizans’tan feth edilen bölgelerde Türk emirlikleri kurulurken, Erzurum-Saltukluları da Çoruh nehri boyları ile birlikte Rize bölgesini hudutları içine aldılar. Alpaslanoğlu Sultan Melikşahın emirlerinden Ebu Yakup ile Emir İsa Böri adındaki Komutanlar 24 Haziran 1080 Posof-Kol zaferi ile Apkaz-Gürcistan krallığını yenerek Giresun’un batısına kadar olan Doğu Karadeniz bölgesinde Bizans’ın Hakimiyetine son verdiler. Böylelikle Büyük Selçukluların yükselme devrinde tüm Anadolu ile birlikte Rize de Selçukluların hakimiyetine girmiştir.

Bu gelişmelerden sonra 100 bin nüfuslu Çepni’ler ile Kürtünler Doğu Karadeniz kıyılarına ve Rize’nin İkizdere kesimine yerleştirildiler. 1098 yılında Danışmenlilerin yöreye kısa bir dönem hakimiyetleri söz konusudur. Ancak Haçlı seferleri yüzünden canlanan Bizanslar, 1098’de Trabzon ve Rize kesimini Emirüssevahil Sülübey’den aldılar. Çoruh vadisinde yerleşmiş olan Kıpçak boyundan Kubasar ailesi ve taraftarları 1195 tarihinde doğudan yeni-Kıpçakların gelişinden rahatsız olarak Bizans idaresindeki Rize ve Trabzon bölgesine gelip yerleşmişlerdir. İkizdere ve Sürmene’deki 60 aileden çok Kumbasar oymağı, bunların torunlarıdır. IV. Haçlı seferinde Frenklerin İstanbul’u işgali üzerine baskıdan kaçan KOMMENLER soyu, 1204 yılında Rize’yi de içine alan TRABZON PONTOS RUM imparatorluğunu kurmuşlardır.

OSMANLILAR DÖNEMİ

Trabzon Rumları, 1456 yılından itibaren Osmanlı devletine vergi vermeye başlamış, 1461 yılında Trabzon’u feth eden Fatih Sultan Mehmet 1470 yılında Ali Paşa ismindeki Komutan tarafından Rize ve çevresi Türk egemenliği altına alınmıştır. Böylece Anadolu Türk birliğine katılan Rize bölgesine, 1461 yılı ve sonrasında Çoruh, Amasya, Samsun ve Tokat’tan; 1466 yılında yıkılan Karamanoğlu Beyliği bir daha canlanmasın diye Konya yöresinden; 1501 yılında Şil Şah İsmail’in yıktığı Sünni Akkoyunlulardan Tebriz ve öteki bölgelerden kaçanlardan; 1515 yılında Dulkadırli beyliği kaldırılınca Mara-Elbistan Türkmenleri Trabzon ve Rize yöresine yerleştirildiler. Yavuz Selim devrinde Trabzon’un doğusundaki dirliklerden bazıları ünlü Oğuz boyu Çepniler’in elinde idi. Fakat Çepnilerin Trabzon’un doğusundaki yerlere ve bilhassa Rize bölgesinde yerleşmeleri sonraki yüzyıllarda olmuştur. Gerçekten Çepniler karada ve denizde yiğitçe mücadele vererek oralarda kalabalık topluluklar halinde yurt tutmuşlardır. Bilhassa Rize şehri ve bölgesinde Çepniler yoğun bir şekilde yerleşmişlerdir. Şimdi Rize şehri ve bölgesinde sadece Türkçe konuşulmasının sebebi bu yoğun Çepni yerleşmesidir. Zamanımızda Rize bölgesindeki köylerde Çepni adlı ailelere rastlandığı gibi, Çepni bu yörede “yiğit” , “gözü pek”, “cesur ve çetin”, adam manasına geliyor.

Yavuz Sultan Selim’in sancak beyliği sırasında Annesi Gülbahar Hatun Sultan Rize’ye gelerek kendi adı ile anılan camii yaptırmıştır.

19. Yüzyılın başlarından itibaren Rize’de Tuzcuoğullarının isyanı değişik tarihlerde birkaç kez tekrarlanmıştır. 1834 yılında bu isyanlara son verilerek Tuzcuoğulları Rumeli de iskan edilmişlerdir.

Rize, 1867 Vilayet Nizamnamesine göre Trabzon Vilayetinin merkez sancağının 6 kazasından biri durumundadır. 1877 yılında merkez sancağa bağlı nahiye olmuştur. 1877-1878 Osmanlı Rus savaşının ardından Lazistan sancağı kurulunca Rize hem kaza, hem de bu sancağın merkezi oldu. Birinci Cihan savaşında 9 Mart 1916 tarihinde Rize, Rusların işgaline uğramış, 2 Mart 1918 de bağımsızlığına kavuşmuştur.

CUMHURİYET DÖNEMİ

Cumhuriyet dönemine kadar sancak merkezi olan Rize, 20 Nisan 1924 tarihinde Vilayet olmuştur. 2 Ocak 1936 tarihinde yürürlüğe giren 2885 sayılı Kanunla Erzurum’dan Yusufeli ilçesi, Rize’de Pazar ilçesinden sonraki arazi parseli, ilçe ve bucaklar alınmak sureti ile bugünkü Artvin ili Çoruh adı ile vilayet haline getirilmiş ve Rize ili de tek ilçesi olan Pazarla kalmıştır. Bugün ise Pazar ilçesi ile birlikte 12 ilçesi bulunmaktadır.

Atatürk’ün Rize’yi ziyareti “Atatürk’ün Sonbahar Seyahatleri” adlı kitapta şöyle anlatılmaktadır:

Atatürk 17 Eylül 1924’te saat 17 sıralarında Hamidiye Kravüzörü ile Rize’ye gelmiştir. Vali, kumandanlar ve halk motorlar ve kayıklarla karşılamaya çıktılar, büyük ve coşkun halk tabakaları karşılama için her türlü hazırlıkları yapmışlardı. Silah sesleri ve coşkun alkışlarla büyük misafir selamlandı.

Çeşitli heyetler, karaya ayak basmış bulunan Reisi Cumhuru büyük bir coşkunlukla karşılamışlardır.

Her tarafı bayraklarla donatılmış olan Rize, bir bayram yeri haline döndü, Reisicumhur hazretleri hükümet konağına ve bunu takiben belediyeye, halk fıkrası ve kumandanlığa teşrif etti. Görüşmek için gelen heyetler de kurbanlar keserek kendilerine büyük sevgi gösterilerinde bulunmuşlardır. Geceleyin fener alayları düzenlenerek bu sevinç devam ettirilmiştir.

Reisicumhur, ayrıca bir hoca heyetini de kabul etmiştir. Bu heyet sunmuş oldukları dilekçede kapatılmış bulunan medreselerin açılmasını arz etmişlerdir.

Gazi Paşa Hazretleri, memleket ve millet için nelerin tehlikeli olacağını ihtar ederek bu heyete özet olarak aşağıdaki sözleri söylemiştir.: “Mektep istemiyorsunuz, halbuki millet onu istiyor, bırakınız artık bu zavallı millet, bu evladı memleket yetişsin, medreseler açılmayacaktır, millete mektep lazımdır.” Gazinin bu açıklamaları “Bravo” sesleri ile alkışlanmıştır.

17 Eylül 1924 tarihinde Atatürk’ün Rize’ye teşrif ettiklerinde misafir kaldığı ev bu gün Atatürk Müzesi olarak halkın ziyaretine açıktır.

 

Kaynak: https://rize.tarim.gov.tr/Menu/11/Rizenin-Tarihcesi

• Ardeşen
• Çamlıhemşin
• Çayeli
• Derepazarı
• Fındıklı
• Güneysu
• Hemşin
• İkizdere
• İyidere
• Kalkandere
• Merkez
• Pazar

Rize ekonomisi, çay tarımına ve çay işleme sanâyiine dayanır. Su ürünleri (balıkçılık) ve orman ürünlerinin de ekonomiye faydası büyüktür. Faal nüfûsun % 70’e yakını tarım sektöründe çalışır. Rize’nin çayı, hamsi balığı ve ketenden yapılan Rize bezi meşhurdur. 

Tarım: Dağlık ve ormanlık bir alan olan Rize’de ovalar yok denecek kadar azdır. İl topraklarının sâdece % 1’i ovadır. Rize’de tarım denilince çay üretimi akla gelir. Türkiye’nin çay üretiminin üçte ikisine yakını Rize’de yetişir. İkliminin ılık oluşu ve bol yağış olması çay üretimine çok müsâittir. Çay tarımı 1940-1950 arasında yerleşmiş ve 1950’den sonra yaygınlaşmıştır. 40.000 hektarlık çay bahçelerinde ortalama 400.000 ton çay yetişir. Böylece çay tarımı Rize’nin esas tarım kolu olmuştur. 

Sebzecilik mühim bir yer tutmaz. Daha çok mısır, fasulye ve patates yetiştirilir. Rize toprakları çok engebeli ve sürülmeye elverişli arâziler az olduğu için, kullanılan tarım araçları oldukça azdır. 

Meyvecilik çaydan sonra ikinci derecede bir gelir kaynağıdır. Armut, elma, fındık ve mandalina yetişir. Rize’de yetiştirilen dağ pirinci sulamaya ihtiyaç göstermez. Dünyâca ünlü ve çok az bir ekim alanında yetişen puro tütünü, Rize’nin Pazar ilçesinde yetişir. 

Hayvancılık: Rize ilinde, çay tarımı yaygınlaştıkça mısır tarımı gerilemiş ve buna bağlı olarak hayvancılık da eski önemini kaybetmiştir. Fakat yayla ve platolar zengin otlak ve mer’alarla kaplıdır ve hayvancılığa çok müsâittir. Arıcılık hızla yayılmaktadır. İkizdere’nin anzer balı çok meşhur ve kıymetlidir. 

Balıkçılık oldukça ileridir. Balık üretiminde Ordu, Trabzon ve İstanbul’dan sonra dördüncü sırada yer alır. Rize kıyıları bol ve kaliteli balık potansiyeline sâhiptir. Rize balıkçıları, 30-40 tonluk balıkçı tekneleriyle açık deniz balıkçılığı da yaparlar. Kıyılarında hamsi, kefal, istavrit, palamut, barbunya, kalkan, zargana, izmarit, mezgit, lüfer, kırlangıç, torik, karagöz, tirsi ve levrek gibi kıymetli balıklar bol miktarda bulunur. 

Fındıklı ilçesi Çağlayan köyünde alabalık üretme tesisleri vardır. Bâzı akarsularda da alabalık, incikefali, kayabalığı, denizanası bulunmaktadır. 

Ormancılık: Rize’de 150.000 hektar orman ve 35.000 hektar fundalık alan vardır. Ormanlarda kayın, kızılçam, kestane, kızılağaç, akarağaç, titrek kavak, aksöğüt, gürgen, meşe, dişbudak ve çeşitli yabânî meyve ağaçları bulunur. 

Orman içinde 46 ve orman bitişiğinde 38 köy vardır. Senede 100.000 m3 sanâyi odunu ile 70 ster yakacak odunu elde edilir. 

Mâdencilik: Rize’de oldukça zengin bakır, manganez ve kaolin yatakları vardır. Bunlardan yalnız az miktarda manganez çıkarılmaktadır. 

Sanâyi: Rize’de sanâyi, çay işleyen fabrika ve atölyelere dayanır. Çay işleyen 20 fabrika ve 15 atölye, bu fabrikaların yedek parçası ve tâmiratını yapan ana tâmir fabrikası, çay paketleme ve ambalaj fabrikası vardır. Çay fabrika ve atölyelerinin dışında un fabrikaları, kereste fabrikaları, döküm fabrikaları, (lokum, reçel, helva ve şekerleme yapan) şekerli yiyecekler fabrikası, alüminyum mutfak eşyâsı üreten fabrika, balık unu ve balık yağı fabrikası ve çivi ve tel fabrikası gibi sanâyi kuruluşları vardır. 

Ulaşım: Rize’nin ulaşımı kara ve deniz yolu iledir. İl dâhilinde karayolu ulaşımı yetersizdir. Kıyı şeridinde ulaşım yeterlidir. Fakat ilçelere gidildikçe ulaşım güçleşir. Sinop’tan Hopa’ya kadar uzanan Karadeniz kıyı yolu merkez ilçe (Rize), Çayeli, Pazar, Ardeşen ve Fındıklı ilçeleri bu yol üzerindedir. İyidere’de kıyı yolundan ayrılıp Güneyce bucağına uzanan ikinci bir devlet yolu vardır. 

Rize’de yeni yapılan limana, oldukça büyük gemiler yanaşabilmektedir. Çayeli, Pazar ve Fındıklı ilçelerinde balıkçı barınakları vardır. İstanbul’dan Rize’ye gemi seferi muntazam olarak yapılmaktadır. Karayolu olarak İstanbul’a 1200 km, Ankara’ya 839 km ve İzmir’e 1422 km’dir.

Kaynak: http://www.cografya.gen.tr/tr/rize/ekonomi.html

RİZE ÖRF-ADET-GELENEK-GÖRENEKLERİ 

EVLENME

Evlilikler yakın çevreden yapılır, yakın çevrede kız yoksa dışarı çıkılırdı. Gelinlik kız komşu, akraba ve aile büyüklerince yapılırdı. Her ne kadar erkeğin görüşü alınsada son söz aile büyüklerindi 
Beşik kertme vardı. Ancak bu doğuda olduğu kadar zorlayıcı olmayıp, çocuklar büyüyünce evleme zorunluğu taşımazlardı. Kız arama da elçi denilen insanlar devreye girerdi. 
Kız seçimine çok önem verilirdi. Kızın soyu sopu araştırılırdı. Kız tarafıda erkeğin soyu sopunu araştırır, uygunsa verirdi. Kızın erkeğe gönüllü olması ve kaçma işini beraber planladıkları durumlarda olay fazla büyütülmez, zamanla örtbas edilirdi. Sevenlerin kavuşamama durumunda maraz denen ruh hastalıkları olurdu. Kız istenmeden önce ondan büyük kız olup olmadığı araştırılırdı. Böyle bir durum varsa kız istenmez, istense de büyük kız varken ufak kız verilmezdi. Kızın bir başkasına sevdalı olup olmadığına bakılrdı. Kız daha istenmeden, yani iş resmiyete dökülmeden elçiler sayesinde iş halledilmiş olurdu. 
Kız istenmeye gidilirken karşı taraf haberdar edilir, hazırlıklı olmaları sağlanırdı. Erkek tarafı karşılanır ağırlanır. Bir müddet ordan buradan konuşuldukjtan sonra asıl konuya girilirdi. “Allah’un izniyle, Peyganberun kavliyle kizinuzi oğlumuz Temel’e istiyiruk” denirdi. Kız tarafı kendini naza çeker, cevap vermek istemez, çay kahve, yemek ikram edip konuyu dağıtmaya çalışırdı. Erke tarafı da israr eder “Kızı vermezseniz ne yemeğinizi yeriz nede kahvenizi içeriz” derdi. Hayli mücadele sonunda istekler sıralanır, kabul edilince de kız verilirdi. Kız istendiğinde verilirdi. Çünkü söz önceden alınır ve kararlaştırılmış olurdu. Söz alınmadan kız istendiğinde, istenmedik olaylar olabilirdi. Erkek tarafı soğuk karşılanır. Mazeretler uydurulur. Bazen de kız görücüye çıkmazdı. Kız tarafı erkek tarfının karşılayabileceği kadar başlık parası isterdi. Bu kıza harcanırdı. Ayrıca kıza alınacak eşya ve altın tesbit edilirdi. 
Ara kesildikten sonra (kızın sözünün alınması) olay hemen duyurulurdu. Bu da erkek tarfının dılaru da hava ya kurşun sıkmasıyla olurdu. Peşinden yemek yenir. Düğün günü belirlenir, ayrıntılar konuşulurdu. 
Ara kesilirken kız tarfına verilen sözler düğnden önce yerine getirilirdi. Bir alış veriş günü tesbit edilirdi. Genellikle Çarşamba günü olurdu. Her iki tarfta birinci derece yakınlar olurdu. 
Takılardan genellikle çok eskiden dilme fes, beşli, daha sonraları zincir, bilezik, küpe, yüzük, saat, alyans, iğne gibi altın eşyalar alınırdı. Daha sonra söz verilen giyim kuşam ve yerleşimle ilgili diğer eşyalar alınırdı. 
Alınan eşyalar önce kız evine gönderilir, kızın kendi hazırladığı eşyalarla birlikte sergilenirdi. Bu olaya “Bohça Açıldı” denirdi. Perşembe’den Cumartesiye kadar açık kalır isteyen gelir bakardı. 
Eşyalar evden çıkarken, kızın erkek kardeşi yoksa bir yakını kapıyı keser ya da sanduğa otururdu. Kapı erkek tarafının bir miktar para vermesiyle açılırdı. Cumartesi erkek evine getirilen eşyalar kız tarafınca yerleştirilirdi. Kına gecesi Cumartesi olup her iki taraftada yapılırdı. Misafirler horon eder, oynar, toplu halde kurşun sıkılırdı. O gecede geline kına yakılır. Başka isteyenlerde var ise onlarda kına yakardı. Bazen geline yakma işlemi Pazar sabahına bıraklıdığı da olurdu. Erkek tarafı kına gecesinde şeker, fındık türü yiyecekler gönderirdi. Pazar sabahı erkek tarafı kalabalık bir halde kızı almaya giderdi. “Duğunci” denen bu grup yol boyunca sık sık silah sıkardı. Bunu duyan kız tarafı da karşılık verirdi. 
Gelini evden genellikte damadın babası veya ağabeyi çıkarırdı. Bu arada kapı kesilir bahşiş istenirdi. Yol boyunca yer yer yol kesildiği olurdu. Geli evden çıkarken kurşun sesleri ortalığı yıkardı.Bazı evlerdede ilahiler okunurdu . Yol yakınsa gelin yaya, uzaksa at ile getirilirdi. Gelinin evinden gelenlere ikram edilen lokumu damada ulaştıran ödüllendirilirdi. Bu kimseye “müjdeci” denirdi. Müjdeciye ya para ya da bir tepsi baklava verilirdi. Kız ve erkek tarafıı birlikte kurşun ata ata gelinle birlikte erkek evine gelirdi. Bu gruba “alay” denirdi. Kız ağlarsa, “Hem ağlıyalum, hem gidelum” denirdi. Kız eve girmeden önce tatlı dilli olsun diye, elini bala tutturup sağ parmaklarıyla kapının başına sürerlerdi. Zengin olsun diye başına bez koyup para dökerlerdi. Kız tarfından birileri gelini içeri sokmaz.Bir şeyler isterdi. Buna “kapılık istemek” derlerdi. 
Gelin odasına götürülür, oturtulur, yanında genellikle ablası veya yengesi bulunurdu. Bazen de o mahalede yeni gelin olmuş birisi de olabilirdi. Düğün akşama kadar devam ederdi. Bu arada sıksaray, sallama, atlama, titreme gibi horonlar yapılırdı. Horonlar genellikle erkek erkeğe, kadın kadına oynanırdı. Erkekler daha çok evin dışında veya avluda, kadınlar ise evin içinde bir yerde oynarlardı. Erkekler kızlar bir arda oynadığında kadınlar veya kızların kollarına ancak yakınları girebilirdi. Horonlar kaval, tulum, akordiyon, mozika (mızıka) nadir olarak zurna ve daha çok kemençe eşliğinde oynanırdı. 

Çoğu zeminde şairle atma türkülerle horona ayrı bir renk katarlardı. Bu arada erkek anaları da boş durmaz. Sağa sola göz gezdirir. Bir kız ararlardı. Yakın komşuların yardımıyla misafirlere yemek verilirdi. Bu arada bazıları bahşiş almak için yemeği engellerdi. Buna “sofra bağlama” denirdi. Hava kararamadan düğün alayı dağılır fakat kız tarafından bir kaç kişi bir müddet daha beklerdi. Gerdeğe girilmeden eğer önceden kıyılmadıysa ” hoca nikahı” yapılırdı. Ev gerdeğe gireceklere bırakılır. Bir günlüğüne ev sakinleri komşulara kalırdı. Pazartesi günü gelin erken kalkar ve ev işlerine konulurdu. Sözde uğursuzluk getirmesin diye geline bir hafta süpürge tutturulmazdı. Bugün aynı zamanda kız ve erkek tarafının birbirine bohça içersinde hediye verdiği gündür. Bu olaya “bohça çıktı” denirdi. Düğünden bir hafta sonra “yedi” olurdu. Yedi, kızın damatla babasının evine gitmesiydi. Damat’a bu arada bazen ağra kaçan şakalar yapılırdı. Bu şakalrdan korunmak için damadın yanında korumaları olurdu. Damat sofraya oturduğunda sofra arkadaşları tarafından bağlanır. Kaynana sofranın açılması ve damadın yemek yemesi için bahşiş verirdi. Yedididen birkaç gün sonra da kız tarafı erkek tarafınca devet edilirdi. 

DOĞUM 
Evlililiğin ilk devrelerinde gelinin hamile kalması istenirdi. Hamile kalmaması durumunda telaş düşülür, hata varsa bunun gelinden kaynaklandığı düşünülürdü. Hamile kalınması için okutma dahil her çareye başvurulurdu. Birkaç sene içinde eğer gelin hamile kalmazsa, anlaşılarak ya boşatılır, ya da üzerine kuma alınırdı. Eğer hamil kalmışsa, oturmasına, kalkmasına, yemesine, içmesine kadar dikkat edilir, bu arada bir çok batıl yöntem de uygulanırdı. Doğum zamanı köy ebesi çağrılırdı. Bebeğin çıpa’sını (göbek bağı) ebesi veya iyi huylu birisinin kesmesi istenirdi. İlk doğan sebinin erkek olması istenirdi. Şimdi de öyle ya. Çocuk doğar doğmaz sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okunurdu. Doğum yapan anne kırk gün lohusa kalırdı. Çocuğa genellikle büyüklerin ismi verilirdi. Daha çok ölen nine, dede veya yakın tarihte ölmüş birinin ismi verilmesi halen devam etmektedir. Çocuk kısa bir süre kundakta kalır. Sonra beşiğe alınırdı. Nazarlanmasın diye çocuk uzun süre yabancılara gösterilmezdi.Gösterileceği zaman nazarlık takılır, yüzüne kara sürülürdü. Anne sütü olduğu müddetçe emzirilir. Sütten kesildikten sonra inek sütü verilirdi. Anne sütü yoksa, ilk zamanlarda, süt anne aranırdı. Yakın çevreden herkes çocuğu emzirir ona süt anne olurdu. Süt annelik yaygın bir uygulama olup yer yer hala devam etmektedir. 
Süt çocuk, süt kardeşi ve ondan sonra doğacak çocuklarla “süt aşağı akar” diye evlendirilmezdi. Kız ergenlik dönemine kadar çember, daha sonra da keşan bağlardı. Erkek çocuklar ergenlik dönemine kadar mendil, yağluk, daha sonra da başlık ve abaniye bağlardı. Doğumdan sonra kızın annesi tarafından peşuk alayı yapılırdı. Alay ekek evinde olurdu. Alaya kızın ailesi ve yakınları katılırdı.Çocuk kız ise kırmızı, erkek ise mavi beşik hediye edilirdi. Bu olay sadece ilk çocuk için yapılırdı. Diğer çocuklar bu beşikle büyütülürdü. Alaya katılanlar eşya ve hediye veririlerdi. Kundağa konulmuş paralar ise çocuğu yıkayan ebeye hediye edilirdi. Ebeler çoğu zaman bu parayı almaz çocuğa bırakırdı. 

ÖLÜM 
Cenaze törenlerini hocalar yönlendirir. Eğer durum ağırlaşmış ve yapılacak bir şey kalmamışsa, hoca çağrılır, son nefeste Kur’an ile gitmesi sağlanırdı. Ölüm yaşlılar için doğal karşılanır, çocuk ve genç ölümleri derin iz bırakırdı.Bu gibi durumlarda halen devam eden ölünün arkasından destan yazma geleneği vardır. Ölen kimsenin ağzının açık kalmaması için bir bez parçasıyla ağzı bağlanır.Üzerine şimemesi için bir bıçak konur. Ölüm olayı yakın köylere sela, uzaklara telefon veya telgrafla bildirilir. 
Cenaze genelde, ertesi gün gömülür. Bundan maksat uzakta olan yakınlarun gelebilmesi içindir. 
Genellikle öğle namazı sonrası, yakınların yetişememe durumunda ikindi namazından sonra defin işlemi olur. Ölüye dargın olanlar dahi cenaze törenine katılır. Ölünün başında ağıt yakılır. Ağıtlarda sınır olmaz. Ölenin ardından iyiliklerinden, yaşadıklarından gelişigüzel sesli olarak bahsedilir. Bunu kadınlar çoğunlukla yapar. Komşular devreye girer, ölü sahiplerini teselli ederken geleni gideni ağırlar, uzaktan gelenlere yemek veririler. Ölünün hazırlanması, cenaze önce ve sonrası işlele hep komşular uğraşır. 
Yıkanıp tabutla musllaya konan mevtanın yüzüne isteyen bakabilir. Cenaze namazına tabut omuzda götürülür. Her ailenin kendine ait mezarlığı olduğu gibi köyün ortak mezarlığıda vardır. 
Ceset özenle hazırlanan mezara tabutla veya kefenle konur. Ceset gömülürken Kur’an okunur. Cenazeye gelen çocuklara bisküvi, şeker, fakirlere ve ihtiyacı olanlara havlu, namazgah, Kur’an-ı Kerim, dini bilgiler ve para verilirdi. Bazı yerlerde ölenin günahlarını affı için devir denilen dini bir tören yapılırdı. 
Defin akşamı ölü evinde Kur’an okunur. Bazı yerlerde de ölünün yıkanmasından gömülmesine kadar ki süre de hatim yaptırılır. Belli aralıklarda mevlit okutulur. Ölü yakınları uzun süre yalnız bırakılmaz, ziyaret edilir.
Rize ve çevresinde birçok medeniyet ve devletler gelip geçmiştir. Fakat Rize’nin Türkler tarafından fethinden sonra, diğer medeniyetler târihin seyri içerisinde unutulmuş ve bu bölge tamâmen Türk-İslâm kültürüyle yoğrulmuş ve üstünlük sağlamıştır. 

YÖRESEL YEMEKLER:
Rize’nin en sevilen sebzesi kara lahanadır. Ayrıca mısır ekmeği, otuzdan fazla yemeği yapılan hamsi, koz kaldıran, kaymaktan yapılan hoşmeri başlıca mahallî yemekleridir. Bölgeye özgü yemeklerden biride muhlamadır; mısır unu, tereyağı ve koloti peynirinden yapılan muhlama yöre sofrasının baş yemeğidir. Bunlardan başka bölgeye özgü bir sebze olan karalahanadan üretilen yemekler vardır; lahanadan açık sarma, çohala, guli çorbası, helle çorbası, husli çorbası, lahana dolması, lahana ezmesi, lahana haşlaması, lahana rağtikosu, lahana sarması, lahana yemeği, princili lahana, sarma, vurma lahana gibi toplam 18 türlü yemek yapılır. 

Bölgede yetişen fasulye, kabak ve arap kapağı, patlıcan, domates ve pırasadan sebze yemekleri; bu sebzelerden ayrıca pazı, salatalık, şalgam ve tomarıdan turşu yapılır. 
Hayvanların etinden çoban kavurması, kıkırdak, et yahnisi, et yemeği, kavurma; sütünden yoğurt, süzme yoğurt, carmi (bir çeşit peynir) kurç (bir çeşit peynir). Minci, koloti peynir (şekli yuvarlaktır; ortası yumuşak, kenarları serttir) gibi gıda maddeleri; kıymak, mezus, minci kurusu, minci yemeği, portihala (loğusa ineğin sütünden üretilen bir çeşit tatlı) yapılır. 

YÖRESEL GİYİM:
Kadınların başlarında genel olarak sâde ve çiçek desenli örtüler vardır. Uzun entari giyilir. Entari üzerine peştemal bağlanır. Peştemal ise umûmiyetle kahverengi, kırmızı ve siyah renktedir. Bele kalın bir kuşak sarılır. Ayağa renkli yün çorap giyilir. Başlarına keşan adı verilen bir örtü örterler. 

Erkeklerin başlarında kara şayaktan yapılmış bir başlık vardır. Bu başlık ortası oyuk bir sargı biçimindedir. Yandan sarkan kolları ile bağlanarak başa sarılır. Gövdeye kolsuz ve yakası aşağı doğru uzanan yelek, bunun altında işlik denilen gömlek giyilir. Pantolonun yerini “zıpka” alır. Bu arkası körüklü, paçaları dar bir pantolon çeşididir. Ayağa “sabuk” denilen bir çizme giyilir.
HALK OYUNLARI VE FOLKLOR:
Halk oyunları ve müziği Doğu Karadeniz bölgesinin özelliklerini taşır. Folklor, halk müziği ve halk oyunlarında Kafkas ülkelerinin tesiri görülür. Başta gelen oyunları ise “horon” olup, bunların meşhurları”hemşin horonu, Rize titremesi, iki ayak, sıçrayarak ve sallama”dır. Horon kelimesi “horom”dan gelir. Bu ise mısır tarlalarındaki yığınlara verilen isimdir. 
NELERİ İLE ÜNLÜ:
Çay Bahçeleri, Kaçkar Dağları, Ayder ve Çamlıhemşin Yaylaları, Anzer Balı, Zilkale ve Buzul Gölleri, Elevit Şelalesi, Palovit Yaylası, Fırtına Deresi Vadisi, Rize Kalesi, Rize Bezi
İL İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Kafkas kökenli bir kelime olduğu sanılmaktadır.

Kaynak: https://www.meleklermekani.com/threads/rize-gelenek-ve-gorenekleri.52104/